1- En sonda söyleyeceğimizi en başta söyleyerek devam edelim. CHP’nin sunduğu vizyon öncelikle Batı sistemine bir mesaj veriyor. Böylece ABD, İngiltere ve yakında gerçekleşecek Almanya gezilerinin de nedeni anlaşılıyor. İktidar her şeyi paranoyakça davranışlarla bir komplo teorisine bağlamaya çalışsa da olan biteni anlamak için trol kafasına ihtiyacımız bulunmuyor. Maddeci düşünüş içinde olanı biteni berrak biçimde anlayabilmek mümkün. Bu yöntemle baktığımızda bir küresel geçiş çağında, dünya sisteminin ağırlık merkezleri yerinden oynarken CHP tercihinin hiç tereddütsüz Batı olduğunu cümle aleme duyuruyor. Bu ilan hem Batı’nın güvenlik koordinatlarına tam bir uyum anlamına geliyor hem de mali/finans mabedleri ile yeni bir eklemlenmeyi ifade ediyor. İstikametin Batı olması Batı’yı sadece değerler üzerinden okuyan çevreler için bir sorun yaratmayabilir, ama Batı dediğimiz aynı zamanda çevreyi bir bağımlılık zincirine bağlamış halkanın da merkezidir.
2-CHP Batı’nın kapitalist-emperyalist yönünü bilinçli bir biçimde resmin dışında tutmaya gayret ediyor. Batı bilginin, teknolojinin, üçüncü sanayi devriminin, inovasyonun, Ar-Ge’nin, bağımsız aklın, özerk üniversitelerin kıblesi kabul ediliyor. Batı’nın tüm bu ayrıcalıkları üzerinden çevre ile kurduğu eşitsiz ve tahakküme dayalı ilişki fazlaca sorgulanmıyor. Batı ulaşılması, yetişilmesi ve geçilmesi gereken bir ideali temsil ediyor. Kılıçdaroğlu’nun konuşmasında Batı’nın bu çelişik karakterinin üzerinde fazla durulmayarak şöyle bir geçilmekle yetinildi. Akif’deki hıncın zerresi olmamakla birlikte uysal bir itiraz yöneltildi.
3-Yine temiz paradan, temiz fonlardan bahsedildi. Kapitalizmin mabedi kabul edilen London City’deki birikmiş sermaye sanki gözünü kulağını Türkiye’ye dikmiş, heyecan içinde bir iktidar değişimini bekliyor ve memlekete gelmek için sabırsızlanıyor zannedersiniz. Sermayenin tek bir dürtüsü ve hareket yasası vardır: daha fazla kar etmek. Başka hiçbir güç sermayeyi ayartamaz. Sermaye mekansal tercihlerinde daha çok değerleneceği ve kendisine cazip gelecek yerleri tercih eder. Sermaye doğası gereği lekeli ve kirlidir. Sömürü ve karın hukuk ve yasallık tarafından aklanması sermayenin gerçek karakterini değiştirmez.
4-Temiz para ve fonlardan bahsedilirken aslında uluslararası merkezlere açık bir mesaj verilmektedir. Erdoğan rejiminin her defasında bulmayı başardığı şaibeli, kaynağı belirsiz, yeraltı ekonomisine bulaşmış para ima edilerek bundan kaçınılacağı ve uluslarası bankerlerle iş tutulacağı ve onlara cazip imkanlar sunulacağı anlatılmaktadır. Kuşkusuz Erdoğan çarkları çevirmek için gelen paranın kaynağını, menşeini çok kurcalamamakta ve bu nedenlerle de uluslarası sistemin baronlarının hedefi haline gelmektedir. CHP liderliği temiz para ve fon metaforu ile bu ilişki ağından uzak duracağını, bu tip paranın ülkede aklanmasının önüne geçeceğini ve kurallarını hakim Batı sisteminin koyduğu finansal akışkanlığı temel tercih olarak kabul ettiğini beyan ediyor.
4-Vizyon belgesinin son kırk yılın hakim sermaye birikim ve yönetişim modeli olan Neo-Liberalizm ile çok esaslı bir derdi bulunmuyor. Halbuki bir ara Kılıçdaroğlu bu konuda elini bayağı yükseltmişti ve bu acımasız sistem ile hesaplaşacağını vaat etmişti. Gramsci’nin bile kulaklarının çınlatıldığı vizyon konuşmalarında neolibaralizm üzerine tek kalem laf edilmedi. Demek ki Kılıçdaroğlu’nun ki bir retorik ve belagattan ibaretmiş diyesi geliyor insanın. Batı’nın en etkili güç merkezlerinde dahi sorgulanan ve son kırk yılımıza damga vuran bir modelin vizyonun dışında bırakılması bilinçli bir tercih miydi yoksa unutkanlık mı diye sorarak devam edelim.
5-Neoliberalizmin kurucu ilkesi en başta her şeyi piyasalaştırması ve kamu alerjisi ise diğeri de her halde siyaset ile ekonomi arasındaki tüm bağları koparmasıdır. Kılıçdaroğlu konuşmasında ısrarla siyasetüstü lafını kullandı. Danışmanlarının ve vizyon belgesinin siyaset üstü bir aklın ürünü olduğunu anlatmaya çalıştı. Buradaki derdi dar partisel çıkarlardan uzaklık ise söylediği bir yerde makul karşılanabilir, ama ekonominin siyasetten uzak tutulması gerekli olduğunu söylüyorsa tam da bunu söyleyenler reddettikleri şeyin dik alasını yapıyor. Çünkü son kırk yılın neolibaralizmi bu tekerleme altında emekçileri, halk sınıflarını ekonomik tercihlerin arkasındaki gerçek siyasal niyetleri okumaktan uzak tutmayı başardı. Ekonomik olgular neredeyse doğa yasalarıyla eş bir muamele gördü. Merkez Bankaları bağımsız olmalı, temel sektörler düzenleyici kurumlar eliyle yönetilmeli, kamu yararı değil karlılık ve sürdürülebilirlik gözetilmeli denilerek sermayenin isteklerine doğa yasası statüsü tanındı. Halbuki bütün bu tekerlemelerin altında açık sınıfsal tercihler yatıyordu. Halk sınıflarının kaynak tahsisinde neye öncelik verilmesi gerektiğinden, bölüşüm meselelerine kadar iktisadi tercihlere, ancak siyasetteki ağırlıkları oranında etkide bulunabilecekleri unutturulmaya çalışıldı.
6-Vizyon belgesi ve konuşmalar Türkiye’nin bir yol ayrımına geldiğini ve yapılacak tercihin geleceğimizi doğrudan ilgilendirdiğinden bahsediyor haklı olarak. Türkiye üçüncü sanayi devrimini veya endüstri 4.0 denilen süreci ıskaladığında dünyadan kopmuş olacak deniliyor. Fosil yakıt uygarlığının sonuna gelindiği doğal ve yenilebilir enerjiye geçmek gereğinin üzerinde duruluyor. Yeşil ekonomi, çevre dostu metalardan bahsediliyor. Bunlar dünyanın gidişatına kafa yoran herkesin kabulleneceği varsayımlar. Sorun bunun nasıl başlatılacağında düğümleniyor. Dijital dönüşümü, üçüncü sanayi devrimini, yeşil ekonomiyi, katma değeri fazla ve yüksek bilgi gerektiren bir sanayi alt yapısını kimle, kimlerle, nasıl kuracaksınız. Ahbap çavuş kapitalizminin genetiği ile hareket eden bir burjuvaziyi buna nasıl ikna edeceksiniz. Teşvik ve kredileri iç eden, kamu arazilerine çöken ve kısa vadeli karına odaklanan bir sınıf kamunun öncülüğü ve önderliği olmaksızın böylesi bir vizyonu nasıl kabullenecek? Sermayenin kar hırsı ile doğa arasındaki çelişki nasıl çözülecek? Otoriter bir siyasal kültürü ve aklın önündeki tüm engelleri kaldırmadan dijital dönüşüme öncülük edecek zekaları nasıl üreteceksiniz? Soruları dilediğimiz kadar arttırabiliriz.
7-Sunulan vizyon Türkiye büyük burjuvazisinin özlemini duyduğu fakat olması için de kolunu kıpırdatmadığı bir anlayışa yaslanıyor. Türk burjuvazisi Özal’dan Derviş’e hep böylesi bir programın özlemiyle yaşadı . Siyasetin karışmadığı bir iktisadiyat. Bir çevre kapitalizmi olmanın bütün özelliklerine haiz Türkiye kapitalizmi anlık soluklanmalar dışında bu programın hep dışına çıktı. Sermaye her şeyi istiyordu, ama sonunda anlık karından başka gözüne başka birşey de gözükmüyordu. Yaklaşık otuz yıldır burjuvazi içi bir kavgaya tanıklık ediyoruz. Laiklik, Atatürkçülük ve memleketin istikametine dair tartışmaların ardındaki asıl sorunsalı bu belirliyor. Batıcı laik burjuvazi ile bir ara Anadolu kaplanları denilen, ağırlığını TOBB’da ve MÜSİAD’da kümelenmiş egemen sınıf içi bir kavga bu. CHP sunduğu vizyon belgesi ile siyasal tercihinin çok açık bir biçimde büyük burjuvaziden yani TÜSİAD’’dan yana olduğunu söylüyor. Bu kavganın nedenlerine eğilmeden önümüzde cereyan eden birilerinin Türkiye yüzyılı diğerinin vizyon belgesi dediği kavganın künhünü asla anlayamayız.
Not: Benim söylediklerime aklı yatmayanların Artı Gerçek sitesinde Mehmet Altan’ın yazdığı ‘ Rumeli Beylerbeyi’nin Geri Dönüşü ‘ yazısına bakmalarını tavsiye ederim.