‘’Doğrudan siyasi askeri düzeyde hiçbir şey olmadığı zaman (yani hiçbir saldırı, müzakere ve çatışma olmadığı zaman) Ortadoğu’da neler olmaktadır? Yavaş ve aralıksız bir süreç içinde olan biten şunlardır: İsrailliler Batı Şeria’daki Filistinlilerin ellerinden topraklarını almakta, Filistin ekonomisinin gelişmesini giderek engellemekte, topraklarını terk etmeleri için Filistinli çiftçilere baskı uygulamakta (ekinlerin yakılması, dinsel inançlara saygısızlık ve hatta bazı insanların öldürülmesi) bütün bunlar Kafkavari bir yasal düzenleme ağı ile desteklenmektedir. (Anti-Semitizm Üzerine, s.92, Slavoj Zizek, Encore Yay) Tehlikeli bir hareket yapıp Filistinliler yerine Kürtleri koyalım ve soralım; Kürt sustuğunda, konuşmadığında, ‘ben varım’ demediğinde başına neler geliyor?
Hayat Kürtler yokmuş ve hiçbir dertleri bulunmuyormuş gibi akmaya devam ediyor. Ama Kürtlerin başına onca şey geliyor: siyasetçileri hiçbir makul gerekçe gösterilmeksizin mahpusta tutulmaya devam ediyor, Öcalan üzerindeki tecride bir türlü son verilmiyor, kazandıkları belediyelere kayyumlar atanıyor, korkusuzca gerçeğin üzerine giden gazetecileri tutuklanıyor, sırf onların milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırmak için anayasaya geçici maddeler ekleniyor, muhalefetin en büyük partisinin genel başkanı anayasaya aykırı olduğunu bizzat kendi söylemesine rağmen dokunulmazlıklarının kaldırılmasına parmak kaldırıyor, sürekli partileri kapatılıyor, Mezopotamya’nın kadim halklarından olmalarına rağmen bir statü edinmeleri bile çok görülüyor. Kısacası Araplar, Farslar ve Türkler kendilerine hak gördükleri hiçbir şeyi onlara layık görmüyor. Weber’in Yahudiler için ‘parya halk’ demesinde olduğu gibi bir parya gibi, lanetli bir halk olarak yaşamaları isteniyor.
Türk sekülercisinin Kürt’ten istekleri bir türlü bitmiyor. Seçimlerde koşulsuz bir biçimde kendisini desteklemesini, fakat bunun karşılığında kendisinden hiçbir talepte bulunulmamasını istiyor. Seküler cumhuriyetçi bir faşist ile protokol yaptığında ve bu protokol Kürtleri ezmeyi hedeflediğinde dahi Kürdün kendine destek vermesini bekliyor. Her türlü desteği versin, fakat sesini çıkarmasın. Kürt kendi adına siyaset yapmasın, bir istekte bulunmasın, ama koşulsuz bir biçimde arkamızda dursun. Varlığını hissettirmesin, özel isteklerde bulunmasın, Kürt olduğunu bile ağzına almasın. Önce kurtulmamız gerekenlerden bir kurtulalım, önceliğimizi buna verelim, sonrasına sırası geldiğinde bakarız. Kürt zaten bunu yüzyıldır yaşıyor. Kurtuluş Savaşı bittiğinde Kürde her hakkının verileceği milli mücadelenin liderleri tarafından söz verilmişti. Kürt bunu istediğinde gericilikle yaftalandı ve İngiliz uşağı sayıldı. Demokrat Partililer Kürde, bir kez tek parti iktidarına son verildiğinde üzerlerindeki baskının kalkacağı sözünü verdikleri halde, iktidar olur olmaz söylediklerini unutmuşlardı. Kürtler muhafazakâr ve mütedeyyin bir topluluk olarak hayatlarına devam etsin, ancak Kürtlüğünü unutsun istiyorlardı. Erdoğan’da önce 400 milletvekili verin gerisine bakarız dediğinde aklından geçenler ‘alavere dalavere Kürt Memet nöbete’den başka bir şey değildi.
Türk sekülercisi Kürtlüğünü askıya alan Demirtaş’ı çok sevdi. Onun da kendi gibi modernite ile barışık biri olduğunu gördüğünde ferahlamıştı. Eşinin başı açıktı, çocukları enstrüman çalıyordu, kardeşleri de onun gibi avukattı, ancak içlerinden biri dağa gitmiş olsa da şu sıra bunu çok sorun etmemek gerekiyordu. Babası bir işçi emeklisiydi, annesi bizim analarımız gibi türban değil geleneksek Türk kadına uygun biçimde başörtüsü bağlıyordu. Bu da dert değildi kırsaldan gelmiş veya şehirlerin ağırlıkla kenar mahallerindeki tüm Türk kadınları da başlarını böyle bağlıyordu. Eşinin başı açıktı ve çok modern bir aile görüntüsü veriyorlardı, bu yeterliydi. Adamın keskin bir zekâsı, eşsiz bir mizah kabiliyeti vardı. En ağır meseleleri bile mizahın diliyle yumuşatıyor ve konuşulabilir bir kıvama getiriyordu. Böyle gittiği takdirde muhalefetin yaşadığı liderlik krizini bile çözebilirdi. Bir de saz çalmıyor mu, türkü söylemiyor mu? Bu yönü halk ile çok rahat bağ kurmasına imkân tanıyordu.
Modern, bizim gibi laik, olağanüstü bir mizah yeteneğine sahip ve üstelik saz da çalabiliyor. Kürt meselesini çok az ağzına alıyor ve hatta gerek olmadıkça hiç almıyor. Önceliğini tümüyle Erdoğan’ın yenilmesine vermiş, biz de aynı şeyi istemiyor muyuz? Üstelik bizim liderlerimiz bu kadar yetenekli de değil? Erdoğan’ın en çekindiği, onunla dikine mücadele eden tek parti başkanı da o değil mi? Erdoğan önce bir devrilsin sonrasına bakılır. Demokratik özerklikmiş, ana dilde eğitimmiş, bir siyasi genel afmış bunlar olmayacak şeyler. Kurtulacaksak hep beraber kurtulacağız yok öyle tek başına kurtulmak. Nasıl olsa aynı gemideyiz.
Zizek aynı yerde şöyle bir soru sorar; ‘Batı Şeria’daki toprakları günbegün ellerinden alınırken Filistinliler neden elleri kolları bağlı dursun ki?’ Tehlikeli sorular sormaya devam edelim o halde. Siz her şeyi isterken Kürde bir şey vermeyecekseniz Kürt niçin size versin? Erdoğan kadar bile cesur değilseniz Kürt neyinize inansın? Bir ortak bildiriye imza atmayarak Kürdü kandıracağınızı zannediyorsanız sahiden de çok zekisiniz (!) Erdoğan Kürtlüğünden ödün vermeyen Kürdü zaten dövüyor, gidecekleri başka bir yer yok ki diye düşünüyorsanız sahiden de bir alçaksınız. Demirtaş savunmalarında eskinin kapandığını, Kürtlük için yeni bir dönemin başladığını, bu dönemde tereddütsüz bir biçimde halkının hizmetinde olduğunu söyledi kısaca. Neler söylediğini detayına bir sonraki yazıda girelim.