Carl Schmıtt ‘ Partizan Teorisi‘nin ‘ son cümlelerinde teorisyenin yapabileceğinin sadece ‘ kavrama sahip çıkmak ve şeyleri adlarıyla çağırmak ‘ olduğunu söyler. Schmıtt realist, anti/liberal bir düşünürdür. Siyasetin temelinin dostluk/düşmanlık ayrımına dayandığını, siyasal olanın devleti öncelediğini teorisinin merkezine koymuştur. Schmıtt’çi çağrıya uyarak şeyleri olduğu gibi yani adlarıyla çağıracak isek, her türlü karartmanın ötesinde Erdoğan’ın yarattığı ‘ büyükelçiler krizini ‘nin politik karını kimin hanesine yazacağız. Yandaşlarının ve bir kısım muhalefet çevrelerinin dediği gibi Erdoğan Türkiye’nin egemenlik haklarına sahip çıkarak, büyükelçilere hadlerini bildirerek, onlara geri adım mı attırdı diyeceğiz yoksa asıl geri adımın Erdoğan tarafından atıldığını mı ileri süreceğiz? Bir de Erdoğan’ın yaptığı hamle devlet aklının bir ürünü mü yoksa Erdoğan cari devlet aklından dahi koptu ve artık kontrolsüz bir aşamaya mı geçti sorusunu soracağız.
Erdoğan çok yönlü sıkışmaların içinde sürükleniyor. Keyfice, gelişigüzel kullandığı, sürdürülebilirliği olmayan manevraların sonuna yaklaşıyor. Dışarıda büyük güçleri birbirine karşı kullanmaya dayalı politikaların miadı dolmak üzere. İçeride sermaye sınıfının tüm fraksiyonlarının beklentilerine aynı anda karşılık vermeye buhran koşulları artık izin vermiyor. Bazı muhaliflerinde içlerinde olduğu zevat hala Erdoğan’ın şişeden cin çıkarabileceğine, işleri toparlayabileceğine inanıyor. Bu kişiler gelişmelerin gerisinde kaldıklarının, Erdoğan’ı bu duruma muhalefetin gayretlerinin değil çok yönlü krizin sürüklediğinin farkında olmadıklarından durumu kavramakta zorlanıyorlar.
Erdoğan Batı sistemi tarafından gözden çıkarılmış bir lider artık. Batı Erdoğan’ı kaybetmekten değil, Türkiye’yi kaybetmekten endişe ediyor. Soros’la vakti zamanında görüşmek için kırk takla atanların Kavala’nın ‘ Soros döküntüsü ‘ olduğu iddiasına, ancak aklı kireçlenmiş olanlar inanır. İçeride iktidarını tahkim etmek için Soros’dan randevu dilenenlerin şeytan taşlama ayinlerine ise sadece Erdoğan’ın iktidarının eteklerine tutunarak işlerini yürütmeye çalışanlar kanar.
Büyükelçilerin yaptığı açıklama diplomasi teamüllerine uygun değildir. Peki büyükelçiler bunu bilmeyecek kadar deneyimsiz, diplomasi kültüründen yoksun mudurlar? Erdoğan’ın bu sertlikte bir yanıt vereceğini tahmin etmemişler midir? Açın Wikiliks belgelerini, kriptolu yazışmalarda Erdoğan’ı ne kadar yakından tanıdıklarını gözlerinizle görürsünüz. Bu nedenle ABD önderliğindeki büyükelçiler açıklaması Erdoğan rejimine işlerin alışıldığı gibi gitmeyeceğine dair verilmiş çok ciddi bir uyarıdır. Bu uyarı hem muhalefet tarafından hem de devlet aygıtı içinde kulaklarını Batı sistemine çevirmiş olan pek çok çevre tarafından dikkatli biçimde bir yerlere kaydedilmiştir.
Entellektüel dünyanın çok sevdiği deyimle ‘ otoriter popülist liderliklerin ‘ en sevdiği iş Batı ile bu tür suni krizler çıkartmak, bunun siyasi karı ile de kendi seçmen tabanlarını konsolide etmektir. Macaristan’ın Orban’ ı Soros’un kurduğu ‘ Avrupa Üniversitesi’nden mezun olmasına , Doğu Avrupa rejimleri çökerken Batı’dan gelen mali fonlarla gençlik liderliğine yükselmesine, partisini kurduğunda sıkı AB’ci olmasına rağmen şimdilerde en keskin Batı karşıtı lider olmuştur. Çünkü bu tür liderliklerin ayakta kalabilmek için kasıtlı olarak yaratılmış düşmanlıklara ihtiyacı vardır. Schmıtt’i boşuna anmadığımız anlaşılmıştır umarım.
Erdoğan çok yönlü sıkışmaların etkisi altında yönünü de kaybediyor çoğu kez. En son söylemesi gereken kelamı hem sıkışmaların etkisi hem de şahsi üslubu nedeniyle en başta söylüyor. Erdoğan’ın siyasi formasyonunda diplomasinin inceliklerine, devlet maslahatının gerektirdiği sakinliğe yer yok. O kendini devletin başı değil, bir oy makinasının çarkçısı gördüğünden attığı her adımda da seçmenden geleceğini umduğu politik kara bakıyor. Bu krizde de Erdoğan elini en yüksekten açarak, son söyleyeceği sözü sabırsızlıkla seçmenlerin karşısında kendini tutamayarak en başta söyledi. Muhtemeldir ki söylediğinin tetikleyeceği olası durumları hesaplamamıştır bile. Batı’ya diklenen lider olmak, hukuksuz yere Kavala’yı esir tutmak, yargıya bu konularda talimat yağdırmak, Erdoğan’ın alışıldık imgesini güçlendirecekti nasıl olsa.
Etrafındaki birçok ülkeden büyükelçilerini çekmek zorunda kalmış Türkiye’nin, imzacı büyükelçileri persona non grata ilan ederek ülkelerine göndermesi, mütekabiliyet ilkesi gereği imzacı devletlerinde aynı yanıtı vermesi halinde yaşanacak kaosun büyüklüğü öngörülebilir olmaktan çıkacaktı. Bu ülkeler NATO ve AB’de beraber yer aldığınız, ihracatınızın 2/3’ünü gerçekleştirdiğiniz, bankacılık, borsa ve sermaye piyasaları üzerindeki kontrolünüzü aradaki bağımlılık ilişkileri dolayısıyla kendilerine kaptırdığınız ülkeler aynı zamanda. Bunları göze aldığınızda dahi karşınızda sizin tüm hasarınıza kefil olacak başka bir blok yok. Onlarda çünkü size diğerleri kadar güvenmiyor ve av olacağınız saati bekliyor.
Devlet katlarını bu olası senaryolar akıllarından geçtiğinde afakanlar basmıştır diye düşünüyoruz.Yürütülen arka kapı diplamasisi sayesinde kriz geride ağır hasarlar bırakarak atlatıldı. Büyükelçilerin geri adım attıkları, çark ettikleri Akp propaganda makinasının kasıtlı bir yalanıdır. Erdoğan’ın karizmatik liderliğinin hala devam ettiğine ahmakça inanan bir kısım muhalif de bu koroya eşlik etmiştir. Perinçek dahi bu korodan kendini ayırmayı tercih ederek ‘ şeyleri adıyla çağırmak ‘ zorunda kalmıştır. Her iki taraf da sözde geri adım atmamış ise de asıl çark eden Erdoğan’ın kendisidir. Çünkü Büyükelçiler açıklamanın arkasında olduklarını ve Cenevre 41’i ihlal etmediklerini söylemişlerdir.
Ani kararlar almak ve manevralar yapmakta hiç kimsenin hızına yetişemeyeceği Erdoğan Kasım ayındaki duruşmada Kavala’yı serbest bıraktırırsa kimse şaşırmasın. Bir politika esnafı olarak Kavala’yı bugüne kadar tepe tepe kullandı nasıl olsa. Batı’ya çakarak bu işin politik karını da aldığını hesaplıyor olmalı. Tutarsızlıkla suçlayacak olanlara ise memlekette neyin ilet tutar yanı kaldı ki diyerek yazıyı bitirelim.