Bülent ARINÇ: Dürüstlüğün ve erdemin kölesi. Ama kölesi

Taner Talaş

Roman, özetle; görevinde tavizsiz bir bekçinin, maksadını yitirmiş bir dürüstlük dürtüsüyle, kendisiyle aynı fabrikada çalışan küçük kızının, makine başında uyumasına sinirlenerek tokat atması ve  kızının kafasını makineye  çarpması sonucu ölmesiyle hayli dramatiktir. Ardından açlığın tesiriyle bakkaldan ekmek çalan küçük oğlu Hasan’ın mahkemeye çıkarılışı, hâkimin hoş görmesi karşısında ‘Dürüst bekçi Murtaza’nın’ “Hayır tutuklayın” demesiyle roman son bulur.

Orhan Kemal’in kült romanı Murtaza’yı okuyanlar, romanın arabesk tesiriyle, dürüst bir bekçinin idealist yaşamına meftun olurlar. Böyle bir anlama ve okuma hatasına yakın tarihte önemli bir isimde düşmüştü. CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel Bekçi kardeşlerimize bir tek şey söylüyoruz: Orhan Kemal’in ‘Murtaza’sındaki gibi bir bekçi olun” deyivermişti.

Daha dikkatli bir okumanın neticesi, daha farklı sonuçlar verir. Makalenin ana konusu olmadığı için özetle benim için Murtaza; dürüstlüğü patolojik bir duruma getirmiş saplantılı bir muhacir. Erdemi sopaya çeviren bir anomali. Kendinden güçlü olanların rahatsızlık duymayacağı bir dürüstlüğün savunucusu. Güçlüye zarar vermeyen ilkelerin muhafazakârı.

Bilmem ki, belki de; Kurnaz ve muhtekir bir cemiyette, dürüstlüğün yabanlığı… Yabanlığın trajedisi…?

Uzun süredir Türk siyasetinin önemli isimlerinden Bülent ARINÇ’ın dürüstlüğünü, erdemini ve ilkeli yaşamını anlamaya / yorumlamaya çalışıyorum. Muhafazakâr siyasetin boğazına kadar battığı yolsuzluk deryasına paçasını kaptırmayan, üzerine çamur sıçratmayan temiz bir siyasetçinin, beni uykusuz bırakacak kadar huzursuz eden yanı neresidir? Dürüst bir siyasetçinin kamuoyunca bariz olan vasıflarını gölgelendirmek ihtiyacını neden hissediyorum?

Acaba Ak Parti’nin, kendi kadroları içerisinde dürüstlüğüyle bilinen ama ara sıra arıza çıkaran bazı mensuplarına uyguladığı itibarsızlaştırma stratejisi   beni de mi etkiliyor? ARINÇ’a hakaret etmenin parti içerisinde açtığı yeni meşruiyet alanına dâhil mi olmak istiyorum. Asla ve kat’a.

Beni rahatsız eden durum  Bülent ARINÇ’ın geldiği durum itibariyle, dürüstlüğü / erdemi / hakkaniyeti ilke ve prensip durumundan çıkarıp artık patolojik bir mertebeye çekmesi, saplantı haline getirdiğine inanmamdır. Bir bütünlük halinde doğruyu/erdemi/hukuku  savunmadığı o kadar açık ki…

Soyut değerlendirmeler, adres vermeyen ithamlar, güçlüye güzelleme eşliğinde yapılan ajitasyonlar, asıl failleri gizleyerek yapılan eleştiriler, makamda ve teşkilat içinde kalarak yaptığı eleştirilerle, olup biten tüm olumsuzluklara örtü çekmesinin anlamı…

Partinin klavye milisliğini yapan trol çetesinden yenilen zılgıt ve linçin yarattığı vicdani ve dinsel rahatlama…

Her geçen gün hızla savrulan, her türlü günahı meşrulaştırıcı metafiziğin gölgesinde, muhafazakâr siyaset âleminin göbeğinde durarak, kendini daha değerli kılma çabası ve asabiyesi…

Dürüstlüğün insanı yücelttiği kadar aptallaştırıcı bir evreye tekabül etme riskini bile isteye kabulü…

İsyan ettiği sistemin bir ucundan tutan, Bülent ARINÇ kredisinin sonucu, İstanbul Milletvekili olan oğlunun varlığı.

Tanıl Bora’nın sağ siyaset tarifi, “Her türlü faydacılığın gölgesinde, sürdürülebilir melankoli”

Mithat Cemal Kuntay’ın “Üç İstanbul” romanın kahramanı; ittihatçı, idealist, muharrir hukukçu, güçlü hatip Adnan gibi. Gündüzleri Meşrutiyet devrinin en namuslu adamları, şair Raif ve Dağıstanlı hocayla mesai, akşamları devrin günahlarının sembolü yalılar ve köşklerde temiz adam namusuna muhtaç meskenlere meşruiyet kazandırma ziyaretleri, güç ve ihtirasın pragmatik sembolü olan Hidayet'le memleket sohbetleri.

Aslında şu anki hasletlerinin kökenini geçmişte de bulmak mümkün.

Orta yaşlarında iken erdemiyle ezer, dürüstlüğüyle döverdi Bülent bey. Türk siyaseti içerisinde kendisine var etmiş  olduğu müstahkem mevkinin ana kolonlarını dürüstlükle tahkim etti. Konuşmalarını hep o mevkiden yaptı.

Kendisini var eden, Bülent ARINÇ’ın yarattığı, efendi makamında bulunduğu ama zamanla kölesi olduğu o mevki.

Para, kadın, şöhret, makam mansıp kadar değil onlardan daha tehlikeli hale gelmiş olan o mevki. Bülent Bey o mevkinin ezeli ve ebedi muzaffer başkomutanı olarak jübile yapmak istiyor. Ancak efendisi olduğunu zannettiği mevkinin artık maalesef kölesi.

Organik bir durum değil Bülent Bey’in durumu. Milletin dürüst muhafazakâr siyasetçiyi çölde su gibi aradığı bir ortamda, sözünün tesiri yok. Temiz siyaset özlemiyle yanan muhitlerde dahi, sözünün esamisi okunmuyor. Adeta nefret objesine dönüştü.

O kadar çok üzülüyorum ki… Bir büyük adamın dargınlığı, kendi muhitinde dahi, bu kadar mı tesirsiz  olacaktı…?

Ulus BAKER, paranın kölesi olmuş bireylerden bahsederken, gözümüzden kaçırmamamız gereken başka bir kategoriye de işaret eder.

Parasızlığın kölesi olanlar.