Daha doğrusu el konulan veya gasp edilen mi demek gerekirdi? 70’li yılların sonunda dünya 20.yüzyılın en büyük devrimlerinden birine tanıklık etti. Bu İran devrimiydi ve el koyma işlemi o kadar başarılı oldu ki ‘ devrim ‘ sonradan İslami devrim olarak anılacaktı. 1979 yılında İran’da yaşanılanların bir devrim olduğunu elbette kimse inkar edemez. Bu devrim bir devrimde olması gereken bütün özelliklere sahipti; yoğun kitle hareketliliği, genel grevler, ikili iktidar, zor aygıtlarının parçalanması, eski rejimin kadrolarının ya yurt dışına kaçması yada çoğunun fiziki tasfiyesi ve neticede iktidarın başka bir politik sınıfın eline geçmesi. Ama bu devrim aynı zamanda çalınan bir devrimdi.
İran’daki gelişmeleri büyük heyecanla takip eden dünyaya devrim içindeki güçlerden birine mal edilerek aktarıldı. Halbuki tüm devrimlerde olduğu gibi devrim çok özneliydi. Bu hem sınıfsal olarak hem de katılan politik güçlerin çeşitliliği itibariyle böyleydi. Kent yoksulları, yoksul köylülük, örgütlü işçi sınıfı ve Tahran’ın meşhur çarşı esnafı devrime yoğun bir katılım göstermişti. Büyük kentlerde tarihi kalabalıklar birikmişti. Değişik politik aktörler devrimi kendi amaçlarına doğru yönlendirmek için rekabet halindeydi. En sonunda diğer güçleri tasfiye eden ve rehine krizi ile Irak savaşını araçsallaştırmayı kurnazca başaran mollalar devrime el koymayı ve kendi hanelerine yazmayı başarmışlardı.
Bu el koyma İran’ın seküler güçlerinin ve çok renkli kozmopolitizminin tasfiyesini beraberinde getirdi. Üst zümreleri İran tarihi boyunca daima egemen sınıflarla işbirliği yapmış olan mollalar emperyalizme ve sömürgeciliğe karşı büyük bir öfkeyi seferber eden devrimin enerjisini ülkeyi özgürleştirmek için değil kendi baskıcı iktidarlarını sağlamlaştırmak için kullandılar. Şimdi biraz geriye giderek konuya girelim.
Modern İran’da üç büyük siyasi akım vardı. Bu akımlar dönemsel olarak İran politikasında etkin olmuşlardı. Rıza Şah’ın ikinci dünya savaşı’nda önce mihver devletlerine yanaşıp küresel güç dengelerini iyi hesaplayamaması İran topraklarının İngilizler ve Ruslar tarafından işgaline yol açmış o da iktidarı 1941 yılında oğlu Muhammed Şah’a bırakmak zorunda kalmıştı. Stalin, Roosevelt ve Churchill 1943 yılında Tahran’da bir araya gelerek İran’ın geleceğine karar vermişti.
50’li yıllar Ortadoğu’da Baasçılığın yükselişte olduğu yıllardı. Mısır’da Nasır işbaşına gelmiş ve Süveyş kanalını devletleştirmeye karar vermişti. Aynı şeyi İran’ın tüm ekonomisinin temeli olan petrolle ilgili olarak Şah’ın Başbakan olarak atadığı Musaddık’da yapmak istedi. Petrolü ve ekonomimin pekçok sektörünü devletleştirerek kamu öncülüğünde ulusal kalkınmacı bir rotaya girdi. Bu gelişme Şah’ı ve onu iktidarda tutan İngiliz ve Amerikalıları büyük paniğe sürükledi. Cia’nın organize ettiği askeri darbe ile Musaddık devrildi ve İran’ın ABD denetiminden çıkma hamlesi başarısızlıkla sonuçlandı. Bu gelişme ulusalcı siyasetin İran politik hayatındaki ağırlığının uzun bir süre için kesintiye uğramasına yol açtı.
Şah bu gelişmeler nedeniyle tüm muhalifleri üzerine acımasızca giderek en başta ikinci dünya savaşı’nda direnişi örgütlemesiyle halk katında büyük sempatiye sahip Tudeh’i yani İran Komünist Partisi’ni yasakladı. 1958 yılında İran Gizli Servisi Savak’ı kurdu. Şah’ın karşısındaki ulusalcı alternatif ezilince geriye sosyalist ve mollaların önderliğindeki İslami seçenek kalmıştı. ABD’nin telkinleriyle içerde seküler reformlara hız veren Şah 1963 yılında mollaların liderliğindeki bir başkaldırı dalgasıyla karşı karşıya kaldı. Burucerdi’nin ölümünden sonra mollaların lideri olan Ayetullah Humeyni sertliği ve reform karşıtlığıyla biliniyordu. Başarısız olan ayaklanma nedeniyle Humeyni yurt dışına sürgüne çıktı.
60’lı yıllar Küba, Cezayir ve Vietnam’da verilen gerilla mücadelelerinin kazandığı başarılar nedeniyle silahlı mücadele stratejilerinin revaçta olduğu yıllardı. Emperyalizmin sömürgesi altında olan ülkelerde biricik mücadelenin silahla olması gerektiğine dair yaygın bir kanaat vardı. İşte bu beklentilerinde etkisiyle silahsız bir devrimi benimseyen Tudeh’in İran solu içindeki gücü azalmış onun yerini gerilla mücadelesini benimseyen sayısız örgüt almıştı. Bu dalga İran’ın kuzeyinde 1971 yılında Siahkal isyanıyla sonuçlandı. Solun içinden Halkın Fedaileri, İslamcı güçler arasından ise Halkın Mücahidi rejime karşı silahlı ayaklanma yöntemini benimsemişti. Siahkal ayaklanması da başarısızlıkla sonuçlanacaktı.
İkinci dünya savaşı sonrasında Şah’ın kukla rejimine seçenek olarak her on yılda bir ortaya çıkan politik güçler başarısız olmuştu.Dışarıdan aldığı destek sayesinde ayakta kalabilen Şah rejimi alternatiflerini kanla bastırmayı başarmıştı. 20.yüzyıl İran politik hayatının en önemli güçleri Pehlevi hanedanını yıkmakta başarılı olamamıştı. 70’li yılların ikinci yarısına girerken yaşanılan bu hayal kırıklıklarının da etkisiyle İran politik atmosferine derin bir karamsarlık hakimdi. Ama minervanın baykuşu da şafak vakti ötmeye başlardı.