Dilber’in taneleri, Yılmaz Güney'in terekesi

Gazete Duvar'dan Osman Özarslan'ın yazdı

COLA TURKA VE MÜKREMİN ÇITIR

2003 yılı, AKP iktidara henüz gelmiş, cemaat ile aralar güzel, ABD Irak’ı işgale hazırlanıyor. ABD, Türkiye’de ve bölgede, AKP benzeri yapılar ile anlaşıp Genelkurmayı ve kurumlarını tasfiye etmeye başlayınca, Ergenekoncular ulusalcılık diye bir şey icad etmişler, bildiğimiz düz faşizmi çakma bir Amerikan karşıtlığına bulamışlar, anti-emperyalizm diye satıyorlar. Şimdi “ABD, Avrupa bizi kıskanıyor” diye satılan hikaye tezgahta yeni dokunmaya başlanmış. Anti-emperyalizm yavaştan Türkçülüğe ve kof bir Amerikan karşıtlığına tahvil edilmeye başlamış.

Bu dalgayı siyasi olarak Ergenekoncular şişirdi ve kullanmaya çalıştı ama ticari olarak o yıllarda en iyi kullanan, Ülker Grubunun bir markası olarak ortaya çıkan Cola Turka isimli Coca-Cola muadili gazlı içecek oldu. Ürünün piyasaya çıkmasından aylar önce, tanıtım kampanyası başladı. Reklam kampanyasının arkasında basit bir fikir vardı, Cola Turka’yı içen Amerikalılar mental olarak Türkleşiyorlar, Türk gibi düşünmeye başlıyorlardı. Aylar süren reklam kampanyalarının sonunda “yerli ve milli” kola takdim edildi ve piyasaya inanılmaz bir giriş yaptı, Cola Turka’nın satışları patlamıştı. Sonra köpük söndü, satışlar düşüşe geçti ve zamanla unutuldu. Cola Turka unutulmuş olsa da, gazlı içecek olarak kötü bir üründü zaten, pazarlama stratejisi ve reklamlar onu piyasaya alkış kıyamet sokmuş ve gene bu stratejinin bir parçası olarak, ürün piyasaya çıktığında, herkesin en az bir kez tatması sağlanmıştı.

İnci Taneleri de benzer bir pazarlama stratejisi izleyerek, dizinin ilk bölümünü neredeyse bütün TV-Dizi izleyicilerinin izlemesini sağladı ve hem TV'de hem de sosyal medyadaki dizi piyasasına, kapalı gişe ile giriş yaptı.

İnci Taneleri'nin tepki çeken "failin olmak varmış" sahnesi

***

Türkiye’de yapılan dizilerin çok az kısmı ilgi çekici oluyor. Baba filmini izlediniz ya da kitabını okuduysanız, Türkiye’de üretilen ve üretilecek olan dizilerin yarısını zaten izlemişsiniz demektir. Yalan Rüzgarı, Manuela, Mavi Ay  gibi erken renkli TV dizilerini izlemişseniz de TV’de yayınlanan ve yayınlanacak dizilerin kalan yarısını izlemişsiniz demektir. Bu sarmalın dışına çıkabilen, orijinal-ilgi çekici yapımlar neredeyse yok gibidir.  İnci Taneleri de aslında bu önyargılarımın dışında değil(di). Dizinin ilk bölümünü, ilgi çekicilikten ziyade, benim ilgi alanlarımın bir kaçıyla ilgili görünmesinin bende yaratmış olduğu tadımlık Cola Turka sendromu ile izledim.

İnci Taneleri’nin ilk bölümünü izledikten sonra, yaşadığım duygu, Cola Turka’yı ilk kez içip sonra bir daha içmeyişime sebep olacak ‘ne bu şimdi’ duygusunun aynısı. Cola Turka, Coca-Cola’nın kötü bir taklidi ama pazarlama harikası bir üründü, İnci Taneleri de en azından ilk bölümünden bakınca Yılmaz Güney’in, Arkadaş (1974), Baba (1971), Umut (1970) filmlerinin kötü bir taklidi ve etik sorunlarla dolu  bir pazarlama stratejisi ürünü.

Bir de tabi filmin bitmeyen, artık zombileşmiş 90’lar hikayesinde açtığı yeni sayfa.

Yılmaz Güney faslı biraz uzun, önce şu 90’lar ve zombileri meselesine değinelim.

Herkesin 90’ları var, hobi ya da fobi edinir gibi 90’lar ediniyoruz. Türkiye tarihinde,  geleceğe doğru böylesine genişleyen, geleceği böylesine haczedip onun içlerine doğru genişleyen bir başka 10 yıl herhalde yoktur. Mehmet Ağar, Tansu Çiller, Meral Akşener, İbrahim Tatlıses, Yavuz Bingöl, AKP’nin 90’lar cover’ının sefasını süren ve onu biteviye hale getiren en bilindik isimler. Şimdi de Yılmaz Erdoğan. Eritildikçe daha kamil (kâmil değil kamil, a’nın üzerinde şapka yok, burası şokomelli) bir şekilde gelecekten gelen Terminatör gibi, sürekli başka biçimlerde karşımıza çıkan, gazı kaçmış, tahfif edilmiş, tağşiş edilmiş, tedavülden kalkmış bir Mükremin Çıtır.

Mükremin Çıtır (solda), Âzem (Sağda) 

Mükremin Çıtır 90’lar için alışılmadık bir fenomendi, gündelik dilin kör noktalarında kalmış mantıksızlıklığı, şapşallığı muzipçe ifşa edişi, gene gündelik dilin sınırlarını edebiyatın ve şiirselliğin sınırlarına doğru zorlarken, sıradan insanın bayağılığına karşı hazırcevaplıktan laf sokmaya sıçrayabilen hınzırca ironi. Elbette, TRT’nin mükerrer programlarının bürokratik-mono sesleri ile iyice uyuşmuş ve yeni arayışlar içinde olan erken renkli TV izleyicileri Mükremin Çıtır’ın İkinci Yeni ile tahkim edilmiş mental dizgesinde, Hakkarili kavruk hüznünde ve  dozu iyi ayarlanmış muhalif ‘gaz’ında kendilerini katmak için çok şey buldular. Ve belki de 2000’li yılların duyguları, orta sınıf hayalleri, melankolisi ve füzyona uğrayacak olan ailesi Çıtır Ailesi’nin salonunda mayalandı temsil edildi.

Ve Bitti.

2000’lerden sonra dünya artık başka bir yer, bir kere herkes kendi halince Mükremin Çıtır, laf sokmak ve hazırcevaplık, hele hele dilin sınırlarını gündelik hayatın içinde edebiyata doğru lüzumsuz ve üstelik manasızca zorlamak[3], alay konusu. Kafa, Bavul, Ot gibi işler Mükremin Çıtır’ın biz uyuduktan sonra gizli gizli okuduğu İkinci Yeni edebiyatının içinden geçti ve orayı da tüketti. Artık kimse Nazım Hikmet gibi Ahmet Erhan gibi Cemal Süreyya gibi şiir yazmıyor, şiir yazmak ve okumak uzunca bir süredir edebiyatın asli faaliyetlerinden birisi değil. Youtube’da izlenme süreleri 6 saniye ve sosyal medya 150-160 karakter kotası ile yazılıyor. Dünyadaki değişimlerle birlikte duygular dünyasının kartografyası da değişti.

Keza, bu zamanın komiği de başka; ama İnci Taneleri’nde Âzem’i oynayan, Yılmaz Erdoğan,  çalışılmış hareketleri, mesaj kaygılı katmanları, çiğ melankolisi ile insanı fıtık eden, zombiye dönüşmüş ve Çok Güzel Hareketler Bunlar’a ataması yapılamamış bir Mükremin Çıtır. Üstelik yazar, yönetmen, oyuncu ve yapımcı olarak Yılmaz Erdoğan’ın bütün halleri bu zombi tarafından ısırılarak edebi laf sokma sarmalına hapsedilmiş

Dahası var, bu oyuncu yalnızca sürekli laf sokma derdinde malumatfuruş bir adam değil, olgun-seksi’nin ilginç bir mümessili, sürekli hazırcevaplık ile edebi hassasiyetlerin sınırlarında gezinen senarist, ucuz numaralarla müşteri toplayan yapımcı. Ortalayan, kafayan çıkan, rövaşataya kalkan, kaleyi bekleyen, golü atan, golü yiyen, gole karar veren konsantre İznik Konsülü…

Evet çok güzel hareketler bunlar sbalobaloploplop…

BABA, OĞUL, KUTSAL RUH

Gramsci’nin deyimiyle, madem canavarlar zamanındayız, biraz da biz, mizah yapamaMA hakkımızı kullanalım ve bir an düşünelim. Truva Savaşı’nın en civcivli zamanları, Aşil, Agamemnon’a kızmış ve Truva topraklarını terk etmek üzere. Ama onun kuzeni Patraklos, savaşıp en az Aşil kadar büyük bir şöhret olmak istiyor ve Truva Savaşı’nın binlerce yıl konuşulacağını hissediyor. Kendisini bu hikayeye bir kahraman olarak sokmak istiyor, ama onda bir kahraman kumaşı yok. Aşil’in çadırına girip onun togasını, tolgasını, zırhını kuşanmaya başlıyor. Tam bu anda onu mesela Sırrı Süreyya Önder görseydi, herhalde şöyle derdi “Kardaşım Patro, heç mi aklın yok, çatma bu Hektor manyağına bak yeminle delbeğe gelmeyecek götü davula geriyon xaa…” peki ya Deli Emin “Hişşt dızzo, şerrrefsizim, sağlam götü elde görürsün, bırak o’lum o kılıçları, bi yerini kescen, zaten doktor-hemşire bi şey yok…”

Peki Cola Turka’dan Patraklos’a daha doğrucası Truva’ya nasıl geldik?

Malum, Nuri Bilge Ceylan ile Zeki Demirkubuz arasında yaklaşık 15 yıldır Yılmaz Güney’in terekesi üzerinden süren bir gerginlik var. Üç Maymun’u (2008) NBC, Zeki Demirkubuz’dan çaldı mı, Yılmaz Güney’in Baba filmi Üç Maymun’un neresinde vb.. Zaman zaman alevlenen bu tartışmayı, CinemaParadiso’dan (1988) Vizontele’ye tehcir olmuş sinema seyircisi, Truva surlarının önünde, Hector ile Aşil’in ölümüne dövüşünü izleyenler gibi izliyoruz, yarım kilo tuzlu çekirdeğin yanında, sarı kola (fanta) ya da demli çayı olanlara ne mutlu.

Başta da dediğimiz gibi memleket dizi sektörünün yarısı Baba kalan yarısı da Yalan Rüzgarı’ndan çakma olduğu için, yeni bir şey izleme şansı pek yok, ama İnci Taneleri büyük değişiklik, büyük yenilik, dizi sektörünün esin kaynağını, kerterizini Mario Puzo-Francis Ford Coppola ikilisinin Baba’sından (1973), Yılmaz Güney’in Baba’sına (1971) ve Arkadaşına (1974) doğru bükmüş. NBC ile Zeki Demirkubuz Truvalı Helen’in marazı için ölümüne dövüşenler gibi vuruşurken, Yılmaz Erdoğan, Yılmaz Güney’in terekesine dalmış ve onun tolgalarını, zırhlarını, mızraklarını, togalarını kuşanmaya kalkmış.

Meğerse, Yılmaz Erdoğan’ın ‘faili’ yalnızca bir Dr. Kimbıll değil, aynı zamanda başkasının yerine hapis yatmış, çocuklarını arayan bir Baba imiş. Bu babanın ismi de Âzem’miş ve hapisten çıktıktan sonra bir yandan, meyhane masalarında arkadaşları aracılığıyla hayata yeniden kök salmaya, öte yandan çocuklarını bulmaya çalışırmış. Gerçekten büyük yenilik, üstelik ipe de dizilmiş.

Yılmaz Güney filmleri Baba (1971), Umut (1970) ,Arkadaş (1975) 

Malum, Yılmaz Güney hem insan hem de sanatçı olarak, herhalde ölümünün ardından geride bıraktığımız son iki yıldaki kadar ateş altında kalmamıştır. Sineması da biraz unutuldu, bir zamanlar memleket solcularının illegal olarak izlemek zorunda olduğu Arkadaş, Baba ve Umut gibi filmlerine pek dönüp bakan yok. NBC ve Zeki Demirkubuz arasında süren, esinlenme-intihal tartışmasının bir parçası olarak, Baba, neredeyse sinefillerin ve orta-üst sınıfların entelektüel merakının konusu. Eh hazır, Yılmaz Güney sineması ‘itibarsızlaşmışken’, kimsenin ilgisini çekmezken, Yılmaz Güney’siz, Yılmaz Güney üretmek, muhtemelen Deli Emin’in bile aklına gelmeyecek harika bir fikir(2).

Neyse konumuza dönelim. Baba filminde Yılmaz Güney, bir zenginin oğlunun yerine hapse gider, yıllar sonra hapisten çıktığında, karısı intihar etmiş, anası delirmiş, kızı orospu olmuş oğlu da yerine hapis yattığı adamın fedaisi olmuştur… Tüm bu arayışta ona arkadaşları eşlik edeceklerdir. Yani, İnci Taneleri’nin hikayesindeki mecralardan birisi Dr. Kimbıll alaşımlı bir Yılmaz Güney Baba’sı. Ama Yılmaz Erdoğan’ın, Yılmaz Güney iltisakı burada bitmiyor. Zira, karakterin adı Âzem, Yılmaz Erdoğan’ın karakterinin adı da Âzem. Arkadaş filminde, Yılmaz Güney’in oynadığı ve sürekli “A’nın üzerinde şapka var” diye isminin alamet-i farikasını vurguladığı karakterin adı. Ki, Yılmaz Erdoğan da eskiden A’ların üzerinde şapka vardı diyerek, Yılmaz Güney’e bir işmar ediyor.

Yılmaz Güney (Baba-Âzem) Solda- Yılmaz Erdoğan (İnci Taneleri-Âzem)  sağda.

Güney’in Âzem’i devrimci bir karakterdir, bütün vaktini işçilerle, yoksullarla, köylülerle geçirir ve onları devrimci bir ahlak ve pedagoji etrafında eğiterek, devrimci harekete kazandırmaya çalışır, zengin sınıflara eleştirel bakar ve dönemin ruhuna uygun olarak, duygusallıktan uzak neredeyse aseksüel bir tipolojidir.

Yılmaz Erdoğan’ın Âzem’i edebiyat öğretmeni Dr.Kimbıll ise hapisten çıkar ve çıktığının 3. gecesi 3. kez karşılaştığı Dilber’le sevişir. Metruk, izbe bir otelde kalmaktadır ama evlere özel öğretmenliğe gittiği için, zengin gettolarına da erişimi olur (ev de sanki Bong Joon Ho’nun Parazit'inin geçtiği eve mi benziyor biraz?) Arkadaş filminde sınıfsal çelişkiler sayfiye yerlerinin savurgan ve çarpık ilişkilerine karışmış şımarık, sonradan görme zenginlerin hayatlarına karşılık, yoksul köylülerin tükenmişliği üzerinden verilir. Yılmaz Güney’in Arkadaş filmi, Marksist diyalektik çerçevesinde çürüyen ve gelişen sınıflar teması üzerinden, savurganlık ve ahlaksızlık üzerinden burjuvaziyi çürüyen sınıf olarak kategorize eder, işçi sınıfı ve yoksulları da, Engels(3) ve Kalinin’in(4) görüşleri doğrultusunda pedagojik-ahlaki formasyon verilirse, gelişecek, kendisini ve toplumu kurtaracak sınıflar olarak ele alır.

Dilber-Âzem, İnci Taneleri

Yani, Arkadaş’ın Âzem’i bir pedagogdur. Yılmaz Erdoğan’ın Âzem’i de bir edebiyatçı ve pedagogtur, yoksullara perspektif vermeye çalışır. Yılmaz Erdoğan’ın Âzem’i, evlerine edebiyat öğretmeni olarak gittiği terbiyesiz kız öğrenciye insani ve pedagojik dersler verip, kızı ehlileştirerek, evde ve evin hanımının gönlünde bir yer edinir. Yılmaz Güney’in ahlaki eğitim teması İnci Taneleri’nde devam eder ama önemli bir kayma ile: Yönetmen Yılmaz Erdoğan, bir yandan, Yılmaz Güney’in sınıfsal çelişkilere bakmaya çalışan kamerasını, bugünlerin ruhuna uygun olarak, zengin şımarıklığına karşı popülist öfkeyi, Caligula’vari bir şekilde kışkırtacak bir pozisyona çekerken, diğer yandan, bitirim zekası ve olgunluğu  ile evin hanımının gözünde giderek erotikleşmeye başlar. Öyle ki evin hanımı onu düşündükçe gözleri parlamaktadır ve eve 3. varışta ıstakozlu akşam yemeğine kalır, hanenin boğaza karşı viski yudumlayan alkolikleri ve snob elitleri ile de tanışır. Yılmaz Güney’in Âzem’i iki sınıf arasında yüzü devrimcilere dönük olarak durur; Yılmaz Erdoğan'ın Âzem’i ise belli ki iki kadın arasında kalacaktır…

İnci Taneleri - istakozlu sofra ve ıstakoz servisi (solda), Arkadaş - ıstakozlu sofra ve ıstakoz servisi (sağda) 

İlk bölüm, Yılmaz Erdoğan’ın Âzem’inin sille tokat dayak yemesi ile son buldu. Ardından ikinci bölüm fragmanı.

Âzem yerde, yüzükoyun yatmaktadır. Bir köpek gelir onu yalar, ayıktırır ve Âzem köpeği kucaklar, otele doğru yürür.

Ama köpek tanıdık bir köpek, yıllar öncesinde bir cast’tan kendisini tanıyoruz sanki, Yılmaz Güney’in Umut’unda Cabbar’ın oğlunun can dostu küçük köpek bu. Umut’un da derin umutsuzluğundaki tek sempati öğesi.

İnci Taneleri 2.bölümden bir sahne (solda), Yılmaz Güney Umut Filmi'nden bir sahne (sağda) 

Baba’nın kurgusu, Oğul’un Umut’u, ve Kutsal Ruh olarak Arkadaş … Evet, İznik konsili(5) Hz. İSA’nın niteliği ile birlikte keşke, intihal, esinlenme ve sanat eserlerine saygı duruşu arasındaki muvazaalı sınırları da netleştirseydi. Nedir bu sınırları zorlayan Yılmaz Güney referansları? Acaba, hazır Yılmaz Güney, bilhassa Arkadaş (maçoluk ve ahlakçılık eleştirisi) ve Baba (Üç Maymun tartışmaları) üzerinden, son derece sansasyonel hale gelmişken, buradan da mı “fail gafı”na benzer bir reytinge yürüme muradı var?

Gazete Duvar'dan Osman Özarslan'ın yazısının devamı için tıklayın

KÜLTÜR SANAT Haberleri

Dr. Gündoğdu Mersin’de ‘sanat’ konuşacak
İyilik Korosu Adana’ya geliyor
Adana turizmi teknoloji tabanlı genç girişimcilerle gelişecek
İllegal Hayatlar: Meclis zirvedeki yerini korudu