Hıristiyanlık başlangıçta bir Yahudi mezhebi gibi algılandı. İsa’nın en yakın havarileri Petrus ile Yakup yeni mezhebin Helenize edilmesine karşı çıktılar. Tartışmanın diğer tarafında ise Hıristiyanlığın asıl kurucusu Pavlus vardı. Pavlus, İsa’nın yaşadığı dönemde yakın çevresinde hiç bulunmamıştı. Hatta İsevilerin amansız bir düşmanı idi. Şam aydınlanması dediği ana kadar İsevilere çok zulüm yaptığını itirafta etmişti. İsa’nın en yakınındaki havarilerden olan Petrus ve Harun Helenistik düşünceden hemen hemen hiç etkilenmemişler ve Kudüs merkezli Yahudi inancının temellerine hep bağlı kalmışlardı. Hiç tartışmasız İsa’yı bir kurtarıcı, Mesih olarak görüyorlardı. Çünkü Mesih beklentisinin kaynağında bizzat Kitabı Mukaddes’in vaatleri vardı. Bir Mesih gelecek, Yahudi halkını Yahudiye topraklarında toplayacak ve ebedi kurtuluşu başlatacaktı. Ama Petrus ile Yakup İsa’nın beklenen Mesih olduğuna inanmakla birlikte Tanrı’nın oğlu olduğuna inanmıyorlardı. O marangoz Yusuf ile eşi Meryem’den dünyaya gelmiş bir fani idi.
Antakya’da yaşanan tartışma sırasında da Pavlus Petrus’u sünnetli olmayanlarla aynı sofraya oturmadığı için korkaklıkla suçlayacaktı. Yahudi şeriatına göre inanmış bir Yahudi’nin sünnetsiz birisiyle tokalaşması ve aynı sofraya oturması yasaktı. İbrani peygamberleri ile RAB arasında kıyılmış akdin sert kuralları vardı. Bunlardan en önemlisi sünnetti. Her Yahudi doğumundan sekizinci güne kadar mutlaka sünnet olmak zorundaydı. Sünnet akdin simgesiydi. Pavlus İsa’nın gelişi ile birlikte akdin yenilendiğine ve eski hükümlerin iptal edildiğine inanıyordu. İsa’nın gelişi ile beraber RAB ile insanoğlu arasında yeni bir akit kıyılmıştı. Sünnet de eski akdin hükümlerinden sayıldığından dolayı artık uyulmasına yer yoktu. İbrahim, İshak ve Yakup ile RAB arasında yapılan akitler şifahiydi. RAB yazılı akdini ilk defa Musa ile yapmıştı, ancak şimdi İsa’nın zuhuru ile birlikte onunla yapılan akitte iptal edilmişti.
Pavlus ilgisini İsa’nın hayatına değil ölümüne yönlendirdi. İsa insanoğlunun tüm günahlarını üstlenerek sırtına çarmıhı geçirmişti. Ölümü üstlenmiş ve sonra RABBİN sağ tarafındaki yerini almak üzere göğe yükselmişti. Pavlus ilgisini İsa’nın ölümüne yönelttiğinde faturayı da Yahudilere kesmiş oluyordu. Çünkü Roma valisi İsa’nın tapınakta kutsallara saldırdığını duyduğunda önce bunun Yahudilerin iç işi olduğunu söyleyerek karışmak istememişti. Ancak tapınak başrahibinin ısrarı sonucunda İsa’yı yargılamayı kabul etmişti. Ancak yaklaşan bayramları nedeniyle Yahudilere onu affetmelerini teklif ettiğinde dahi onlar katil ve hırsızların affını tercih etmişler İsa’yı affa yanaşmamışlardı. Pavlus Yahudilerin İsa’nın ölümünden birinci derecede sorumlu olduğunu düşünüyordu. Pavlus’a göre Yahudiler ne yasanın ne de Mesih’in gelişinin anlamını idrak edememişlerdi.
Yahudilerin İsa’nın ölümündeki doğrudan rolü ve hayatının geçtiği yerlerdeki Helenistik düşüncenin gücü Pavlus’u diğer havarilerden ayrıştıran yanlardı. Havariler tecrübelerini Yahudiye’nin yoğun dinsel atmosferinde edinmişlerdi. İsa’da diğer peygamberler gibi ebiyonitler denilen yoksullara önderlik eden, yol gösteren bir peygamberdi. Ama kral Heredos’a kardeşinin eşi ile evlendiği için lanet okuyan Yahya onun beklenen Mesih olduğunu söylemişti. Mesih’in gelişini Kitabı Mukaddes’e göre mutlaka bir başka peygamber haber verecekti. Yahya işte o peygamberdi. Pavlus, İsa’yı diğer Yahudi peygamberlerden özenle ayırmayı başardı. İsa akdini yalnız Yahudilerle yapmak üzere gelmemişti. Sırtına çarmıhı aldığı anda tüm insanlığın günahlarını üstlenmişti. Dolayısıyla akdini de tüm insanlarla yapmak üzere gelmişti. Yeni akit artık seçilmiş bir kavimle yapılmayacaktı. Akit evrensel ve mesajı da ekümenikti yani herkesi içine alıyordu.
Şimdi teolojik okumalardan maddi dünyaya adım atalım. Pavlus’un doktrine ettiği inanç ancak ikinci yüzyılın sonlarına doğru maddi bir güç haline gelmeye başlayacaktı. Dört İncil’in yazımı ikinci yüzyıl başlarında tamamlandı. Pavlus başta olmak üzere ilk misyonerler her yerde topluluklar kurdular. Her topluluğun başında bir süre sonra geçimlik ihtiyaçları o topluluk tarafından karşılanan rahipler ortaya çıkmaya başladı. Bir süre sonra rahipler cemaat üzerinde fakat ondan bağımsız hareket etmeye başlayan bir güce ulaştılar. Tarihçiler bu dönemde Roma’nın yaklaşık 60 milyona yaklaşan bir nüfusa sahip olduğunu ve bunun yüzde onunun Yahudilerden ibaret olduğunu söyler. İkinci yüzyıl ile birlikte ilk kilise örgütlenmeleri kendini göstermeye başladı. Her kilisenin etrafında bir topluluk ve başında da bir piskopos vardı. Piskoposun görevi giderek artacak ve sadece ibadeti düzenlemekle sınırlı kalmayacaktı. O başında bulunduğu kilise topluluğunun idari ve sosyal hayatı üzerinde de söz sahibiydi. Cemaat her tür sorununu çözmek için Roma’nın atadığı görevliye değil ona gidiyordu. Kilise giderek imparatorluk içinde ayrı bir toplumsallık oluşturmaya başladı.
Roma ise aynı dönemde derin bir buhran içinde yalpalıyordu. Roma’nın dayanağı olan köleci üretim tarzı teklemeye başlamıştı. Roma her yerde doğal sınırlarına ulaşmış ve artık ordusunu besleyecek imkânlardan yoksun kalmıştı. Fetih ve buna bağlı haraç imkânı sınırlarına dayanmıştı. Bağımsız çiftçiler topraktan ayrılmış ve lejyonlarda paralı askerler haline gelmişti. Üretimin başat unsuru olan köle emeğinin arzında sıkıntılar baş göstermişti. Her şeyden önce köleci üretim verimli değildi. Emeğin bolluğu teknolojiyi geliştirme konusunda bir heves yaratmıyordu. Üretim teknikleri yerinde sayıyor ve ilerlemiyordu. Roma her imperium’un başına er geç gelen bir tablo ile karşı karşıya kalmıştı. Fetihler sınırına ulaşmış, pahalı bir orduyu beslemek giderek zulmü arttırmış ve üretimin dayanağı olan köle emeği yük haline gelmeye başlamıştı. Daha barbar akınları birer şok dalgası halinde Roma’nın üzerine çullanmış olmasa da imperium’un kırılganlığı artmıştı.
Constantinus işte bu şartlar altında imparatorluğu ayakta tutabilmek için kilisenin gücünden faydalanmayı düşündü. Kilise hiyerarşik yapısı ile pagan dünyanın çok tanrıcılığına sağlam bir alternatif olabilirdi. Roma pagan dünyanın merkeziydi ve içinde sayısız tanrıya, inanca ve külte yer açmıştı. Bütün bunların ortasında sağlam örgütlenmesi, hiyerarşisi ve kurumsallığı ile kilise dikkat çekiyordu. Kilise örgütlenmesinin başındaki rahipler sınıfı hem imparatorluğun ideolojik uzantıları gibi ona hizmet edebilir hem de taşra bürokrasisi başta olmak üzere yerel idareci tedariğini karşılayabilirdi. Constantinus kiliseye baktığında sadece uhrevi şeyleri değil imparatorluğunun dünyevi pek çok ihtiyacını karşılayacak şeylerde görmüş olmalıydı. 330 yılında İsevilik Roma’nın resmi dini oldu. İznik konsülü Pavlus çizgisini kabul ederek İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğunu kabul etti ve doğu kiliselerinin aksi görüşteki iddialarını mahkûm etti. İsa beşer ürünü değil, annesiz ve babasız olarak Tanrı’nın oğlu olarak dünyaya gelmişti ve en sonunda Tanrı onu yanına almıştı. Mesih olarak bir kez daha dünyaya gelecekti ve ebedi krallığını kuracaktı.
İsevilik artık bir resmi din haline gelmişti. İmparatorluğun ideolojik yeniden üretiminin payandasına dönüşmüştü. İmparatorluğun başındaki kişi kilise örgütlenmesini de devletin hizmetine koşmuştu. Kilise görevlileri şimdi her yerde devlet iktidarının bir uzantısı haline geliyordu. Rivayet edilir ki İseviliği bir devlet dinine dönüştüren Contantinus’un kendisi iman ve itikat sahibi biri değildi. Vaftiz bile olmadığı söylenir. Ancak ölüm döşeğinde kardinaller meclisinin ne vakit toplanacağına karar veriyor ve ne yapmaları gerektiğini dikte ediyordu. Arada pagan yeğeni Iulianus dönemi yaşanılmış olsa da karşı-reform İseviliğin gücünü kırmaya yetmeyecekti. Beşinci yüzyıla gelindiğinde imparatorluktaki piskopos sayısı iki bine ulaşmıştı. İsevilik ve etrafında oluşan kilise bürokrasisi bir yağ lekesi gibi imparatorluğun her yerine sızmıştı. Pavlus öğretileri ile biçimlenen kilise için Yahudiler, hiç tartışmasız İsa’nın katlinin başlıca sorumlusuydular. Bir kriz döneminde ideolojik kapasitesi hesaplanarak imparatorluk dini haline getirilmiş olan İsevilik, karşısına çıkan krizlerde günah keçisi olarak Yahudileri göstermeye başlayacaktı. Ne zaman mı? Bir sonraki yazıda devam edelim.