Hizipçilik bir siyasal partiyi içten içe çürüten en iflah olmaz hastalıktır. Eğer hizipçilik bir siyasal partinin bünyesini kemirmeye başlamış ise o partinin artık iflah olabilmesi mümkün değildir. Hizipçilik partinin bütünsel çıkarları yerine kendi dar çıkarlarına öncelik verir. Siyaseti partinin bütünsel çıkarlarını gözeterek değil kendi dar ekipsel çıkarlarına öncelik tanıyarak yapar. Hizbin parti hiyerarşisi dışında oluşmuş kendi özel hiyerarşisi vardır. Kararlar asıl olarak orada alınır ve parti organları da alınan bu kararların sadece uygulamaya geçirildiği yerlere dönüşür. Dolayısıyla hizip için partinin resmi kurumsal mekanizmaları görüntüden ibarettir. Felsefi kavramlarla ifade edecek olursak hizip genel içinde tikelin çıkarlarını, bütün içinde kısmi olanın haklarını gözetir. Bunları yaparken sanki genelin veya bütünün haklarını gözetiyormuş izlenimi vermekten de geri kalmaz. Ama bir siyasal partinin işleyişine vakıf olanlar açısından hizbin yaydığı imajın bir görüntüden ibaret olduğunu anlamak çok da zor değildir. Çünkü hizip pratiği kendini çok kolay ele verir.
Hizipçilik her siyasal partide değil, ancak özgünlüğü olan partilerde rahat at koşturabildiği bir zemin bulabilir. Bu partiler ise marka değeri yüksek olan partilerdir. Bu partilerin tarih içerisinde oluşmuş bir dizi özgün yanları vardır. Bu özellikleri bu partileri siyasi konjonktürlere karşı dayanıklı yapar. Partilerin çoğunluğu özel bir misyondan yoksun olarak kurulur ve tek amaçları iktidar olmak ve iktidarın nimetlerinden yandaşlarını yararlandırmaktır. Bu partileri İbni Haldun’un çöküş süreçlerini analiz ettiği devletlere benzetebiliriz. Yüksek bir asabiye ile tarih sahnesine çıkarlar ve uygarlıkla temas etmeye başladıkları an medeniyetin tüm nimetleri asabiyelerini yok etmeye başlar. Uygarlıktan uzaklıkları asabiyelerinin gerçek nedeniydi çünkü. Medeniyet dairesinin içine girdikçe iktidarla tanışırlar ve iktidar olmak Doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın deyimiyle tüm diri canlılıklarını yok eder. Tarihsel misyondan yoksun ve sadece mensuplarına devlet arpalıklarını dağıtmak için kurulmuş partilerin sonu da buna benzer. İktidardan yoksun olmak bu partilerin mensuplarında başlangıçta bir asabiye yaratır, ama iktidara geldiklerinde gözlerini devletin arpalıklarına diktikleri için, nimetlerden pay almaya başladıkça asabiyelerini kaybederler. Türkiye’de merkez sağda kurulmuş partileri bu örneğin içine yerleştirmek mümkündür. Demokrat Parti’den, Adalet Partisi’ne, oradan Anavatan Partisi’ne kadar merkez sağ koordinatlarda iktidar olmuş tüm partiler aynı akıbeti yaşadılar. Şimdi bu partiler birer tabela partisi olarak varlığını sürdürüyor olsa bile eski şaşalarının yanına bile yaklaşamıyorlar. Bir zamanlar bu partilerin bayrağını dalgalandırmış olanlar ise başka partilere göç etmiş bulunuyor.
Türkiye merkez sağ geleneğinde siyaset asıl olarak iktidar olmak için yapılırdı. Bu partilerin misyonunda milliyetçilik, muhafazakârlık ve kalkınmacılık yazılmış olasa dahi bunların tamamı buz üzerine yazılmış şeylerden ibaretti. Merkez sağ partiler asıl motivasyonunu iktidar olmaktan ve iktidar olmanın sağladığı nimetleri yandaşlarına dağıtmaktan alırdı. Bu partilerin siyaset yapma pratiği, felsefi pragmatizmle hiç ilgisi olmayan, kaba materyalizm olarak nitelendireceğimiz çıkarcılığa yaslanırdı. Tepeden aşağıya kadar her mensubu iktidardan nimetlerinden azami pay almak isterdi. Siyaset yapmanın temel güdüsü çıkara odaklandığı için bu partiler liderin etrafında birleşirdi. Menderes’ten Demirel’e ondan Özal’a kadar merkez sağ partilerde liderin tartışmasız bir otoritesi vardı. Lider otoritesini partisine seçim kazandırmaktan ve yandaşlarına arpalık dağıtmaktan alırdı. İktidar olanaklarının ortadan kalkması ile birlikte partiler dağılma ve yok olma sürecine girerdi. Demokrat Parti ile Adalet Partisi askeri darbeler nedeniyle kapatılmış olsa da bu partilerin kapatılmasının asıl nedeni artık iktidar olma şanslarını kaybetmeleriydi.
CHP yukarıda anlattığımız merkez sağ partilerden kökten farklı bir tarihe ve geleneğe sahip. Bugün dünyada CHP ile mukayese edilebilecek iki parti bulunuyor. Biri Hindistan’daki Kongre Partisi diğeri Meksika’daki Kurumsal Devrimci Parti. Bu üç parti de ülkelerindeki burjuva devrimlerine liderlik yaptı. Kurucu kadroları bu devrimlerin içinde oluştu. Ülkelerinin modernleşmesine öncülük ettiler. Hem burjuva devrimlerine liderlik yaptılar hem de devlet kurucu özelliklere sahiptiler. Geldiğimiz nokta da her üç partide çok uzun yıllardır ülke yönetimlerinde söz sahibi değiller. Ancak her üç partide bir tarihsel misyonun taşıyıcısı olarak kuruldu ve her şeyden bağımsız olarak güçlü birer marka değerine sahipler. Devrimle özdeşleştikleri için inanmış sabit bir kitleye sahipler. İktidardan uzak olmaları kitlelerin bu partilerden uzaklaşmalarını doğurmuyor. Kitleler daha çok orta sınıflar tarafından taşınan güçlü bağlarla bu partilere oy vermeye devam ediyor. Hindistan, Hint milliyetçiliği tarafından beslenen güçlü faşizan motiflere sahip bir parti tarafından yönetiliyor. Meksika’da ise Kurumsal Devrimci Parti giderek etkisizleşti ve marjinal bir partiye dönüşme yolunda evrim geçiriyor.
CHP’nin tarihsel misyonu ve marka değeri içindeki her hizip açısından partiyi kıymetli hale getiriyor. Türkiye’nin tamamıyla paralize olmuş iki kutuplu siyasal ortamında cumhuriyetçi yığınlar umutlarını bu partiye yüklemiş görünüyor. Cumhuriyetçi yığınların sorgusuz sualsiz umudu parti içi hiziplere geniş bir keyfilik alanı açıyor. Parti liderliğini ele geçirdikten sonra bir anda milyonlarca destekçisi olan bir partiyi yönetiyorsunuz. Bu parti dünyanın marka değeri en yüksek partilerinden birisi aynı zamanda. Tarihsel misyonunun verdiği gurur, milyonlarca destekçisi olmanın verdiği itibar ve taş çatlasa %20’nin altına düşmeyen oy desteği ve bunun sağladığı milletvekilliği, belediye başkanlığı, meclis üyelikleri ve iş bankası kaynakları partiyi içindeki hizipler açısından bir kaşıkçı elması kıymetine yükseltiyor. Bir an da kavuştuğunuz bu konfor ve bu konforu her ne bahasına korumak öncelik haline geliyor. Türkiye’de iktidar olmak yerine partide iktidar olarak, Baykal gibi 18 yıl, Kılıçdaroğlu gibi 13 yıl partiyi dikensiz bir gül bahçesindeymiş gibi yönetmenizi sağlıyor. Siyasal Partiler Kanunu ile parti tüzüğü ilanihaye partiyi yönetmenize imkân tanıyor. Yeter ki bir kez koltuğa oturmayı başarın.
Partinin genel iktidar içinde bir iktidar adacığı oluşturduğu yerde parti siyaseti de hiziplere mahkûm bir şekilde yürütülüyor. Hizipler ülkeyi yönetmenin, iktidar olmanın derdi yerine parti içinde egemenlik kurmaya öncelik veriyor. Partinin bütünsel çıkarlarına odaklanılmış olsa iktidar olmaya öncelik tanınır. Çünkü siyasal partiler iktidar olmak ve güce ulaşmak için kurulur. Ama elinizin altında bir tarihsel misyon ve devlet kuruculuk gibi moral değerler ve koşulsuz destek veren bir kitle tabanınız var ise önceliği hizip çıkarlarına verirsiniz. İsmet paşa CHP’nin devlet içindeki özgül ağırlığını biliyordu, çünkü o devleti kuranlardan biriydi. Ecevit sol rüzgârdan etkilenen tek lider oldu ve sadece onun döneminde parti adındaki gibi halk sınıflarına açılabildi. Bir siyasi hastalık sayabileceğimiz hizipçilik şahikasına Baykal’lı yıllarda ulaştı. Baykal devlet içi ayak oyunları ile yüksek bürokrasideki cumhuriyetçi hassasiyetleri arkalayan ve kitleleri seferber etmeden iktidar olma hayalleri gören bir hizipçiydi. Kılıçdaroğlu ise partiye liderlik değil, ancak genel müdürlük yapabildi. Attığı her adımda altındaki hizipleri gözetti ve onlardan biri gibi davrandı. Özgür Özel’de görünen o ki aynı yolda ilerliyor.