Elias Canetti’nin büyük romanı ‘ Körleşme’yi ‘ yirmili yaşlarımın daha başında okumuştum. Bir kitap tutkunu olarak roman kahramanının felaketle sona eren yaşamından etkilenmemek mümkün değildi. Profesör Kien’in karabasanlarla sona eren yaşamının birgün benim de başıma gelebileceği endişesinden uzun süre kurtulamadığımı itiraf etmeliyim. Bu korkuyu üzerimden tam olarak atabilmiş miyim, bilemiyorum?
Canetti’nin romanının kahramanı Viyana’lı bir profesördür ve yaşayan en önemli Sanskritçe uzmanıdır. Bütün odaları kitaplarla dolu bir dairede yalnız başına yaşamakta olup günlük düzeni alabildiğine monoton ve rutindir. Kahvaltısını yaptıktan sonra kitapçıları turlar, belli bir saatte evine ve kitaplarına döner. Evinde kongrelere göndereceği tebliğleri hazırlamakla, okumalar yapmakla ve kitaplarının baştan çıkarıcılığı karşısında büyülenmekle zamanını geçirir. Kitapları tek huzur bulduğu yerdir, en büyük endişesi de onların başına gelebilecek bir felakettir. Eve temizliğe gelen hizmetli kadın dışında kimse uğramaz, kimseyle de ahbaplık yapmaz. Kadın alt sınıftan bir hizmetli olup Kien’in kitaplarına gösterdiği özen ile bir süre sonra Profesörün gözüne girmeye başlar. Bu ilginin tek nedeni kadının kütüphaneye ve kitaplara gösterdiği dikkattir. Bir süre sonra Kien kadının çekim alanına kendini farkında olmadan kaptırır ve giderek kontrolü kaybetmeye başlar. Dünya karşısında hükümranlığını ilan ettiği dairesi ve kitapları artık Kien’e karabasanlar yaşatmaya başlar.
Kien’in tam zıddı özelliklere sahip olan kadın giderek Profesörün yaşam alanlarını tek tek ele geçirir. En nihayetinde Profesör savaşı kaybeder, evi terk etmek zorunda kalır. Onu bekleyen Viyana’nın batakhaneleri, berduşları ve yeraltı dünyasıdır. Kien’in hayatı bu felaketler içinde yok oluşa doğru sürüklenir.
Roman çok katmanlı okumaya açıktır. Kien’in başına gelenler bir kısım eleştirmen tarafından yabancılaşma kavramı ile açıklanmıştır. Profesör uzmanlaşma nedeniyle hayatın bütünlüğünü kaybetmiştir. Orta sınıf hayatı ve kitaplara sığınmak onun yaşam melekelerini köreltmiş ve her türlü insani duygudan uzaklaştırmıştır. Canetti Kien üzerinden yabancılaşmanın en ekstrem halini betimleyerek acımasız bir kapitalizm eleştirisi yapmıştır türü değerlendirmelerde bulunulmuştur.
Kitabın kahramanı Kien’e biraz daha yakından baktığımızda bazı tarihi ve edebi kahramanların aklımıza gelmemesi de mümkün değildir. Büyük filozof Kant’da Kien gibi bir hayata sahipti. Elli bin nüfuslu Kuzey şehri Konigsberg’i hiç terk etmemişti ve evlenmemişti. O kadar dakikti ki öğle yemeğinden sonra hafif uykusunu alıp yürüyüşe çıktığında Königsbergliler saatlerini ona göre ayarlıyordu. Bu rutinini yalnız bir kez o da Rousseau’nun ‘ Emil’i ‘ yayınlandığında, kitabı okumak için evden dışarı çıkmadığında bozmuştu. Yine evindeki çalışma odasına her bahar gelip konan dağ serçesi de Kant’ın vazgeçilmez bir rutiniydi. Öldüğü yıl serçesi gelmediğinde öleceğini anlayıp yokluğundan dolayı içlendiği anlatılır.
Ama Kant yükselen burjuvazinin filozofuydu ve kurduğu sistem ile onu aştığı dahi iddia edilebilir. Astronomiden, botaniğe, etikten, politikaya ve tıpba kadar ilgilenmediği hiçbir şey yoktu. Tıp Fakültesi derslerinde verdiği kağıtlar hocalarının ilgisini çektiğinde ve kendisine ne olmak istediği sorulduğunda dersleri ‘ sadece meraktan izlediğini ‘ söylemişti. Hiç evlenmeyen, sevgilisi dahi olmadığı söylenen bu adam ömrünü bilgiye vermişti. Filozoflar arasında en uzun yaşayanlardan birisiydi ve seksen yaşına yaklaşmıştı öldüğünde. Kant bilgiyle kurduğu bütünlüklü ilişkiden dolayı hayatı Kien’e benzemiş olsa da onun yaşadığı kesif yabancılaşmayı yaşamadan hayattan mutlu biçimde ayrılmıştı.
Kien’in evdeki savaşı kaybettikten sonra yaşadığı felaketler insanın aklına Shekespeare’in ‘ Kral Lear ‘ oyununu da getirmiyor değil. Britanya ve Fransa kralı Lear artık yaşlandığı için krallığını üç kızı arasında paylaştırmaya karar verir. Kızlarını yanına çağırdığında duygusal bir baba olarak onlara sadece kendisini ne kadar sevdiklerini sorar. En küçük kız yanılmıyorsam Cordelya hariç diğer ikisi babalarına yalan söylerler ve büyük parçayı kurnaz eşleriyle birlikte kaparlar. En küçük kız şu cevabı verir Kral’a : ‘ sizi bir evladın seveceği kadar seviyorum. ‘ Kral bütün mirası dağıttıktan sonra büyük kızların yanına misafir olarak gider, fakat gideceğine bin pişman olur. Çünkü krallığı gittikten sonra yüzüne kimse bakmamaktadır. Kral soğuk bir kış gecesi kızların yanından ayrıldıktan sonra tıpkı Kien gibi sarhoş, berduş ve ayak takımının olduğu bir handa güç bela soluğu alır ve kafasında bir şimşek çakar, çünkü hakikatte onu en çok seven küçük kızıdır. İtalyan edebiyat tarihçisi Franco Moretti Lear’ın bu yaşadığına ‘ hakikat anı ‘der.
Kant’ın bilgiyle kurduğu tutkulu ilişki ona yalnız , ancak mutlu bir hayat bahşetmişti, Lear ise bütün aptallığına karşılık soğuk bir handa yaşadıklarının farkına bir ‘ hakikat anının ‘ içinden geçerek varmıştı. Talihsiz Kien ise sığındığı kitaplarla dolu dairesinde ne Kant gibi mutlu olabildi ne de Lear gibi Viyana’nın batakhane ve karanlık sokaklarında bir ‘ hakikat deneyimi anı ‘ yaşayabildi.
Kendi korkularıma ise belki de dünyanın en ilginç kitap tutkunlarından biri Polonyalı Kont Koziebrodzki’yi anlatarak geleceğim.