AKP sermayesi de ekonominin gidişatından hoşnutsuz. Varlıklarını Erdoğan'a borçlu oldukları için azarı işittikleri anda çark ediyorlar. Neredeyse tamamı küçük ve orta boy işletmelerden ibaret bu sermaye hizbi AKP'nin doğal tabanını oluşturuyor. Aralarında zamanla lig atlayanlar, inanılmaz servetlere ulaşanlarda oldu. Nebati'nin alay konusu olan açıklamaları aslında bu sermaye fraksiyonunun çıkarlarını yansıtıyordu. Nebati'nin ağzıyla heteredoks politikalar izlenmeden önceye kadar Türkiye neoliberal ortodoksiye harfiyen uyan ekonomik politikalar izliyordu. Enflasyonla paralel seyreden bir faiz oranına karşılık düşen bu politikalar uluslararası sermaye açısından ülkeyi cazip hale getiriyordu. Dünya çapındaki resesyon, bunu daha da derinleştiren pandemi ve Ukrayna savaşı her şeyin tuzu biberi oldu. Uluslararası sermaye Türkiye gibi 'yarı çevresel' ülkeleri önemli ölçüde terk etmeye ve dümeni merkez kapitalist ülkelere çevirmeye başladı. Herkes bunun sebebi olarak hukuk güvenliğinin yokluğunu, sermayenin önünü görememesini neden olarak gösterse de gerçek sebep yukarıda sıraladığımız olgulardan kaynaklanıyor.
Bu politika belirttiğimiz gibi görece yüksek faize, değerli TL'ye, dövizin düşük seyrine ve kredi genişlemelerine dayalı bir politikaydı. Türkiye büyük sermayesi hala ısrarla bu politikalara dönüşü savunuyor. Muhalefet de eğer iktidar olursa büyük olasılıkla bu politikalara bir geri dönüş yapacak. Döviz rezervleri dövizi düşük tutabilmek için bilinçsizce çarçur edildiğinden Türkiye ekonomisi bıçak sırtında duruyor. Verilen önemli siyasi tavizler karşılığında döviz girişleri sağlanabiliyor. Bir saray rejimi söz konusu olduğundan dolayı da bu tavizlerin ne olduğunu kimse bilemiyor. Yakın zamanda giriş yapan 30 milyar dolarlık sermayenin kaynağını kimse tahmin edemiyor. Bir kısmı Akkuyu Nükleer Santrali için gelmiş olsa dahi geri kalanın kimden ve nereden geldiği konusunda bir sis perdesi var.
Heteredoks ekonomi politikalardan bahsedilse de bu politikaların çok sınırlı olduğu ve kararlı biçimde yürütülemediği aşikar. Neoliberal ortodoksinin dışına da tam anlamıyla çıkılmış değil. Çünkü sermaye hareketleri üzerine bir kısıtlama getirilmiş değil. Özal'ın Türkiye'yi içine soktuğu konvertibiliteden çıkış ağızlara dahi alınmıyor. Türkiye sermaye hareketlerini vergilendirmeden, giriş çıkışlara kontrol getirmeden neoliberal ortodoksinin içinde debelenmeye devam edecek. AKP yakın iktisatçılar ithal ikamecilikten, devlet kapitalizminden söz etseler de olan bitenin bunlarla ilgisi yok. AKP karlarını katlamalarına sınırsızca imkan sağladığı sermaye çevrelerine arada sırada sopa gösteriyor. En büyük karlara kendi döneminde ulaştıklarını hatırlatarak nankörlük yapmamalarını istiyor.
AKP'nin şimdiki önceliği seçimleri kazanmak. Bunun için de halk sınıflarının gözünün boyanması ve kısa sürecek bir cennetin önlerine konması gerekiyor. Konut vaadi ile bunun ilk açılışı yapıldı. Milyonlarca insan içeriğini tam olarak bilemediği bu vaadin peşine iştahla takıldı. Şimdi Erdoğan'ın heybesinden başka neler çıkacak göreceğiz. Ama Erdoğan'ın yoksul sınıfları geçici de olsa rahatlatmak için çıkaracağı tavşanlar başta kendi sermayesi olmak üzere sermaye çevrelerini rahatsız edip, kara kara düşündürüyor. AKP sermayesi her ay gıdım gıdım düşen politika faizlerinde sert düşüşlere gidilmesini ve bu gündemin ortadan kalkmasını istiyor. Geçenlerde Dünya Gazetesine konuşan MÜSİAD Başkanı faiz indirimlerini desteklediklerini, ancak belirsizliğin aşılması için sert bir düşüşle bu meselenin ülke gündeminden çıkartılması gerektiğini söyledi. Bu demeç iktidarın militanlığını yapan Sabah Gazetesi'ndeki ekonomi yazarları tarafından sert biçimde eleştirildi. MÜSİAD Başkanı azarlanarak TÜSİAD ile aynı dalga boyundan konuşmaması konusunda uyarıldı. Herkesin kimseye müdanası olmadığını zannettiği Erdoğan ise sermaye taleplerine karşı ne kadar hassas olduğunu göstererek politika faizini Ekim ayında 150 baz puan düşürttü.
MÜSİAD krediye ulaşmak konusunda da şikayet de bulunuyor. Bankalar ticari kredi faizlerini hafif aşağı çekmiş olsa da bu defa krediye ulaşmakta ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Bankalar belirsizlikten dolayı Erdoğan'ın sermayesine kredi musluklarını açmak konusunda cimri davranıyor. Erdoğan faizleri düşürmek suretiyle yeni bir kredi çevrimi başlatacağını hesaplamış olsa da evdeki hesap çarşıdakine uymuyor. Bantların dönmesi, üretimin devam etmesi için üretici sermayenin krediye ulaşması gerekirken finans kapital gerçeği buna izin vermiyor. Çünkü kamu bankalarının bankacılık sistemi içindeki gücü önemli ölçüde azaltıldı. Bankacılık sektörüne yoğun bir yabancı sermaye girişi gerçekleşti. Banka sermayesinin uluslararası finans kapitalle bütünleşmesi ileri düzeyde seyrettiğinden bankalar karşılıksız çıkacak kredilerden ürktüğü için bu konuda ketum davranmayı tercih ediyor. Doğaları gereği paradan para kazanmak işlerine geldiğinden kendi önceliklerine kıskançlıkla sarılıyorlar.
MÜSİAD Başkanı ilginç bir bilgi paylaşıyor. Merkez Bankası'nın yaptığı bir araştırmaya göre 860 bin işletmenin geçen yılki karı 621 milyar TL. Bu kardan aslan payını finans sermayesi olan bankalar almış miktarı ise insanın dudaklarını uçuklatıyor. Bankaların karı tam 400 milyar TL. Yani toplam artı değerin, karın neredeyse üçte ikisine eşit. Erdoğan'a bağlı sermaye sayıca ne kadar kalabalık olursa olsun, onun döneminde ne kadar semirirse semirsin sermaye sınıfı içindeki hakim kategoriyi hala pek çok faaliyet alanını finans kapital kategorisi içinde bütünleştirmiş olan mali sermaye oluşturuyor. Finans kapitali azarlayabilirsiniz, kendinize bağlı sermayeyi palazlandırabilirsiniz, ancak ona asla dokunamazsınız. Erdoğan bütün aldatıcılığına karşılık sermayenin tanrı buyruğu sayabileceğimiz yasasını herkesten daha iyi biliyor.
Erdoğan'ın işi gerçekten zor. Kendi yarattığı sermaye dahi tedirginlik içinde. İlk defa kafasını kaldırıp hoşnutsuzluğunu kamuoyuyla paylaşıyor. Seçim dönemine girildiğinde asgari ücretin artışı karşısında ayakta kalabilmenin hesabını yapıyor. Erdoğan'ın kendinden uzaklaşan alt sınıfların rızasını alabilmesi için kesenin ağzını sonuna kadar açması şart. Bu ise en büyük yükü kendi sermayesine çıkartmak demek. %20'lerde seyreden reel işsizlik karşısında Erdoğan'ın en son isteyeceği şey art arda gelen iflaslar ve yoğun işsizlik dalgası olacaktır. MÜSİAD Başkanı işte bu hatırlatmayı yapıyor.