15 Temmuz kutlamaları her geçen yıl biraz daha sönük geçiyor. Kutlamalar resmiyet dünyasının dışına çıkamıyor. Kutlamalar AKP ve MHP etkinliklerine dönüşüyor. Toplumun geri kalanı kendini kutlamaların içinde hissetmiyor. İktidar 15 Temmuz'u yeni bir kuruluş, silkiniş ve ayağa kalkış olarak hikaye etse de inandırıcı olamıyor. Çünkü halkın 15 Temmuz'a ilişkin kanaatleri ile iktidar çevrelerinin anlattığı hikaye birbirinden çok farklı. Halkın büyük bölümü darbeye ilişkin muammaları kafasından silebilmiş değil. İktidarın her bir aktörünün, anlattığı hikaye de dikiş tutmayan, teyellenemeyen yanlar var. Her bir anlatı adeta birbirini tekzip ediyor, yok sayıyor. İktidarın darbe karşısındaki masumiyetine prim verilmiyor. Hatta bizzat iktidarın darbenin nesnel koşullarını hazırladığı konusunda güçlü kanaatler var.
İktidar darbe öncesinde, gelen tehlikeye kulaklarını kapattığı gibi, sonrasındaki uygulamaları ile de derdinin darbeyle hesaplaşmak olmadığını ayan beyan ortaya koydu. İktidarın derdi eğer darbe ile hesaplaşmak olsaydı hukukun elini kolunu serbest bırakır ve darbenin siyasi destekçilerini teşhir ederdi. Ama iktidar önceliğini darbeden azami kar elde etmeye verdi. Darbenin hedefinde doğrudan kendisinin olduğunu ileri sürerek, püskürtülmesinden elde edilen faydayı da tekelleştirmek istedi. İktidarın bu tavrı ve uygulamaları karşısında vatandaş darbeyle kendi arasında somut bir bağ kuramadı. Geçmişte kader birliği yapmış iki gücün, arasının bozulmasının sonucu gibi baktı darbeye. Bu nedenlerle kutlamalar her geçen yıl daha da sönükleşiyor.
Darbenin püskürtülmüş olması darbe dinamiklerinin tümüyle ortadan kalktığı anlamına gelmiyor. Hala bir darbe mekaniğinden söz edebilmek mümkün. Darbe mekaniğinin faal olmasının gerekçesi ise devletin darbe sonrasındaki yeni konfigürasyonundan kaynaklanıyor. Darbeyi demokratik güçlerin iradesi püskürtmediği gibi, darbe öncesinde de demokratik bir rejimin olduğundan söz edilemezdi. Darbeye maruz kalan ile darbeci güçler aynı gelenekten geliyorlardı, yıllarca işbirliği yapmışlardı. İkisinin de gayesi demokrasi değil, iktidarı tümüyle tekelleri altına almaktı. Yıllarca ittifak yapmışlar, karşılarına çıkan güçleri komplolar ve kumpaslar ile bertaraf etmişler ve en sonunda iktidarı paylaşamamışlar, birbirlerine düşmüşlerdi. Darbenin püskürtülmesinden sonra da demokratik bir zemine dönülmemişti. İktidar darbeye maruz kalmayı fırsatçılığa çevirerek, devlet aygıtı içerisinde kendince muhalif saydığı herkesi aynı çuvalın içine atmıştı. Darbenin failinin cemaat olduğu söyleniyor, iddia ediliyordu, ama darbe sonrasında yaşanılan tasfiyeler sadece onlarla sınırlı kalmış değildi. AKP ve MHP ittifakı darbeyi kendi dışındaki güçlerin tasfiyesi için fırsata çevirmişti. Bu tasfiyeden en büyük payı da, iktidarı cemaat konusunda yıllardan beri uyaran çevreler almıştı. En küçük bir cemaat bağı bulunmayan ve hatta yıllardan beri ona karşı bir mücadele içerisinde olanlar tasfiyeden ilk payını alanlar oldu.
Bu gerçek, yeni oluşan iktidar blokunun asıl gayesinin darbeci cemaati devlet aygıtından söküp atmak olmadığını gösteriyordu. Gaye, devletin içinde bütünsel bir tasfiyeyi gerçekleştirerek, iktidar blokuna dahil olmayan tüm unsurları devletten uzaklaştırmaktı. Darbecilerin niyeti de devlete el koymak, geniş tasfiyeler yapmak suretiyle devleti tam kontrollerine almaktı. Darbeden sonra derme çatma bir araya gelen ve bizim iktidar bloku olarak adlandırdığımız güçlerin de amacı da hemen hemen aynıydı. Liyakate, ehliyete ve nesnel ölçülere uygun bir kamu personel rejimi hedefleri yoktu. Sınav yönetmelikleri ile oynayarak, puanları düşürerek, sözlü mülakatlarda hoşlarına gitmeyenleri eleyerek devlet aygıtını kendi yandaşları ile doldurmaya çalışıyorlardı. Yüzbinlerce tasfiyeden sonra amaç demokratik bir hukuk devleti kurmak değildi. Darbeden gerekli dersleri çıkartmak suretiyle darbe mekaniğini tümüyle ortadan kaldırmaya verilmemişti öncelik. Adeta yangından mal kaçırırcasına, iktidar blokuna dahil olan her güç, devlet aygıtından bir şeyler koparmak telaşındaydı. Darbeci cemaat tasfiye edilmişti, ama yerlerine zihniyet olarak onlardan en küçük farkları olmayan başkaları gelmişti. Devletin işleyişindeki mantık değişmemişti.
Bir hukuk devletinde devlet personeli sadece hukuka karşı sorumludur. İdarenin tüm eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır. Modern devlet için işlevsel bir bürokrasi olmaz ise olmazdır. Bürokrasinin temel önceliği ise işlevselliğidir yani verilen görevleri hukuk içinde yerine getirmek suretiyle bir fayda üretmektir. Diğer bir özelliği ise rasyonelliktir. Bürokrasinin her tür eylem ve işlemine rasyonellik hakim olmalıdır. Bunlar olmaksızın modern devletten söz edilemez. Devleti oluşturan unsurlar hiyerarşik yapı gereği, emir ve talimatları üstlerinden alır. Yukarıdan aşağıya hiyerarşik bir işleyiş vardır. Bunların bir diğer tamamlayıcı parçası ise mesleğe giriş ve yükselişte tümüyle önceden belirli kuralların hakim olması, bu kuralların nesnel olmasıdır. Mesleğe girişte eğer hukuk dolanılarak siyasal öncelikler gözetiliyorsa; devlet personeli bulunduğu görevin hakkını vermek yerine kendini oraya taşıyan siyasi güçlere yaranma telaşı ile hareket ediyorsa; darbeci cemaat tasfiye edilirken ondan boşalan yerlere başka cemaat mensupları dolduruluyorsa; ve bu unsurlar sıralı amirlerinden gelen emir ve talimatlara değil cemaat hiyerarşisine kulak veriyorsa orada artık modern devlet olgusundan söz edilemez. Cumhuriyet dönemi eleştirileri ile tanınan Şerif Mardin, Kemalizmin İslamı ikame edecek bir etos yaratamamakla birlikte modern devlet olgusuna karşılık gelecek işlevsel bir bürokrasi yarattığını söylemişti.
Eğer bürokrasiye işlevsellik ile rasyonellik hakim değilse ve devlet aygıtı iktidar blokunu oluşturan güçler tarafından parselasyona tabi kılınmışsa karşımızdaki devlet bilindik, alışıldık devlet değildir artık. İktidar blokunu oluşturan her güç önceliğini kuralsız biçimde köşe başlarını tutmaya vermiş ise devlet de alışıldık işleyişinden uzaklaşmıştır. Atamalarda, iktidar blokunu oluşturan güçlere kontenjanlar ayrılıyor ve nesnelliğin yerine parti üyeliğine öncelik tanınıyorsa rasyonel işleyiş de ortadan kalkmıştır. Bir bakanlık filanca cemaatin kontrolüne geçmiş ve filanca teşkilatta da bir partinin sempatizanları çoğunluk haline gelmişse işlevsellik de artık can çekişmektedir. Modern kapitalizmin finansallaşma evresinde piyasalara tekeller hakim olur. Tekelci kapitalizm olarak bilinen evrede ise tekeller bağımsız oyuncuların piyasalara girişini önlemek için aralarında anlaşmalar yapar ve karteller ortaya çıkar. Karteller piyasaları başka hiçbir güçle paylaşmama konusunda aralarında anlaşırlar. Günümüz devleti de modern devlet olmaktan uzaklaştıkça bir kartel devletine dönüşüyor. Çeteleşme kartel devletinin asli dinamiğidir. Devlet bütünlüğünü yitirmeye başladıkça çeteleşme devletin temel eğilimi olmaya başlar.
Her güç devletten pay kapmaya, kendi özerk alanını inşaya koyulur. Çeteleşme hukuk tanımaz ve rasyonellikle de bağdaşmaz. Çete gücünü her yere yaymaya ve sürekli alan kazanmaya yönlendirir. Çeteleşmede siyasi güç ile para gücü at başı gider. Siyasi çeteler ile bildiğimiz mafyöz çeteler arasında güçlü simbiyozlar meydana gelir. Mafyöz çeteler devlet içeriisnde rahatlıkla cirit atmaya başlar. Birbirlerinin arşivini tutarak koz biriktirirler. Devlet birliğini ve bütünlüğünü kaybetmiştir artık. Karteller birbirlerinin alanına tecavüz etmeme konusunda yasak koyar. Çekişme veya ihtilaf sınır ihlallerinden kaynaklanır. Artık hukukun bir hükmü kalmamıştır. Karteli oluşturan tekeller devlet aygıtını parselasyona tabi tutmuştur. Her biri bir parçayı egemenliği altına almış ve özerkliğini ilan etmiştir. Bu durum devletin kuralsızlaşması, hukuk tanımaz bir noktaya gelmesi demektir. Darbe mekaniği denilen şey de tam bu betimlediğimiz duruma karşılık gelir. Taraflar birbirleri ile yenişemedikleri zaman ortaya bir pata durumu çıkar. Ancak bu hal sürdürülebilir değildir. Çünkü modern iktidar paylaşılamaz. Karteli oluşturan güçlerden biri anlaşmayı bozmak ve diğerlerini tasfiye etmek ister. Yoğunlaşma ve rekabet buna zemin hazırlar.
Aynı bölünme ve parçalanma devletin zor aygıtlarına da hakim olmaya başladığında darbe mekaniği harekete geçer. Davutoğlu'nun T-24 de Murat Sabuncu'ya verdiği röportaj da Erdoğan'la ilgili söyledikleri 'darbe ihtimali' olarak manşetlere çıkarıldı. Davutoğlu kartel devletini içeriden tanıyan birisi olarak Erdoğan'ı uyarıyor; ' Türkiye'de maalesef devlet içinde kendisini devletten daha güçlü zannedenler bazı sorunları tırmandırarak (Kayseri olaylarını kastediyor- abç) ülkeyi kaosa sürüklemek suretiyle bir şeyler elde etmeye çalışıyorlar bir güç korumaya çalışıyorlar. Türkiye'de gördüğüm risk bu. ... Bu kesimler isterler ki iktidar üzerinde otoriteyi kursunlar ve bugünkü iktidar, o otoriter yapıya bir manivela gibi mülteci sorununu kullanmak istiyor'. Yasal iktidarı baskı altında tutan güçler olduğundan dem vuran eski Başbakan bu koşullarda 'Erdoğan ve çevresinin kendini güvende hissedeceği bir siyasi iklimin bulunmadığının' altını çiziyor. Davutoğlu'na göre gerektiğinde Erdoğan ve çevresinin güvenliğine yönelecek bu çevreler devlet içerisinde bulunuyorlar. Bu durumdan çıkmak için Davutoğlu rejim değişikliği öneriyor. Ona göre Türkiye çözüm olarak yeniden parlamenter rejime ve hukuk devletine dönmelidir.
Davutoğlu'nun söylediklerinin mürekkebi kurumadan yine aynı site de Ümit Özdağ, Cansu Çamlıbel'e konuştu. Özdağ'ın konuşması bizim yaptığımız 'kartel devleti' analizinin bir teyidi. Özdağ eski bir AKP'li bakanın Bahçeli'ye AKP ile ilgili bir suç dosyası teslim ettiğini ve Bahçeli'nin Sinan ateş davası öncesinde gösterdiği dosyanın bu dosya olduğunu' söylüyor. Eski bakanın kim olduğunu anlamak için müneccim olmaya lüzum yok . MHP ile bu kadar yakın olacak ve elindeki dosyayı kullanılmak üzere teslim edecek kişi Süleyman Soylu'dan başka birisi olamaz. MHP ise kartel devletinin ve yeni iktidar blokunun en önemli ortaklarından. Yargı ile polis teşkilatı ve jandarma da ciddi bir güce ulaşmış bulunuyor. Sinan Ateş cinayetinin azmettiricilerinin bu partinin en tepe yerlerinde bulundukları bizzat ailesi tarafından iddia edilse de yargı bu iddiaların üzerine gidemiyor. Cinayetin kurgusu büyük ölçüde ortaya çıkmış olsa da, mahkeme de yapılan savunmaların hiç bir inandırıcılığı bulunmasa da, oklar MHP'ye doğru gitmiyor. Kartel güçlerin aralarındaki mutabakat gereği cinayete adli bir vaka gözüyle bakılıyor. Çünkü kartel devletinde hukuk asma yaprağından başka bir şey değil. Burada hukukun zoru değil zorun hukuku galebe çalar. Darbe yıl dönümünde Polis Özel Harekatı ziyaretinde Bahçeli'nin elinin polis şefi tarafından öpülmesi ve yanlarında olan Emniyet Genel Müdürü'nün bu davranışı hoşnutlukla onaylaması, silahlı bürokrasinin bu unsurunun gerçek sadakatinin nereye olduğunun resmi olarak hafızaya kazınıyor.