Orhan KEMAL
Remzi Kitapevi 1975 / 4.BASKI
“Çukurova’da bahar harikadır !
Gök masmavi, kırmızı topraklar yemyeşildir !
Çukurova’nın bereketli toprağına dört kilo çiğit at, seksen kilo kütlü, yani tohumlu pamuk versin!”(169)
“Bu mevsim “çiğit” denilen pamuk tohumunun toprağa atıldığı mevsimdir. Büyük toprak sahipleri Doğu illerimize elçiler gönderip tellallar çağırtırlar ki:” Haftalık yüksek bildikleri gibi değil…”(166)
“Urum’dan , Şam’dan çekilip çekilip gelen ırgat kafilelerin akını başlar. Binlerce kadın erkek, çoluk çocuk genç yaşlı, param parça üst başlarıyla pis pis kokarak, Ötegeçe’de ( Karşıyaka/Yüreğir ) yığılırlar(166).
“ Kul acımaz bunlara, Allah acımaz. Allah’ın unuttuğu insanlardır bunlar ! … Peygamberler kitaplar dolusu sabır, tevekkül, kanaat getirmişlerdir bunlara. Hiçbir işe yaramayan, hiç bir işe yaramayacak olan sabır, tevekkül, kanaat ! …(167)
“Taşköprü’nün bu geçesinde, yüzyıllar görmüş ırgat pazarlarının ırgat kaynaşan kalabalığına sigaralarının neşeli dumanlarını salarak kahve, çay nar, koruk şurubu, limonata, buzlu ayran içen “ağalar memnundurlar. Irgat boldur. Çukurova tarlarındaki işe yetecek insan gücünün çok üstündedir. Haftalıklar düşecek pamuk ucuza elde edilecektir.”(167
“Değdiği yeri köz gibi yakan güneş tam tepededir…” Peygamberler kitaplar dolusu sabır getirmiştir Allah adına!”(167)
“Torbalardaki tandır, yufka dürümleri tükenip, çarşı ekmeğine verilecek son kuruşlar da suyunu çektikten sonra aç çocukların feryadı göğe yükselir. Önemli değildir. Peygamberler Allah adına sabır getirmişlerdir ya, hiç önemli değildir, aç çocukların göklere yükselen feryadı ! Ölseler bile ne? Öte dünya vardır, birer kuş gibi uçacaklardır Cennet-i Ala’ya, Cennet-i Ala’da yağdan, baldan dağlar, sütten ırmaklar…”(167)
“ İnsanlar aç, ama umutsuz değillerdir!”… “Çoklukla yaya düşerler yollara. Yukarda güneş, aşağıda çamur, toz. Yalınayaklarla kilometreler tepelenir.”(168)
“Günler geçer, sonra haftalar. Yaşlılarla aç çocuklar ölür. Yağmurla güneşin acıması yoktur. Çukurlarına gömülü gözleriyle kadınlar, çocuklarının feryadı ve ölüm acısına kanıksamış kadınlar çok az konuşarak beklerler.”(168)
“ Buna da şükür”dür gene de. Kitap öyle söylemiştir. Şükredecek kendinden yukardakine değil, aşağıdakine bakacaksın bakacaksın, gene bakacaksın , sonra gene. Her baktıkça da şükredeceksin !”(169)
Görüleceği gibi her sözcük, her cümle, her satır ve paragraf da toplumsal gerçekçiliğin oya gibi işlendiği gerçeklik baş yapıtlarından biri raflarda yerini almış olur. Fabrika işçileri, tarım ırgatları ve inşaat işçilerini yakından tanıması derin gözlem gücü kalemine yansımış, içtenlik, inanmışlık, samimiyetle sevginin, umudun ve ekmeğin yazarı Orhan Kemal’in eserinin sayfalarına yayılmıştır.
Romanda eleştirel gerçekçiliğin temel gerekleri oluşmuş, gerek fabrika iş yaşamı gerekse çiftlikteki çalışma yaşamının zorlukları ve hak arama konusunda eleştiri, bilince çıkarma; emek-sermaye çelişkisi işlenmiş, emekçiler bireysel tepkileriyle patrona değil aracı kişilere görünenlere yöneltmişlerdir. Var olan gerçeklik değişim bilinç düzeyine çıkartılmamıştır. Sanırım bunda dönemin sınıfsal anlamda toplumsal bilinç, örgütlülük ve muhalefet düzeyinin düşük olmasının etkisi olsa gerek (1954 yılına göre )Orhan kemal keşke on- on beş yıl daha yaşasaydı kanaatim odur ki, yetmişli yıllarda romanlarında işlediği söz konusu sınıfların sınıf bilincini yukarılara taşır, kendisi için örgütlü bilinçli mücadele eden kahramanları ( MAKSİM GORKİ/ANA/PAVEL KAREKTERİ ÖRNEĞİ) eserlerine yansıtırdı.
Romanda Ç. köyünden üç başkahramanın İflahsızın Yusuf, Köse Hasan ve Pehlivan Ali dışında Fatma, çiftlikte çalışan Zeynel, patoz ustası ve işsiz güçsüz Hidayetin oğlu da dikkati çeken kahramanlardır, bireysel bilinç dışı müdahale ve hak aramayı azda olsa Zeynel de görürüz. Kötü yemeğe taşlı pilava, kurtlu bayat ekmeğe o tepki gösterir, gözü pek cesur kişiliği öne çıkar, çalışanları haksızlığa karşı çıkarmaya çalışır, ispiyoncu Kemal Cesur ‘ ağaya ve ırgatbaşına ihbar etmesiyle işinden olur. Zeynel de işten çıkartılmaya değil, haber verilmeden çıkartılmaya tepki olarak gece harmanı yakar. Yanı sermaye – emek ilişkisi/temel yapısı üzerinden bir eylem değildir. “Emekçiyim” diyen patoz ustası da edilgen/pasif durumdadır. Sistemi bilir çalışanlardan yanadır ancak ırgatlarla değil ırgatbaşıyla yemek yer,onların nimetlerinden yaralanır.
Bereketli Topraklar Üzerinde romanı ABD’nin Marshall Yardım Planı sonrası yazılmıştır. Ülkenin krediler ve yardımlarla “ küçük Amerika “ olacağı planların yapıldığı yıllar. İlk 1949 yılında traktör ithal edilir, patoz, pulluk… Gibi tarım araçları çiftliklerde kullanıldığı yıllar, sanayileşme başlangıcı fabrikaların ve inşaat sektörünün başlangıç ve gelişme yılları. Orhan kemal bu üç sektörü mekân olarak seçmekle döneme ve tarihe not düşer. Gerçekten de o yıllar da bu üç sektör köyden kente geçici köylü-işçi akının olduğu yıllardır. İstanbul ve Adana Anadolu köylerinde göç alırdı. Nitekim Adana’ya’ “’ BEREKETLİ TOPRAKLAR ÜZERİNDE” İstanbul’a “GURBET KUŞLARI “ romanıyla zamanın ruhuna uyan sosyal /ekonomik/politik iki eser kazandırmıştır.
KONUSU
Orhan Kemal Orta Anadolu’nun Ç. Köyünden Çukurova/ Adana’ya çalışmaya giden üç köylü komşunun kaderlerini tahmin eder gibidir.(yukarıdaki alıntılar) Çocukluk ve çalışma günlerini birlikte geçiren İflahsızın Yusuf, Köse Hasan ve Pehlivan Ali sevinç, umut ve heyecanla hemşerilerinin Adana’da bulunan dokuma fabrikasında çalışmaya giderler.
Birçok girişimler sonucu işe alınırlar, Köse Hasan “ sulu koza” denilen bölümde sulu ve soğuk koşullara dayanamaz zatürre hastalığına yakalanır, kısa süre sonra vefat eder. İflahsızın Yusuf “ hepimiz ekmek parası için gurbete geldik “ gerekçesini Köse Hasan’ a mazeret yapar, Pehlivan Ali’yi de yanına alır Köse Hasan’ı ölüm döşeğinde bırakırlar. Bir süre fabrikada çalışırlar, ırgatbaşının “ ırgatbaşı hakkı” olarak ücretlerinden haraç istemesini patronun kâtibine bildirirler kâtip ırgatbaşıyla işbirliği yapar ikisini de işten çıkartır.
İflahsızın Yusuf ve Pehlivan Ali bir hayır kurumu için yapılan inşaatta çalışmaya başlarlar. İflahsızın Yusuf köylülüğün o saf özverili çıkarsız kişiliğinden uzaklaşmış şehirli ve şehrin beklenti ve alışkanlığına uyum/uzlaşıcı tavırla yaklaşır. İnşaat ustasının her işine koşar, angaryalarını yerine getirir bireyci/bencil nitelik kazanır gayretli çalışması sonucu duvar ustası olur. Pehlivan Ali inşaatta şoförlük yapan kumarbaz Ömer’in nikâhsız yaşadığı Fatma’yla ilişkiye girer, Fatma’nın gözü dışardadır, Pehlivan Ali ve Fatma oradan ayrılır, Adana’da büyük bir çiftlikte iş bulurlar. Pehlivan Ali ırgatlık yapar Fatma mutfakta hizmet verir. Çiftliğin başkâtibi de Fatma’ da gözü vardır, Pehlivan Ali’yi Fatma’dan uzaklaştırmak için patoza(harman makinası) verir. Patozda kırk beş kişi çalışması gerekirken otuz iki kişi çalışır, ırgatbaşı on üç kişinin parasını cebine atar. Çukurova’nın kavurucu sıcağında yoğun ve yorucu çalışma koşullarına 12 saatten fazla çalışmalarına karşın yemekler kötü, ekmek bayat ve kurtludur çalışma arası dinlenme süreside ırgatbaşının keyfine göre çoğu kez kısa tutulur. Bu kahredici çalışma koşullarına yiğit ve kabadayı kişiliğiyle koltukçu Zeynel tavır koyar, tepki gösterir ırgatbaşının çekindiği/korktuğu tek çalışandır, patozda koltukçuluk zor iştir ve enerji ve tecrübe ister. Bu niteliklere sahip Zeynel’le iyi geçinmeye çalışır ırgatbaşı. Zeynel çalışma koşullarının düzelmesi için ispiyoncu Kemal Cesur’a ırgatlara söylemesi görevi verir. İspiyoncu Kemal Cesur bunu ırgatbaşı ve patrona bildirir, Zeynel ve diğer koltukçu arkadaşı işten çıkartılır, Pehlivan Ali de cüsse olarak uygundur, içki içmez, kumar oynamaz enerjik yapılı ancak tecrübesizdir, patoz ustası bunu patrona ve ırgatbaşına söyler. Pehlivan Ali ve Hidayetin oğlu (Hidayetin oğlu fabrikada çalıştıklarında üç köylü arkadaşı tanıyan biridir, hatta İflahsızın Yusuf ve Pehlivan Ali Köse Hasan’ı yatakta aç bilaç ölümle baş başa bıraktıklarında sırtında taşıyıp tuvalete götüren, kendisi aç olmasına rağmen yemeğini Köse Hasan’ yediren bir kişilik) koltukçuluğa verilir, koltuk buğday demetlerinin patozun ağzına öğütülmek için verilen kısımdır. Küçük Ağa çok kısa sürede işin bitmesini ister, patronda oradadır ırgatlar demet demet buğdayı getirirler koltukçular da patozun ağzına verirler, çalışma hızlanır Küçük Ağa da kendini bu hıza kaptırır. “ Ha babam, ha babam, devir devir.” …”Devir babam devir.” Sesleri arasında Pehlivan Ali de hızlanır birden kendini kaybederek sendeler, kocaman demet gelir kendisine çarpar dengesini bozar,” ha kardeşlerim ha” sesleri arasında bir an olur Pehlivan Ali’nin koca bedeni yığılan demetlerin arasında yitip gider, sonra bir çığlık, patoz sarsılır, müthiş bir çatırtı. Ali’nin sol bacağı ta kasığından yok olur, kopar.
Küçük Ağa şevrolet arabasına koşar, önceden patronu uyaran patoz ustası “ kaçıyorsun değil mi? İnek gibi kaçıyorsun ha! “ Irgatlara dönerek “Allah yardımcınız olsun oğlum, arabası pislenir diye herifi arabasına almıyor! “ der. Pehlivan Ali kan kaybından hayatını kaybeder. İşten atılmaya değil, Kendisine haber verilmeden arkadaşıyla birlikte işten çıkartılmaya öfkelenen Zeynel gece harman yerini yakar, harman yanardağ ağzı gibi çatır çatır yanar.
Orta Anadolu’nun Ç. Köyünden üç komşunun ikisi gurbette/sılada kalmış şehrin ve şehirlinin huyuna suyuna uyum sağlayan hesapçı içten pazarlıkçı İflahsızın Yusuf Ceyhan da duvar ustası olmuş biraz para biriktirmiş olarak köyüne yalnız başına döner.
İflahsızın Yusuf özlem duyduğu gazocağını ve kızına verilmek üzere Köse Hasan’ın verdiği sade basit saç tokası ve tarağı tahta bavuluna koyarak köy yolunu tutar. Yazar bu tabloyu, acıyı, üzüntü ve öfkeyi doğa olaylarıyla betimler, açığa vurur. İflahsızın Yusuf köy yolunda göründüğü anda: ” Bozkırda esen kupkuru sert rüzgâr Ç. köyünü önüne katmıştı. Gök bakır rengindeydi, yer külrengi alıcı kuşlar dolanıp duruyorlardı havada, yakınlarda leş olmalıydı.” İflahsızın Yusuf, Köse Hasan’ Pehlivan Ali’yi O öldürmemişti ya! Kulaklarında parçalanan sert soğuk rüzgâra karşılık alnında ter taneleri çoğalıyordu. Ali’nin annesi Hasan’ın karısı kızı eve gelecekler nerede soracaklar, feryat figan olacak, Yusuf gazocağını çıkartıp yakamayacaktı.
“Rüzgâr gittikçe öfkeleniyor, kendini yerden yere çalıyor, bakır renkli gök ise yaklaşan akşamla kararıyordu. Gök pas rengini almıştı.”