Entelektüel bilgiyle uğraşan kişidir. Bu tanım entelektüelin geniş tarifi olabilir ancak. Tanıma sadık kalacak olursak zihin emekçilerinin tamamını tarifin içine almamız gerekecek.
Entelektüelin sosyolojisiyle ilgilenen sosyologların bir kısmına bu tanım yakın gelir. Kol işçiliğinin sayısının giderek azaldığı bir dünyada zihin denilen kategori ile yapılan işlerin sayısı her geçen gün artmaktadır.
Mesleklerin çeşitliliğinin artması, üniversite okuyanların sayısının çoğalması, hayatlarını bilginin işlenmesi ve kullanılması üzerinden sağlayanların sayısını genel nüfus içinde etkin hale getirmiştir.
Ama bilgiyle her uğraşana entelektüel demiyoruz. Özel bir bilgi türüyle ilgilenenlere bu sıfatı yakıştırıyoruz. Bu bilgi ise kamusal bilgidir hiç şüphesiz.
Bir kimse hukukçu, mühendis, doktor olabilir, ancak kendi mesleğiyle ilgili sahip olduğu bilgi o kişiye entellektüel denilmesi için yeterli değildir. Kişinin bu sıfatı edinebilmesi için kamusal alana çıkması, topluma seslenmesi ve ürettiği bilgiyi dolaşıma sunması gereklidir.
Üretilen bilginin niteliği de bir o kadar önemlidir. Bu bilgi iktidarlar adına rıza üretimi sağlayıp, ilişkilerin yeniden üretimine neden oluyorsa entelektüel bilgi olarak vasıflandırılamaz. Bu kişiler kanaat üreticileri, algı oluşturucuları, kalem sahipleri olarak adlandırılabilir ancak.
Entelektüelin ürettiği bilgi eleştireldir, muhaliftir ve iktidar ilişkilerini açığa çıkartır. Üretilen bilgi gizlenen gerçekleri deşifre etmeye, saklanan hakikatleri ortaya çıkarmaya, iktidarların yaydığı yalanları ve sahte uzlaşımları ters yüz etmeye yaramıyorsa entelektüel bir praksisten yoksunuz demektir.
Entelektüel toplumdaki yaygın ve sahte uzlaşımların karşısında durur. Egemen fikirler çoğu kez egemen sınıfın fikirleri olduğundan bu fikirlerin iktidar sahipleri ile bağını kurmak entelektüelin görevidir.
Bu fikirler toplumu sınıfsız, çıkarları birbiriyle çatışmayan, kederde tasada ve kıvançta ortak bir bütünlük olarak kurar. Halbuki toplum başta sınıflar olmak üzere çıkarları birbiriyle sürekli çatışan insan topluluklarından oluşur. Bunları sürekli hatırlatmak entelektüelin görevidir.
İktidar sahipleri iktidarlarını herkesin uyması zorunlu bir takım uzlaşımlar üzerinden sürdürürler. Kavram ve kategorileri çoğunluk kendi ihtiyaçlarına göre belirleyip herkesi içeriyormuş gibi sunarlar. Örneğin ulus/devlet çıkarları tüm halkın değil yönetici sınıfların çıkarlarıdır. Din ve milliyet gibi kimlik oluşturucu aidiyetlerin sorgulanması ve tartışılmasından rahatsız olurlar. Kendilerinin “ bölücü, terörist “ dediğine itiraz edilmesin isterler.
Entelektüel her defasında bu kavram ve kategorileri eleştirel aklın süzgecinden geçirir, hangi iktidar ilişkilerini saklayıp nelerin üzerini örttüğünü faş eder.
Entelektüel doğrunun, hakikatin sözcüsüdür. Büyük yalanlar, sahte uzlaşımlar sadece devletler ve hakim sınıflar tarafından üretilmez. Çoğu kez muhalif olanlarda kendi iktidar adacıklarında, konforlu alanlarında bu yöntemlere başvururlar.
Çünkü büyük iktidar devlet de ve hakim sınıflarda düğümlenmiş olabilir, ancak iktidar buralardan toplumun içerisine, kurumlara ve beşeri ilişkilerin olduğu her yere dağılmıştır aslında.
Entelektüel bu iktidar kiplikleriyle de uğraşır. Bunları görmezlikten gelip gözardı edemez. Bu nedenlerle entelektüelden sadece devletler değil irili ufaklı tüm iktidar sahipleri rahatsız olur.
Bu nedenlerle entelektüel yalnızdır, yurdundan uzaklaştırılmamış ise dahi sürgündür. Yalnızlık yaptığı işin doğasıyla da ilgilidir. Bilginin üretimi yalnızlık gerektirir çünkü. Elbette bir mücadelenin parçası olacak, bilginin oluşumuna kolektif süreçler eşlik edecektir, ama bilginin üretimi son tahlilde bir yalnızlığı gerektirir. Entelektüelin ayrıcalığı yalnızlığın onun için hem zorunlu hem de tercih olmasındandır. Yalnızdır; çünkü düşüncenin üzerine katlanmaya ihtiyacı vardır, seçimdir kendisine tanınan boş zamanı bilgiyi üreterek doldurmayı tercih etmiştir. Sürgündür; doğruyu söylemek belki de doğruya en fazla ihtiyacı olan kesimleri rahatsız ettiğinden kargışlanır çoğu kez. Yani anlaşılmaz, kulak verilmez bir sükut suikastıyla karşılaşır.
Entelektüel her türlü iktidarla arasına mesafe koyar. Onun sadakati sadece gerçeğe olduğundan, gerçeğin üretimi her türlü iktidarla uzaklığı gerektirir. Ödüller, vaadler, alkışlar entelektüeli ayartmamalıdır. Sartre, Said örnekleri önümüzde yolumuzu aydınlatmaktadır.
Biri Nobel’i diğeri ise siyasi olmak üzere her türlü otorite vaadini ellerinin tersiyle itmiştir. İktidardan kastımız sadece entelektüelin dışındaki güç merkezleri değildir. O kendi oluşturduğu iktidar alanı karşısında da uyanık olmalıdır.
Çünkü bilgi de, kitaplarda, üniversite kürsüleri de, adınıza düzenlenmiş sempozyumlarda iktidardan bağımsız değildir. O kendi praksisi karşısında da uyanık bir bilinci temsil etmelidir. Kendi iktidarı karşısındaki uyanıklığı ancak yatay ilişkiler kurmayı, söz hakkı ellerinden alınmışların sözünü çoğaltmayı ve tüm madunlarla dayanıştığında mümkün olacaktır.