Devrimcilik Karşısında Düşüncenin Sınavı

Hacı Hüseyin Kılınç

60'lardaki öğrenci isyanları Frankfurt Okulu üyeleri arasındaki farklılıkları belirgin biçimde açığa çıkardı. Okulun ilk yılları en radikal olunan dönemdi. Okul Avrupa devrimlerinin geri çekildiği yıllarda kurulmuştu. Sovyet sosyalizminin aydınlar ve entelektüeller üzerinde yarattığı etki hala devam ediyordu. Alman kültürünün etkisi altındaki entelektüeller üzerinde Bolşevik devrimi dönüştürücü bir etki yaratmıştı. Bu etkinin kendini en fazla gösterdiği kişi kuşkusuz György Lukacs'dı. Okulun üyelerinin her biri burjuva idealizminin içinde geçerek komünizme doğru yelken açmıştı. Horkheimer'in doktora ve doçentlik tezi Kant üzerineydi. Babası işlerini takip etmesini istemişti, ancak o önce psikolojiye sonra felsefeye ilgi duymuştu. Adorno önce müziğe ilgi duymuş sonra doktorasını Kierkegard üzerine yapmıştı. Herbert Marcuse Heidegger'in talebesi olmuştu. Walter Benjamin ise Alman Baroku üzerine çalışmıştı. İçlerinde en havai, hercai olan oydu. Brecht ile tanıştıktan sonra komünizme ilgi duymaya başlamıştı. Bu ilgi de Litvanyalı sevgilisinin de etkisi olmuştu.

60'larda öğrenci hareketi üzerine başlayan tartışma asıl olarak Adorno ile Marcuse arasında yaşandı. Herbert Marcuse 60'lardaki öğrenci radikalizminin ilham kaynaklarındandı. Kitaplarına yoğun ilgi gösteriliyor ve protestocu öğrenciler Marcuse'u fikri rehberleri sayıyordu. Özgür Üniversite Öğrenci Birliği'nin eski başkanı Knut Neverman ' Marcuse bizim için çok önemli. Yaptıklarımızın arka planında kısmen o var ' diyordu. Marcuse savaş öncesi Almanya'da iken Heidegger'in talebesi olmuştu. Savaş öncesi yıllarda üzerinde Heidegger'in belirgin bir etkisi vardı. Horkheimer ve Adorno üzerinde 20.yüzyıl felsefesinin çok fazla bir etkisi olmamıştı. Ne Heidegger'den ne de onun hocası olan Husserl'den ve fenomenolojisinden etkilenmişlerdi. İkilinin üzerinde Hegel ve Nietzsche etkileri çok güçlüydü. Hegel'in diyalektiği ile bütünlük ve dolayım gibi kavramlarından etkilenmişlerdi. Diyalektiğin yadsıma uğrağı Adorno'yu hep etkilemişti. 30'ların Marcuse'u Heideggerci dil ile Marksizmden aynı ölçüde etkileniyordu.

Heidegger'in temel sorunsalı Varlık ile ilgiliydi. Bütün bir Batı düşüncesinin Varlığı unuttuğunu, ihmal ettiğini ve Varlık üzerine düşünmemeyi tercih ettiğini söylüyordu. Platon'la birlikte felsefe Varlığı sorun etmeyi bir kenara bırakmıştı. Halbuki felsefe Varlık sorusuna verilen cevap ile ortaya çıkmıştı. Platon'la beraber bu gündemden uzaklaşılmış felsefe ideleri ve bilgi meselesini odağına almıştı. Varlığın yeniden fark edilmesi için düşünce biçiminin kökten bir biçimde değişmesi gerekiyordu. Heidegger Varlığı soyut olarak değil zamanla birlikte düşünüyordu. Dolayısıyla Varlık sorununu tarihselleştiriyordu. Somut tarihi incelemeler konusunda Fransızlar belirgin bir üstünlüğe sahip olsalar da tarihi bir bilim haline getirmek ve tinsel bilimlerin merkezine yerleştirmek işini Almanlar yapmıştı. Marcuse bu dönemde Heidegger'in kavramlarına Marksizm üzerinden yaklaştı. Heidegger'in felsefi antropolojisini tarihselleştirdi. Çünkü Marksizm'in en belirgin özelliği her şeyi istisnasız tarihselleştirmesiydi. Örneğin Heidegger'in unutulduğunu söylediği Varlığın otantik yeniden keşfi için radikal eyleme ihtiyaç vardı. Marksizmin radikal eylemden anladığı devrimden başka bir şey değildi.

Marcuse ikinci savaştan sonra Almanya'ya dönmedi. Sürgün nedeniyle ABD'ye ilk geldiğinde Colombia Üniversitesi'nde beklediği işi bulamamış Enstitü'nün sağladığı sınırlı kaynaklar ile hayatını idame ettirmişti. Savaş sırasında Amerikan istihbaratının toplandığı OSS'den ( Stratejik Hizmetler Dairesi ) Almanca bölümünde çalışmak üzere teklif aldığında bunu diğer üyelere danışmış ve Horkheimer'in kaynaklarının çok az olduğu cevabı üzerine kabul etmek zorunda kalmıştı. Burada Almanca yayınları, gazete ve dergileri takip ediyor ve raporlar hazırlıyordu. Bu durum ileride muarızları tarafından CIA ajanı olmakla suçlanmasına neden olacaktı. Halbuki aynı kurumda Montly Rewiew dergisinin kurucuları Paul Sweezy ile Paul Baran'da çalışmıştı. Savaş yıllarında ilerici çevreler için yegane hedef faşizmin geriletilmesi olmuştu. Nazizmin, faşizmin yenilmesi için Sovyetler ve ABD birlikte çalışıyordu. Montly Rewiew hem Amerikan emperyalizmine karşı mücadele veriyor hem de emperyalizm analizlerinin yapıldığı en etkili yayın organıydı. Koşulsuz biçimde üçüncü dünyadaki tüm sömürgecilik karşıtı mücadeleleri destekliyordu. Castro'nun konuşmalarını, Guevera'nın yazılarını yayınlıyordu. Dolayısıyla Marcuse hakkındaki suçlamalar bir çarpıtmadan, yalandan ibaretti.

Marcuse savaştan sonra Adorno'nun dön çağrılarını kabul etmedi. Adorno boşalan bir kürsü nedeniyle ona Enstitü'ye yeniden dönmesi için davette bulunmuştu. Savaştan sonra ortaya çıkan durum konusunda anlaşamamış ve aralarında gerginlik oluşmaya başlamıştı. Horkheimer savaş sonrası ortaya çıkan totalitarizm tahlillerine iştirak ediyordu. Soğuk savaşın her iki yanını oluşturan taraflar arasında her hangi bir fark yoktu. Totaliter kuramcılardan ayrıldıkları yan Batı kapitalizmini hür dünya olarak saymıyorlardı. Sağ muhafazakar Aron ile liberal özgürlükçü Arendt için Sovyetler totalitarizmin hükmü altında yaşıyordu. Batı kapitalizmi hak ve özgürlükleri güvence altına almıştı. Horkheimer Batı kapitalizminin giderek neo-faşizme evrileceğini ve bu nedenlerle eleştirel düşüncenin her ikisine de uzlaşmaz bir tavırla yaklaşması gerektiğini söylüyordu. Horkheimer giderek bu görüşlerinden de uzaklaşacak bir muhafazakar haline gelecek ve Aron ile yakınlaşacaktı. Aynı akıbeti Kojove'de yaşamıştı. 30'lar Paris'in de verdiği Hegel seminerleri ile ünlenen Rus asıllı filozof savaştan sonra Fransız diplomasisine dahil olmuş ve Avrupa Birliği fikrinin savunucularından biri haline gelmişti. ABD ile yakınlaşmanın savunuculuğunu yapanlar arasında yer almıştı. Sartre, de Beauvoir, Battaile gibi Fransız entelektüel hayatının önemli isimleri ufuk açıcı bir Hegel okumasını ondan öğrenmişlerdi.

Marcuse Horkheimer'a katılmıyordu. Komünist partiler faşizmin karşısındaki en önemli güçtü. Onlara yönelik eleştiriler kuramsal düzeyde kalmalıydı. Demokrasiler elbette totaliter düzenlere tercih edilmelidir, ancak demokrasilerin nasıl ayakta durduğunu unutmamak kaydıyla. Demokrasiler yoğun sömürü ve Sovyetik düzenin sağladığı denge sayesinde ayakta durabilmektedir. Marcuse sosyalizmden komünizme doğru geçişte yaşanması gerekli tarihsel evrenin üzerinden atlamak ve Benjamin'in başka bir bağlam için kullandığı 'kaplan sıçrayışı' ile sınıfsız topluma doğru hamle yapılması gerektiğini söylüyordu. Marcuse için özgürleşim baskı ve sömürüden kurtulmakla gerçekleşecek ve asıl olarak da ezilen ve sömürülenlerin kurtuluşu ile sağlanacaktı. Adorno için kurtuluşun sınıfsal bir bağlamı yoktu. Kurtuluş konformizmin alçaltıcılığını yaşamamak için gerekliydi. Marcuse bu haliyle geleneksel Marksizme daha yakın duruyordu. Alttan alta süren gerginlikler öğrenci isyanlarıyla birlikte bir uçuruma varacaktı. Marcuse öğrencilerin tüm eksiklerine rağmen yanındaydı. Adorno ise onların düşünceden uzak, şiddete eğilimli, faşizmi yeniden hortlatma ihtimali güçlü eylemcilikleri karşısında şaşkınlığa düşecek ve enstitü öğrenciler tarafından işgal edildiğinde polis çağıracaktı.