Anlaşılan o ki Biden bu aşamada Türkiye’nin ABD’ye olan mecburiyetlerinin daha fazla olduğunu düşünerek soykırımla ilgili açıklamayı yapmaya karar vermiştir
Emperyal bir ilişkinin asimetrik olması da eşyanın tabiatı gereğidir . Öncesinde yaklaşık dört ay boyunca Beyaz Saray Erdoğan ile ilişkilerini mesafeli, soğuk ve alt düzeyde devam ettirmeyi bir kamu diplomasisi taktiği olarak benimsemiş liderler arasında ilk temasın kurulmasına iş gelip dayandığında ise Erdoğan açısından şok terapi diyebileceğimiz bir tavır takınmıştır.
Biden bu adımla ABD açısından bugüne kadar kullanılmayan bir kartı en yüksek perdeden açarak Erdoğan’a mesajını çok net biçimde vermiştir.
Erdoğan alışık olduğu gibi kamuoyu önünde celalli tavrını takınmamış, zaman kazanmaya dönük bir tutum içine yerleşmiştir. Ancak mevcut gelişmelerin ABD ile ilişkileri çok ciddi bir türbülansın içerisine sokacağı aşikardır. Muhalefet ise dış politika konularında bir alternatif ortaya koymadan Erdoğan’ı daha milliyetçi zaviyelerden eleştirmeyi tercih etmektedir.
Milliyetçiliğin tekelinin kendilerinde olduğunu düşünen Erdoğan ve Bahçeli karşısında muhalefet dış politikada iktidarın yaşadığı milliyetçi paradoksların üzerine giderek konum almayı yeterli görmektedir. Zaten Türkiye’de uluslararası ilişkilerde bu paradigma dışında düşünebilmek anında vatana ihanetle eşdeğer görüleceğinden kimsenin aklına başka bir paradigma inşa etmek de gelmemektedir. Milliyetçilik yarışlarının Türkiye’nin gerçek çıkarlarına değil laf kalabalığına, kuru lakırdıya dönüştüğü ise bedehatten ibarettir.
Muhalefet Erdoğan’ın uluslararası ilişlilerde ne yaptığının, ABD ile Rusya arasında nasıl pozisyon aldığının farkında mıdır acaba? Erdoğan uzun süredir elindeki kartlara güvenerek her iki güç arasında “ stratejik denge “ denilen bir pozisyon üretmeye çalışıyor.
Bazan yaptığı ani manevralarla ABD ile Rusya’yı karşı karşıya getirerek kendine ileriye yönelik hamleleri için fırsatlar hazırlıyor. Rus uçağının düşürülmesi, Rus elçisinin öldürülmesi son tahlilde bu tür manevralara alan açmak için kullanılmak istendi. Ruslar her iki olayda da bu komploları gördükleri için temkinli hareket etmeyi tercih ettiler. Tahterevallide oynanan bir oyuna benzetebileceğimiz stratejinin artık sonuna yaklaşılıyor.
Biden’ın soykırım ilanı Erdoğan’a elindeki tüm kartların farkındayım restidir. Hem Erdoğan’ı artık kaçamayacağı bir hakikatle yüzleştirmekte hem de onu iç kamuoyunda altından zor kalkabileceği bir çaresizlik içine sürükleyerek muhalefete siyaseten atılmış gollük bir pastır. Bu tür durumlarda devlet söylemine sığınıp muhalefet ile ortak bir diskurda buluşan Erdoğan bunları sadece taktik hamlelerine zaman kazanmak için yapmaktadır. Erdoğan’ın “ stratejik denge “ stratejisi risklidir, rizikoludur ve kendi içinde bir yığın çelişkiyi taşımaktadır.
Türkiye’nin bölgesel ilişkilerinde yayılmacı niyetler taşıdığını uzun süredir anlatmaya çalışıyoruz. Bu bazılarının kavradığı gibi muhtemel krizleri daha Türkiye’nin içine yaklaşmadan önlemeye dayalı bir stratejik yaklaşım değildir. Bu içerde yaşanılan çelişkilerin çözümünden kaçınıldığı için başvurulan mecburi bir tercihtir. Türkiye’nin sorunlarını köklü biçimde çözmekten kaçınan her iktidarı da bu akıbet bekleyecektir.
İçerde çelişkiler derinleştikçe, çözüm imkanlarından uzaklaşıldıkça emperyal iştahlar kabarır ve sorunların çözümünde askeri araçlara daha çok yönelinir. Aksini düşünenlerin sesleri bastırılır, ihanetle terbiye edilmeye çalışılırlar. Tarih bunun örnekleriyle doludur.
Bu tercihin altında hem geleneksel devlet aklından izler vardır hem de yeni iktidar bloku dediğimiz yapının gelecek okuma kurguları devrededir. Muhalefet bu stratejinin sadece uygulamada ortaya çıkardığı sonuçlara itiraz etmektedir. Yoksa bu stratejik yönelişin kendisini tartışma konusu yapmamaktadır.
Bu yöneliş maceracıdır, sürdürülebilir olmaktan uzaktır ve Türkiye’nin imkanları düşünüldüğünde de realist değildir. İki güç arasına yerleşip, aradaki çelişkilere abanıp kendisini bölgesel liderliğe yükseltmek isteyen bu tercih elindeki araçları abartmakta ve varolanları da savurganca kullanmaktadır.
Türkiye’nin ne ekonomik gücü ne kültürel sermayesi ne askeri kapasitesi ne de iç siyasetinin çatışmalı yapısı bu hedeflere ulaşmak için yeterli değildir. Kuruluş sürecinin değersizleştirilmesinin, Lozan ve Montrö’nün tartışmaya açılmasının nedeni de budur. Geçmişte bu çizgi savaşları Enver Paşa ve Atatürk’ de simgeleşmişti.
Enver Paşa’nın İstanbul’dan ayrıldıktan sonra kurduğu örgütün adı ‘ beynelmilel islam ittihadı birliği’ydi. Yani bütün İslam coğrafyasını birleştirmek bir tür Pan/İslamizm. Demek ki pan/islamizm Türkiye’nin ruhuna kaçmış özlemlerden biriymiş. Apdülhamit’in başlattığı bu politikaya onu bir devrimle yıkanlar dahi yönelmişse ruhun kalıcı olduğunu söylemek lazım.
İttihatçıların en büyük düşmanı Türk islamcıları da Enverist hayaller peşindeyse demek ki Türkiye’nin ruhu demeye de hakkımız var.