Cumhuriyet’in 100. Yılı Kutlama Etkinlikleri kapsamında Adana Ticaret Odası, Adana sanayi Odası, Adana Ticaret Borsası ve Adana Hacı Sabancı Organize Sanayi’nin birlikte düzenlediği panele konuşmacı olarak katılmıştım.
Prof. Dr. Azmi Yalçın’ın moderatörlüğünü yaptığı panelde diğer konuşmacılar ATÜ Kütüphane ve Dokümantasyon daire başkanı Ahmet Karataş ve Tarihçi Cezmi Yurtsever idi.
Adana Ticaret Odası Hizmet Binası’nda 23 Ekim 2023 tarihinde düzenlenen panelin konusu “Adana Ekonomisinin Dünü, Bugünü, Yarını” idi.
Odalar adına Sayın valimiz plaket takdim ettiler.
Kayıtlara girmesi adına yaptığım konuşmayı yayınlıyorum.
Meslek Seçme Hakkı muhteşem bir özgürlüktür. Bu özgürlüğün değeri ancak onu kaybettiğimiz zaman anlaşılır. Aldığımız nefes gibi, farkında olmadan her gün ortalama 20.000 bin kez nefes alırız. Fark etmek için bir kez soluğumuzun kesilmesi yeter.
Cumhuriyetin bize kazandırdığı ve farkında olmadan soluduğumuz bir özgürlükten söz etmek istiyorum: “Meslek Seçme Özgürlüğü.”
YENİLMEYEN OSMANLI EVLERİ
Birinci Dünya savaşı bitmiş, Osmanlı devleti yenik sayılmıştı. Ülke olarak yenildiyseniz, sadece toprak değil; birçok değer kaybedilir. …
Bu yenilgi işgalin kapısını açar, artık boğazlar yolgeçen hanı olarak görülmektedir.
Gelin görün ki, yenik devletin yenilmeyen halkı, Mustafa Kemal’in önderliğinde boğazlardan muzaffer devletlerin geçişine izin vermez.
Başta İngilizler olmak üzere, o mağrur devletler Çanakkale’de yenilmiştir.
Onları üzen sadece yenilmiş olmaları değil, “Hasta” ve “Bitik” bir devlete yenilmişlerdir. Bunu hazmedemezler.
İngiliz Avam Kamarası’nda dönemin Başbakanı Churchıll’e (Çörçil’e) hesap sorulur:
“Sen nasıl olur da ordularımızın yıktığı “Hasta” bir devleti yenemezsin?” Çörçil onlara:
“Ben Osmanlı Devleti ve ordusunu yendim ama Osmanlı Evini yenemedim…”
Değerli arkadaşlar, konumuz bu, yenilmeyen Osmanlı Evleri: Bu günün ifadesiyle Cumhuriyet Evleri…
HEP ÖYLE MİYDİ?
Çocukluğumda şöyle bir olayla çok karşılaşırdım: Anne, sekiz dokuz yaşına gelmiş çocuğu elinden tutar, artık abisine mi, amcasına mı ya da nazının geçtiği bir akrabasına gider:
“Ya Ğayyey, Alla istirek, ığtay hel sabi…(*)” diye başlar ve devamını şöyle getirir: Çocuk sokakta kalmasın, para istemez, bir meslek öğrensin yeter.”
Marangoz, mobilyacı, eczacı, saraç, tornacı, tamirci, kuyumcu, camcı… Her neyse…
Ne kadar basit değil mi? Oysa bu basit sözü söyleme hakkı, Cumhuriyetin bize kazandırdığı en muhteşem değerlerden biridir.
Anne veya baba çocuğu için istediği mesleği istediği zaman seçer ve bunun için siyasal ya da toplumsal alanda bir yasak tyoktur.
Pekala hep öyle miydi? Bu soruya cevap arıyoruz.
250 YIL ÖNCE 97 MESLEK
Yaşadığımız bu şehirde 250 yıl önce hangi meslekler vardı?
Birkaç tane söyleyeyim: “Kazzaz”, “Kundakçı”, “Canbaz”, “Göncü”, “Cüllah”, “Habbaz” , “Haffaf”…
250 yıl önce Adana’da insanların geçimlerini sağladığı 97 meslek tespit ettim. Bunların yarıdan fazlası bugün ölü mesleklerdir. Elbette zamanın ihtiyaçlara göre yeni meslekler ortaya çıkıyor. Ama bugün yeni bir ihtiyaç çıktığında biz yine istediğimiz mesleği seçmekte özgürüz.
Sorumuz şuydu? Hep özgür müydük?
*
ASKERE ALINMAMA ÖDÜLÜ
Osmanlı Devleti bir cihan imparatorluğu – nedenleri konumuzun dışında olmak üzere – çöküş sürecine girdi. O dönemde - muhtemelen batı sevdasının peşine düşen- aydınlar şu görüşü ortaya attı. “Efendim, ülkede yaşayan azınlıkların askere alınması doğru değildir…”
Bu görüş, batılılaşma, çağdaşlaşma adına Osmanlılarda sermayenin el değiştirmesi için eşi bulunmaz bir fırsat doğurdu. Ve 19.yy’ın ikinci yarısında aynı gerekçelerle yasalaştı. “Azınlıklar askere alınmayacak…”
Askere alınmayan azınlık, ne yaptı, cephe dışında kalıp ticaret ile uğraştı ve zenginleşti
Çağdaşlaşma adına kendi yurttaşına güvenmeyen bir devlet oluverdik.
E, Osmanlı savaştan başını kaldırmıyor. Yemen bir yandan, Trablus, Balkan, Kafkas derken her yer savaş,.. “Topraklarımız kanla sulandı” diyoruz ya, bana göre dünyanın hiçbir ülkesinde toprak, bu denli şehit kanıyla sulanmamıştır. O yüzden marşımız.
“Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şüheda “ der…
Ve doğrudur.
Müslüman dağda, bayırda, çölde yurdu için ölürken, azınlıklar, toprağı işlemekte ticareti rahatça yapmaktadır. Çünkü askere gitmeleri yasak... Bu ülke için canını verenlerle, nimetlerinden faydalananlar aynı değildi. Osmanlı devleti güçsüzleştikçe, bu kez azınlıklar ticaret ayrıcalığını kaybetmemek için yanlarına Müslüman çırak almaz oldular… Osmanlılar sınırda kazansalar bile içeride ekonomik alanda yeniliyorlardı.
Az önce saydığım 97 mesleğin çoğu artık azınlıkların ve gayri Müslimlerin elindeydi. Piyasaya hâkim oldular. Ekonomiye hâkim olunca da yerel yönetimlere hâkim oldular.
250 yıl önce bir anne çocuğunu alıp, “eti senin kemiği benim” diye zanaat sahibi kimselere çocuğunu verirken, 100 yıl önce veremiyordu.
Bu özgürlüğü ancak cumhuriyet ile birlikte yeniden kazandık.
*
Geçen yıl, yayınlamış olduğum Adana’nın Aynası – 1930 adlı kitabımda sadece bir eczacı çırağı kazanabilmek için nasıl mücadele edildiğini detayı ile anlatmıştım.
Casus filmlerini aratmayacak maceralar ile ilk eczacımız Mustafa Rıfar Gülek’i yetiştirdik.
Değerli dostlar, - Allah bir daha göstermesin – Pandemi dönemi yaşadık… Hepimiz için zorlu bir sınavdı ağır bedeller ödendi, şükürler olsun atlatıldı.
Vefat edenlere Allah’tan rahmet, kederli ailelerine baş sağlığı diliyorum.
Sağlık personelinden bir ordumuz vardı, Doktorlarımız, sağlık ocakları, hastane, klinik, eczanelerim,z vs…Şükürler olsun.
AMBERE DÖNÜŞEN MANDA TEZEĞİ
Şimdi sizi 1865’li yıllarda yaşanan Kolera Salgını’na götüreyim.
Kolera salgınında Adana’da sadece iki tane doktor vardı. İkisi de Gayrimüslim idi. Ve ikisi de salgın başlayınca Adana’yı terk ettiler.
O dönemler Adana’da belediye teşkilatını teşekkül etmediği yıllar. Halkın çoğu savaşlarda, geriye kalanlar ise hastalıktan kırılıyor. Ticaret gayrimüslimlerin elinde olduğu için, ilaç sektörü de onlarda… Ara ki çözüm bulasın…
Halk arasında bir söylenti yayılır: “Camus (Manda) tezeği koleraya iyi geliyor…” Kullanım şekli olarak şöyle tavsiye ediliyor, tezek bahur gibi yakılıyor, dumanı tütsü gibi çekiliyor…
Manda tezeği bir anda karaborsaya düşüyor. Adana’da manda tezeği bulunamaz oluyor. Özellikle, Ermeni nüfusun yoğun olduğu Saimbeyli ve Feke tarafından at arabaları ile camus tezekleri getirilip, fahiş fiyatlara satılıyor…
Ticarette söz hakkımızı yitirince, camus tezeği bile amber kokulu şifa diye satılmaya başlar.
Mesela ben, kendi topraklarımızda patates dururken, ta bilmem nereden patatesin üstelik pişmiş olarak kutularla gelmesine tahammül edemiyorum. Allah’ın bereket ile donattığı, büyük zenginlikler verdiği bu topraklara dışarıdan hazır pişmiş yemek gelir mi?
Bu olayı ben, tezeği karaborsadan satın almaya benzetiyorum.
Siyasal gücümüzün yıprandığı o yıllar, ekonomik gücü de kaybettik. Kolay değildi o yıllar, ekonomik hayatımızın temeli olan ahilik kurumu artık çalışamaz oldu. Mesleklerimizi özgürce yapma hakkını koruyamadık. Hiçbir Müslüman çocuğunu alıp, “eti senin kemiği benim, diyemedi…” Çünkü içinde bulunduğumuz kargaşa halkımızın etini de kemiğini de cebindeki parasını da yarın planlarını da almıştı.
ATI KİM NALLAYACAK?
Hatta şu bilgiyi paylaşayım; Ermeni olayları’nda Adana’ya Cemal Paşa vali olarak atanmıştır.
Ermeni tehcirinin yaşandığı yıllar. Ermeni yurttaşlar Adana’dan gönderilir… Gönderilir de, bakarlar ki, atlarını nallayacak usta yok, basmacı, kazaz, tamirci, kalaycı yok… İşler durur. Çünkü yabancı uyruklu ve gayrimüslimler, Müslümanlardan bir çırak alıp yetiştirmemişlerdir.
Tehcire tabi tutulan Ermeniler arasından Müslümanlığı kabul eden zanaatkârlar çağrılır ve bu tarihi açık kapatılmaya çalışılır.
ÖZGÜRLÜK VE VATAN
Değerli arkadaşlar, Cumhuriyetin en büyük nimetlerinden biridir, Meslek Seçme Özgürlüğü… Kendi ülkende halkının ihtiyaçlarına cevap olanak meslekleri seçmek bir özgürlüktür.
Ve bu özgürlük bir vatanda yaşanır. Vatan deyince…
İçinde ticaret özgürlüğü olmayan bir vatan da özgür değildir. İçinde, tohumu, tarihi, kültürü, sanatı özgür olmayan bir vatan da özgür değildir.
Peki vatanı nasıl koruyacağız?
Şimdi ben silahı alıp sınıra koşup vatanı koruyacağım desem, saçma olur. Ben caddenin karşısına geçemiyorum, cephede nasıl çarpışacağım?
Biz vatanın sınır savunmasını ordumuza, Mehmetçik’e bırakacağız.
Vatan sadece sınırları kanla çizilmiş topraklar değildir.
Vatan işçinin çalıştığı tezgâh, mobilyacının presi, tornacının CNC makinesi, müdürün yetkisi, ozanın dizeleri, yazarın kelimeleridir. Valinin Makamı, başkanın yetkileridir vatan…
Bugün atölyesini veya fabrikasını koruyan sanayici, kahramandır, İşini iyi, yapan, doğru ve dürüst yapan esnaf en yüce vatanseverdir.
Bırakın sınırları asker korusun, siz iş olanaklarınızı tezgâhlarınızı ve işinizi koruyun. Sizin terk ettiğiniz her iş kaybedilmiş bir kaledir.
Çörçil’in yenemediği Cumhuriyet evi, sizin evinizdir.
Bugünün kahramanlığı budur. Nitekim Mustafa Kemal Atatürk: “vatanını en çok seven, işini en iyi yapandır” demiş.
Sizin her birinizin evi Cumhuriyet evidir ve sizler bu evlerin kahramanlarısınız.
Ve her birinizin bu evleri koruma görevi, Cumhuriyete yapacağınız en büyük hizmettir.
Çörçil’ler ancak böyle etkisiz kılınabilir…
Ben değil, tarih öyle söylüyor.
Ben Cumhuriyet evlerinin kahramanı olan hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyor ve alkışlıyorum.
(*) Kardeşim Allah’ını seversen anlamına
(**) “Kazzaz; İpekçi, ipek yapan, satan dokuyan esnaf.”Kundakçı: Tüfek Kundakları yapan esnaf. “Canbaz”: At alıp satan kimseler. “Göncü”; Ham ya da işlenmiş deri satan kimse.
“Cüllah”; Dokumacılık ile uğraşan esnaf. “Habbaz”; Ekmekçi, ekmek yapan ve satan esnaf.