Geçenlerde Meclise sunulmuş bir kanun teklifi muhalefetinde verdiği destekle sessiz sedasız yasalaştı. Muhalefetin verdiği destekten kastımız az sayıda muhalefet milletvekilinin oylama sırasında genel kurul salonunda bulunması, ancak desteklerinin kritik oluşuyla ilgili. Eğer muhalefet milletvekilleri o esnada ret oyu kullansalar veya genel kurula katılmasalar teklif kanunlaşamayacaktı. 22 CHP milletvekili oylama sırasında firesiz evet oyu kullanırken HDP'li milletvekilleri de çekimser kalmayı tercih etti. Diyanetin popüler jargonda 'tek adam' veya 'saray rejimi' denilen otokrasinin en etkili ideolojik aygıtı olduğu noktasında hiç tereddütü bulunmayanların, iş somut tavır almaya geldiğinde 'kuzu' gibi davrandığına şahit olduk. Genel Kuruldan bir tane dahi hayır oyu çıkmadı. Bu oylama bize 'diyanet ideolojisinin' ne kadar kudretli olduğunu gösterdiği gibi muhalefetin istisnasız tamamının ufkuna dairde çok şeyler söylüyor.
TBMM'den geçen kanunun 2.maddesi ile ''Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Din Hizmetleri Sınıfına ait kadrolarına atanacak aday din görevlilerinin mesleki eğitimi ile hizmet içi eğitim faaliyetlerini ve yurt dışından gelen mahallin din görevlilerine yönelik eğitim faaliyetlerini yürütmek; Başkanlığın görev alanıyla ilgili araştırmalar yapmak üzere Diyanet Akademisinin kurulması öngörülmektedir. Akademide vaiz, Kur'an kursu öğreticisi, imam-hatip ve müezzin-kayyım unvanlarında görev alacakların mesleğe başlamadan önce; mevcut personelin de hizmet içinde eğitim, uzmanlık programları, seminer, sempozyum, konferans ve benzeri etkinlikler yoluyla gelişmelerine katkı sağlanarak nitelikli görevlilerin yetiştirilmesi, böylelikle çağın ve muhatap kitlenin ihtiyaç ve beklentilerini karşılayacak düzeyde din hizmetlerinin yürütülmesi amaçlanmaktadır.”
Maddeyi okuyanlar çok masumane bir şekilde şu soruyu sorabilirler: 'Diyanetin personelini eğitmek için bir akademi kurmasının ne sakıncası olabilir?' Anayasa'nın 136.maddesine göre Diyanet anayasal bir kurum ve tüm eylem ve işlemlerinde 'laiklik' ilkesini gözeterek davranması da bir zorunluluk. Anayasa görevlerinin ne olduğunun kanunla düzenleneceğini belirtiyor. Başkanlık içinde bu amaca hizmet etmek üzere ' Eğitim Hizmetleri Genel Müdürlüğü ' bulunuyor. Diyanetin Hizmet İçi Eğitim Yönetmeliği'nin ilk maddesinde ' bu yönetmelik, Diyanet İşleri Başkanlığı personelinin günün şartlarına uygun olarak görevlerinin gerektirdiği bilgi, beceri ve davranışları kazanmalarını; etkinlik ve tutumluluk bilinci ile yetiştirilmesini sağlamak ve üst görevlere hazırlanmaları için uygulanacak hizmet içi eğitimin hedeflerini, ilkelerini, planlama esaslarını ve değerlendirme usullerini eğitim yerleri ile diğer hususları belirlemek amacıyla hazırlanmıştır. ' deniliyor. Yani halihazırda Diyanet personelinin hizmet içi eğitiminden sorumlu bir genel müdürlük ve bu müdürlüğün nasıl çalışacağına dairde bir yönetmelik bulunuyor.
Muhalefetin çok ileri gitmesine de gerek yoktu. Elinizin altında bir genel müdürlük , hizmet içi eğitim içinde bir yönetmelik bulunuyor. Bu iş için ihdas edilmiş fakültelerde mebzul miktarda var. Akademi isteğiniz anlamsız, lüzumsuz diyerek işin içinden sıyrılabilirdi. Ancak bunları dahi söylemekten ürken, çekinen ve korkan bir muhalefet aklı var karşımızda. İşte bu akıl ile iktidar değiştiğinde devletteki tarikatçı, cemaatçi yığınak geriletilecek ve bozulan ayarlara yeniden dönülecek. ‘Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz’ dermiş eskiler. En sıradan, makul soruları dahi sorma aczini gösteremeyenlerle Cumhuriyetin kurucu ilkesi yeniden ihya edilecek. Çok inandırıcı gerçekten. Neyse...
Anlaşılan Diyanet'e Anayasa, kanun ve yönetmelikle rejim içinde tanınmış olan ayrıcalıklıklar yetmemiş şimdi de Akademi kurmasına imkan sağlanıyor ve emperyal roller üstlenmesinin önü açılıyor. Çünkü 2.maddenin ilk cümlesinde 'yurt dışından gelen mahallin din görevlilerine yönelik eğitim faaliyetinden' bahsediliyor. Genel Kurul tartışmalarını izleyemediğimiz, meclis zabıtlarını da okuma şansından yoksun olduğumuzdan bu düzenlemenin içeriğine tam vakıf olamadığımızı belirtelim. Mahallin din görevlilerinden kasıt yurt dışında görev yapan diyanet imamları mıdır yoksa başka ülkelerin din görevlileri de bu tanımın içine dahil midir emin olamıyoruz. Eğer 'dost ve kardeş' olduğu iddia edilen ülkelerin din görevlileri kastediliyorsa bunun Diyanete verilmiş emperyal bir görev olduğuna dair hiç kuşkumuz kalmayacak.
Bu kanun günümüzde AKP rejiminin en önemli ideolojik aygıtı haline gelmiş Diyanete yeni görev ve sorumluluklar yüklenildiğini gösteriyor. Kontrolündeki on binlerce cami ve 150 bine yaklaşan personeli ile Diyanet rejimin en büyük ve en kritik ideolojik aygıtlarından biri. Camiler siyasetin nabzının attığı en önemli mekanlar ve çoğu yerde kamusal alanın ta kendisi. Böylesi bir aygıtı kontrol etmek her siyasal akımın en büyük hayalidir. Çünkü camiler sadece ibadet yapılan yerler değil her türlü tartışmanın yapıldığı, kanaatlerin pekiştiği yerdir. Bu nedenle her rejim Diyanete özel bir önem vermiştir. Kemalist Cumhuriyet yer altına inmek zorunda kalan tarikat ve cemaatlerin etkinlik ağını kırmak için kendine sadık imamlar yetiştirmeyi hedeflerken sonra gelenler de farklı bir davranış içerisinde olmamıştır. Diyanet daima din üzerinde kurulmak istenen kontrolün en etkili vasıtası olmuştur. AKP'de yeni rejim inşa ederken bu keyfiyeti sonuna kadar zorlamıştır. Diyanet öncekilerle kıyaslanamayacak azamete mevcut iktidar döneminde ulaşmıştır. Rejimin özlemini duyduğu hayaller, hedefler artık Diyanet İşleri Başkanı'nın ağzından dillendirilmektedir.
Muhalefet bunları bilmesine, Diyanet İşleri Başkanı'ndan şikayet etmesine karşılık Diyanetin kurumsal varlığına iş gelip dayandığında sesini çıkaramamaktadır. Bu da muhalefetin sınırlarını göstermektedir. Muhalefet iğdiş edilmiş laikliği dahi mesele edinmemektedir. Ayasofya'nın bir rövanş duygusu içinde yeniden ibadete açılması karşısında kayıtsızdır. Diyanetin rejim içinde artan gücünü gündemleştirmemektedir. AKP militanı gibi davranan Diyanet İşleri Başkanını ara sıra eleştirmekle Laikliğe sahip çıkar gibi yapmaktadır. Sünni Türk Müslümanlığı muhalefetin kırmızı çizgisine dönüşmüştür. Bu alanın ideolojik denetimi iktidara bırakıldığı için gelen her türlü öneriye kayıtsız kalınmaktadır. Sabrederek, görmezden gelerek, üst üste tavizler vererek işlerin bir gün tersine döneceği hesap edilmektedir.
Halbuki ideolojik dönüşümler özneleri de değiştirir. İdeoloji sadece bir yalandan, yanılsamadan ibaret değildir. Althusser'den beri biliyoruz ki ideolojiler insanlara 'özneler' olarak seslenir. Bu seslenme dışarıdan değildir ve yeni özne inşalarına sebebiyet verir. Sizin uyanıklık yaparak kaçındığınız her ideolojik mücadele siyaseten altınızdaki zemini oyar ve siyaset yaptığınız alanı daraltır. Hasmının ideolojik alanında esir olanların sundukları siyaset her defasında inandırıcılık sorunuyla karşılaşır. Bugün her hangi bir iktidarı çok rahat %10'ların altına indirecek gelişmeler yaşanmasına rağmen muhalefetin ciddi bir atağa kalkamamasının nedeni bu ideolojik körlükten kaynaklanmaktadır. Bir de tam bir şark kurnazlığı ile buna 'ilm-i siyaset' yani yüksek siyaset denilmektedir ki işin şirazesinin kaçtığı yerde tam burasıdır.
Not: Burada yaptığımız eleştiriler Meclis muhalefetinin tamamına yöneliktir.