Nefes almak yaşamaksa, yaşıyorduk işte! Hele bir de karnın tok, sırtın pekse sorun yoktu. İtiraz da edemezsin. Edersen duyacağın sitem bellidir:
“Yediğin önünde, yemediğin ardında. Aç mısın, açıkta mısın? Senin derdin ne?”
Çocuk hâlinle düşünemezsin, düşünsen de “Benim ruhum aç, ruhuuum!..” diye bağıramaz, derdini kimseye anlatamazsın.
“Ne saçmalıyorsun yine? Nasıl doyuracağız, ruhun midesi mi var?” derdi herhâlde, açlık deyince yalnızca yemeği düşünenler.
Çocukken düşündüklerimi ancak şimdi yazabiliyorum.
Ruhun ilacı gezmek, görmek, tanımaktır. İnsanı, çevreyi, doğayı, dağı, taşı, ağacı, çiçeği, börtü böceği…
Yeni yerler görmek, yeni insanlar tanımak, yeni bilgiler edinmek, ruhu dinlendirir, huzura kavuşturur. Bu da gezerek, görerek, kültür sanat etkinliklerine katılarak sağlanır.
Eğitim ve sağlık, birbirini besleyen en önemli iki ana damardır. İç içe geçmiş, bütünleşmiştir. Biri olmazsa diğeri de olmaz. Sağlıkçıyı eğitimci yetiştirir, eğitimciyi de sağlıkçı korur. İşte bu iki grubun bir araya gelip kafa kafaya vermesiyle de böyle güzellikler oluşur. Ülkeler bu birliktelikle kalkınır, maddi, manevi kültür ve sanat alanında da kendinden söz ettirir.
Adana Tabip Odası’nın düzenlediği bir gezide, aklımdan bu düşünceler geçiyordu. Bilmediğimiz, duymadığımız, görmediğimiz ne çok şey varmış. Hem de yanı başımızda, burnumuzun dibinde.
Şubatı Yaşar Kemal ayı ilan eden ATO’nun kültür ve sanat âşığı üyeleri, dört haftalık “Birlikte Okuyalım” programını, anlamlı bir geziyle taçlandırdılar.
2 Mart Pazar sabahı saat 09.00’da ATO’nun önünde toplandık. Adana Büyükşehir Belediyesinin iki aracıyla, yaklaşık kırk kişi, kırklara karışmaya gider gibi tatlı bir heyecanla yola çıktık. Yarım saat içinde Kadirli yoluna dönmüştük bile. Çocukluğumun başkenti Mercimek köyünü çıkarken yanımdaki arkadaşa Hara’yı anlatıyordum. Geçmişe doğru hüzünlü bir yolculuğun içinde kaybolmuştum.
Yaşar Kemal’in ayak izlerini takip ederek Ayşehoca köyünden sağ tarafa kıvrıldık. Dilekkaya (Anavarza) köyünde kazı işlerini yürüten ekibin başkanı Doç. Dr. Fatih Erhan (Osmaniye Korkut Ata Üni. Arkeoloji Bölüm Başkanı) ile Aslan karşıladı bizi. Aslan da kim, diyeceksiniz. Aslan, kazı alanının şımarık ve yılışık çoban köpeğiydi. Önce tedirgin olmuştuk ama sonra varlığına alıştık bu dilsiz dostun.
Bütün dikkatimizle Fatih Hoca’yı dinliyorduk. Anavarza’da hüküm sürmüş uygarlıkları, dinleri, yakın tarihimize kadar bölgede yaşananları akıcı bir biçimde anlattı.
Bugüne kadar çok sayıda uygarlığa ev sahipliği yapmış, her yanından tarih fışkıran bu güzelim coğrafyamıza, Çukurova yerine Kültürova ya da Uygarova diyesim geliyor.
Bu kazı işleri de iğneyle kuyu kazmaktan farksızdı. Fatih Hoca kendini bu işe adamış gibiydi. Günün yirmi dört saati işinin başında olabilmek için evini de oraya taşımıştı. En büyük derdi definecilerdi. Uzun çabalar sonucu, jandarmadan destek almayı başarmış, bu kültür hırsızlarından kurtulmuştu. Kazıyı bitirebilmesi için otuz yıllık bir süreden söz ediyordu.
Çaylar içildi, güzel görüntüler telefonlara kaydedildi, zaman su gibi aktı, yarım kalan sohbetlerin boynu bükük kaldı. Fatih Hoca ve şımarık oğlu Aslan’la vedalaşma zamanı geldi.
Sıcakkanlı, güler yüzlü ve esprili rehberimiz Selahattin Menteş’in, “At biiin!..” komutuyla araçlara yöneldik. Gezinin ikinci bölümü olan Hemite köyündeki Yaşar Kemal Kültür Evi’ne doğru yol almaya başladık.
Menderesler çizerek nazlı nazlı akan Ceyhan Irmağının kıyısındaki Hemite köyü, Dadaloğlu gibi sırtını dağlara dayamıştı. Yaşar Kemal’i bir de Köy muhtarından dinledik.
Öğlen olmuş, karnımız acıkmıştı. Tam o sırada Döndü Ana ve ekibi çıktı ortaya. Gözü gönlü bol Anadolu insanının konukseverliğiyle, kendilerinin yaptığı besbelli olan yiyeceklerle masaları donatmaya başladılar. Kırk kişiyi doyurmak kolay değildi. Gak diyene sıkma ve böreği; guk diyene de ayran ve çayı yağdırdılar.
Ayrılık saati gelmiş, üstümüze bir hüzün çökmüştü. Rehberimizin yeniden “At biiin!..” komutuyla yola revan olduk. Mustafabeyli üzerinden Osmaniye-Adana yoluna çıktık. Havanın güzelliğine de diyecek yoktu. Yazdan kalma bir günün keyfini yaşıyorduk. Ceketler çıkarılmış, küçük camlar açılmış, otobüsün içi tekir yaylasına dönmüştü.
Bütün bu işleri kotaran beş kişilik bir grup ve onlara destek olan gönüllülerdi. Yaptıkları yollarla, köprülerle insanları birbirine bağlaması gerekirken, memleketi haraca bağlayan beşli çete denilenlerle karıştırmayın bu beşliyi. Bunlar alıcı kuşlar gibi yırtıcı ve acımasız değildiler. Aksine, dostluğun ve barışın sembolü, bir zamanların güzel haber taşıyan postacısı, güvercinler gibiydiler. Gözlerdeki ışıltı, yüzlerdeki tebessüm yetiyordu onlara. Sevgiyle ve dostlukla besleniyorlardı. Otobüs durunca düşüncelerimden sıyrıldım.
Saat 16.00’da, geziye başladığımız yer olan ATO’nun önündeydik. Geziyi düzenleyenlere teşekkür ederek vedalaştık.
Üzerimde tatlı bir yorgunluk vardı. Bu gezide yaşadıklarım, açlık çeken ruhumu da doyurmuş, mutlu etmişti.