Hamas’ın 7 Ekim 2023 tarihinde gerçekleştirdiği ve ‘El Aksa Tufanı’ adını verdiği saldırıların üzerinden bir yıl geçti. Gazze’nin altına inşa ettikleri ve adeta labirenti andıran tünellerden çıkan Hamas militanları gerçekleştirdikleri saldırılarda binin üzerinde İsrail vatandaşını öldürmüş ve onlarcasını da tutsak almıştı. Tutsakların arasında İsrail açısından en değerli varlık olan askerlerde bulunuyordu. Hamas’ın amacı saldırılarla dünyanın dikkatlerini yeniden Filistin’e çekmekti. Çünkü Filistin mücadelesi Arap devletlerinden aldığı desteği büyük ölçüde kaybetmişti. İbrahimi anlaşmaları ile Arap ülkeleri İsrail’i tanıma aşamasına gelmiş ve Filistin davası bu ülkelerin sırtında artık bir yük olmaya başlamıştı. Bunu fırsat bilen İsrail toprak işgallerine devam ediyor, yerleşimci politikasını kesintisiz bir biçimde sürdürüyor ve Filistinlilere zulmü her geçen gün arttırıyordu. Arap birliği zirvelerinden çıkan ve somut bir karşılığı olmayan kınama kararları dışında Müslüman ülkeler konuyu adeta kanıksamamıştı. Hamas İhvan adı verilen, Mısır merkezli Sünni Müslüman enternasyonalin bir kolu olsa da askeri ve stratejik desteğini İran’dan alıyordu. Finansal açıdan ise Katar’a bağımlıydı. Katar’ın Hamas’a verdiği destek ise ikircimliydi. Körfezde Suudiler ve BAE ile arasında bir hegemonik rekabet yaşayan Katar’ın Hamas liderliğine verdiği barınma ve finansal destek kalıcı olmayıp pamuk ipliğine bağlıydı. Amerika’nın bölgedeki en büyük askeri üssü Katar’da bulunuyordu. Bu üste yaklaşık 20 bine yakın ABD askeri vardı. Unutmayalım ki Katar’ın en büyük destekçilerinden biri de Türkiye.
Hamas’ın saldırıları bölgesel plandaki unutuluşa karşı bir isyandı. Ezilenlerin isyanları bıçağın artık kemiğe dayandığı, isyandan başka bir seçeneğin ortada olmadığı zamanlarda patlar. İsyan başka bir seçeneğin kalmadığı koşullarda kendini ileri sürer, dayatır. İnce stratejik planlar yapmaya, kılı kırk yarmaya ne vakti ne de takati vardır. Güçler arasındaki orantısızlığın pekâlâ farkındadır. Bu açığı fedakârlık, adanmışlık ve ölümü göze alarak kapatmaya çalışır. Ezilenlerin tarihteki başarılarının koşulunu da bu oluşturur. İsyan ezilenlere başka bir seçenek bırakmaz çünkü. Her günkü yaşamında isyandan bir farkı yoktur. Topraklarınız işgal altında ise, her gün zulme uğruyorsanız, adeta bir gettoya kapatılarak ölümü bekliyorsanız yaşam ile isyan arasındaki sınır belirsizleşmiştir. Hayatını her günkü rutinleri içinde mekanik olarak devam ettirenlerin bu durumu tahayyül ve tasavvur edebilmeleri de mümkün değildir.
Stratejistler, askeri uzmanlar, uluslararası ilişkiler uzmanları ve diplomatlar dünyaya realist bir gözle bakarlar. Karşı karşıya gelen güçlerin askeri kapasitelerine, mühimmatlarına, savaş aygıtlarının yeteneklerine ve uluslararası desteklerine odaklanırlar. İsyan onlar için asla realist bir girişim olmaz. İsyan eden tarafın İsrail gibi nükleer silahlara sahip bir güç karşısında başarılı olabilmesi imkânsızdır. İsrail karşısına çıkan birleşik Arap güçlerini tarihte iki defa mağlup etmeyi, onlara bir askeri hezimet yaşatmayı başarmış bir ülkedir. Bir de dünyanın en güçlü istihbarat teşkilatına sahiptir. Mossad dünyanın her yerinde, istediği operasyonu yapabilecek bir güce sahiptir. Bu nedenlerle Hamas’ın ‘El Aksa Tufanı’ adını verdiği saldırıların İsrail devletinden habersiz olması mümkün değildir denilerek ezilen Filistinlilerin isyanı küçümsenir, hor görülür. İsrail devletine kusursuz bir devlet aklı yakıştırılarak Hamas saldırıları küçümsenir, ezilenlerin her kalkışmasının nafile olduğu sonucuna varılır. Bu bakış açısı ezilenlere kaderlerine razı olmak dışında başka bir seçenek önermez.
Toprakları işgal edilen, topraklarına yerleşimcilerin sistematik olarak yerleştirildiği, sınırları belirsiz, toprak bütünlüğü olmayan ve bir o kadar Filistinlinin de İsrail de işçi, emekçi ve her tür haktan yoksun olarak yaşadığı bir halka telkin edilen tevekkül içinde kaderine teslim olmaktır. Dünyanın sırtını sıvazladığı, yaptıklarına ses çıkarmadığı, batılı güçlerin bölgedeki stratejilerinin tamamlayıcısı olan bir ülke ile; tankı, topu, tüfeği, uçağı yani düzenli bir ordusu bile olmayan ve askeri varlığını toprakları altına kazdığı tünellerde sürdürebilen bir milis yapılanmasının politik olarak sonuç verebilecek bir savaşa girmesi imkansızdır denilerek sırt çevrilir. Çünkü dünya artık şirret de olsa, katliamcı da olsa güçlülerin dünyasıdır. Ezilenlerin böyle bir güç karşısında haklarını arayabilmesi, dünyanın desteğini harekete geçirebilmesi ve etraflarında bir dayanışma ağı kurabilmeleri mümkün değildir yargısına varılarak haklı isyanlarına sırt çevrilir.
Onların eylemlerinin bağımsız olma şansı yoktur. Mutlaka bir başka büyük gücün piyonudurlar. Haklı davalarını bir büyük gücün stratejik hesaplarına alet etmişlerdir. Filistin meselesinde, Hamas saldırılarında bu büyük güç hiç kuşkusuz İran’dır. Hamas ile İran nesnel olarak yan yana gelmiş siyasi ve bölgesel aktörlerdir diye söylenenlere itiraz etmeniz muhataplarınızı iknaya yetmez. İran’ın bölgede inşa ettiği direniş ekseninin asıl rakibi İsrail’dir ve bu tanımlama İsrail için de geçerlidir ısrarınız da sonuç vermez. Çünkü batılı bakışlar bölgeyi değerlendirmede esaslı ölçü haline gelmiştir. Hamas Sünni bir radikal İslamcı örgüt ve İran’ın desteklediği direniş ekseni unsurları ise Şiacı dediğinizde ve yarın bu ittifakın bozulması da söz konusu olabilir diye tutturduğunuzda da sağır kulaklara bir şeyler anlatamazsınız.
Ama bir yıl sonra bölgedeki statüko baştan aşağı değişmiştir. Statüko içindeki aklıselim sahiplerini bile bir üçüncü dünya savaşı korkusu sarmıştır. Böyle olması da doğaldır, çünkü haritalar bir yüzyıl önce de yapay olarak çizilmişti. Savaşın galip güçleri olan İngiltere ile Fransa bölge haritasını kendi keyiflerine göre belirlemişlerdi. Suriye şimdi olduğu gibi üçe ayrılmıştı. Lübnan’da bir sömürge idaresi kurulmuştu. Filistin İngiliz sömürge komiserliğinin idaresine bırakılmış, ama 1917 tarihli Balfour deklarasyonu ile Yahudilere toprak vaadinde bulunulmuştu. Bir yüz yıl sonra İsrail kendi güvenlik ihtiyaçları ile batılı güçlerin çıkarlarını aynı çizgide buluşturarak bölge haritasını değiştirebilecek hamlelerde bulunmaya karar vermiş görünüyor. Mesele sadece Hamas ve Filistin ile sınırlı kalmayacak. İsrail yüz yılda bir eline geçeceğini düşündüğü fırsatı sonuna kadar zorlayarak karşısındaki direniş eksenini tasfiye etmeye kararlı görünüyor. Bu gelişme Türkiye başta bölgenin önemli güçlerini hem tedirgin ediyor hem de iştahlarını kabartıyor. Çünkü yüz yıl önce haritalar o dönemin emperyalist güçlerinin çıkarları gözetilerek çizilmişti. Bir Arap ulusundan 22 devletçik yaratılmıştı ve aralarındaki sınırlar tümüyle yapaydı. Sınırlar doğal değildi. Aşiret nefretleri, etnik hırslar gözetilmiş ve bölge halkları arasına zehirli tohumlar atılmıştı. Tarihin tekerleği yeniden dönüyor ve yapay sınırların ebedi barışa hizmet etmeyeceği nihayet anlaşılıyor.