El Aksa Tufanı’nın birinci yılında aktörlerin geldiği noktayı tek tek değerlendirelim. Önce Hamas’tan başlayalım: El Aksa saldırısı Filistin meselesini tekrar dünya gündeminin başköşesine yerleştirmeyi başardı. Oslo sürecinden sonra ve yer yer yaşanılan intifadalar dışarıda bırakılacak olursa Filistin meselesi adeta derin dondurucuya kaldırılmıştı. Bu durum en fazla İsrail’in işine geliyordu. Uluslararası toplumun ilgisizliği, bölge ülkelerinin kayıtsızlığı İsrail’in toprak işgalleri ile sistematik yerleşimci politikalarını gözden ırak tutuyordu. Bu ilgisizlik İsrail’in nihai hedeflerine imkân tanıyordu. 7 Ekim saldırıları ile birlikte dünya yeniden Filistin trajedisini konuşmaya başladı. Filistin halkının dünyadaki dostları milyonlar halinde her ülkede sokakları doldurdu. İki devletli çözüm yeniden gündeme geldi. Herkes biliyor ki sorunun nihai çözümü toprak bütünlüğüne sahip, başkenti doğu Kudüs olan ve diasporadaki Filistinlilerin de ülkelerine dönüşlerinin sağlandığı Filistin devletinin tüm dünya tarafından sağlanmasından geçiyor. Bugün bu hedefin çok uzağında olunmakla birlikte Filistin devletini parlamentolarında tanıyan ve diplomatik ilişki geliştiren ülkeleri sayısı hızla artıyor.
7 Ekim saldırısı başlangıçta Hamas aleyhine bir ortam hazırlamıştı. Saldırıda sivillerin öldürülmesi ve rehine olarak alınmaları bir infialin doğmasına yol açmıştı. Ama hemen peşi sıra İsrail’in orantısız ölçüde güç kullanması ve amacını hiç sakınmaması dünya çapında havanın değişmesine yol açtı. İsrail’in derdi sadece Hamas’ı ortadan kaldırmak ve meşru müdafaa hakkını kullanmaktan ibaret değildi. İsrail hedef ayırmaksızın Gazze’yi yok etmeye, bunu yaparken taş üstünde taş bırakmamaya karar verdi. İsrail’in Gazze’ye ilişkin planı Hamas’ı yok etmeden ibaret değildi. Gazze’yi tümüyle insansızlaştırmak ve halkını çöle göndermek öncelikli amaçtı. Bu sayede Gazze toprakları işgal edilecek ve İsrail açısından doğu Akdeniz’e erişim sağlanacak ve Avrupa’ya gönderilecek doğal gaz koridorunda İsrail stratejik hedeflerine ulaşmış olacaktı. Ama İsrail taş üstünde taş bırakmamasına, Gazze’yi tümüyle bir beton yığınına çevirmesine rağmen bu amaçlarına ulaşamadı. Gazze halkı 50 bine yaklaşan ölüye, 100 bini aşan yaralıya ve 1 milyon insanın topraklarını terk etmesine rağmen Gazze’yi terk etmedi. İsrail’in Gazze’yi insansızlaştırma stratejisi sonuç vermedi.
Gazze’de yaşanılanlar uluslararası toplum tarafından en hafifinden katliam olarak değerlendirildi. Bunun bir soykırım olduğunu söyleyenler azımsanmayacak rakamlara ulaştı. İsrail bugüne kadar ikinci dünya savaşında Yahudi halkının yaşadığı Holacost’un sunduğu ayrıcalıklardan sonuna kadar yararlanıyordu. İsrail kendini eleştiren herkesi ayrımsız anti-semit olmakla suçluyor ve susturuyordu. Soykırım söylemi üzerinde adeta bir tekel oluşturmuştu. Bir soykırım endüstrisi yaratmıştı kendine. Bu sayede Filistin halkına yaptığı zulme ses çıkarılmasını engelliyor, konuşanları susturuyor ve soykırımı kendi açısından bir istisna haline getiriyordu. İsrail’in bu ayrıcalıklı durumu önemli ölçüde yıprandı. Soykırıma uğramış olmak bir başka halka soykırım yapmayı İsrail örneğinde olduğu gibi engellemiyor. Dünya Yahudi halkının yaşadığı soykırımın İsrail devletini dokunulmaz kılmayacağını giderek daha fazla idrak ediyor. İsrail başbakanı ile üst düzey yöneticileri bugün uluslararası ceza mahkemesi’nde sanık olarak yargılanıyorlar. Bu mahkemeye şikâyette bulunan ülkelerin sayısı artıyor. Netenyahu’nun birçok ülke tarafından daha şimdiden savaş suçlusu olarak ilan edildi.
Güvenlik Konseyi BM’nin harekete geçmesini engellese de genel kurul İsrail’i kınayan birçok karar aldı. BM’nin Filistin meselesinde barışı sağlayacak güç ve imkânlardan yoksun olması uluslararası arayışları hızlandırdı. Daha büyük sınamalar karşısında BM’nin hiçbir işe yaramayacağı ve bir üçüncü dünya savaşı ihtimalini bu hali ile bertaraf edemeyeceği çok daha fazla konuşulur hale geldi. İsrail’in arkasında bir avuç emperyalist ülke kaldı. Bu ülkelerin sokaklarında milyonlarca insan Filistin halkı ile dayanışmasını bildirmek için ses çıkardı. İsrail edindiği meşruiyet önemli hasarlar aldı. Kamuoylarının gücü, halkın kararlığı iktidarları etkilemekten uzak olsa da ortam yeniden Filistin halkı lehine döndü.
Körfez ülkeleri başta İsrail ile İbrahim anlaşmalarının altına imza atan ülkeler çark etmeye başladılar. Bu anlaşmaları kendi halklarına izah etmelerinin, kabul ettirebilmelerinin koşulları tümüyle ortadan kalktı. Bu ülkeler bugün Filistin halkı ile sözde bir dayanışma içerisinde olsalar da İsrail ile yakınlaşabilmeleri bu hava devam ettikçe mümkün görünmüyor. Tüm Arapları birleştiren en önemli tutkal bir dönem Filistin davasıydı. Arap ülkeleri sokaktaki meşruiyetlerini bu halka verdikleri desteğe borçluydular. Filistin davasından uzaklaşıldıkça bölge ülkeleri çok daha fazla emperyalizmin güdümüne girdiler. Filistin davası giderek bir turnusola dönüştü adeta. Bugün el altından İsrail ile ilişkilerini devam ettiren ülkelerin bunu artık aleni olarak yapabilmelerinin koşulları kalmadı. Bu hususta 7 Ekim saldırısının doğrudan bir sonucudur.
Neticede Gazze yerle bir olsa da, bir milyon Gazze’li topraklarını terk etmiş bulunsa da, elli bin ölü yüz bin yaralıya mal olan bir soykırım yaşansa da Filistin halkı topraklarını terk etmedi, ülkesini bırakmadı ve tüm imkânsızlıklar içerisinde ayakta kalmaya devam etti. Dünyanın ilgisi yeniden Filistin meselesine yöneldi. İsrail’in soykırım endüstrisi inandırıcılığını yitirdi. İsrail’in Filistinlilere sistematik soykırım uygulayan bir ülke olduğu alenileşti. İsrail geçmişte kendini bölgenin tek demokratik ülkesi olarak ilan ediyordu. Bunun üzerindeki tüm yaldızlar döküldü ve gerçek bütün aydınlığı ile ortaya çıktı. İsrail’in ırkçı bir din devleti olduğu ve Yahudileri bile kendi içinde hiyerarşilere tabi kıldığı ve bu ülkenin faşist bir devlet örgütlenmesine sahip olduğu anlaşıldı. Bu iddiaları yakın zamana kadar bir avuç insan dile getirebiliyordu ve dile getirenler hemen itibarsızlaştırılıyor ve anti-semit sayılıyordu. Bugün İsrail gerçeğini dile getirmek daha kolay ve rahat, çünkü 7 Ekim saldırısı İsrail’in suratındaki örtüyü kaldırdı.
Dünyanın daha kaotik hale gelmesi, üçüncü dünya savaşı olasılığının yükselmesi, sonu nereye varacağı belli olmayan bir kara deliğin içine doğru çekilmemiz 7 Ekim öncesine dönmeyi hayal ettirmemeli. Statükonun çözülmesine, İsrail gerçeğinin anlaşılmasına, Filistin halkının yaşadığı ızdırabın yeniden duyulur hale gelmesine ebedi barışın imkânları açısından yaklaşmalıyız. Bu ise ancak ezilen halkların, ulusların yanında saf tutmakla ilgili bir şeydir.