Cumhuriyet devrimleri arasında, halkta karşılık bulmayan, bazı devrimlerin ise “halka rağmen halk için” yapıldığı saptaması, bir asra yakın; bazen hararetle, bazen sükunetle ama her daim tartışma gündemlerimiz arasında yer alan konular arasında olmuş, son yıllarda ise siyasal iktidardan doğan siyasal bir enerjiyle, tartışma sadece konunun uzmanlarının değil, sıradan seçmen siyasi taraftar gruplarının da, sosyal medya marifetiyle gündeminde yer almaya başlamıştır.
Saptamanın kısmen doğruları olmakla birlikte, devrimleri dinsel ve fıkıhsal bir okumaya tabi tutarak, hermönetikten yoksun bir mecrada tartışmak, avami bir okuma biçimidir. Devrimleri yaratan süreç ve mecburiyetleri şu ana kadar İslamcı/muhafazakâr siyaset bunca tecrübeye rağmen hala okumayı becerememiştir. Her neyse uzun mevzu, bunları geçiyorum.
Devrimler içerisinde halkta çok kısa sürede karşılık bulmuş, bu karşılık geçen senelere rağmen hiç eksilmediği gibi, etkisini ziyadesiyle artıran yegâne/biricik devrim, Saltanatın kaldırılması şeklinde gerçekleşen devrimdir. Cumhuriyet kurulmadan evvel gerçekleşen devrim, devamında Hilafetin kaldırılmasıyla devam etmiştir. Teknik bilgi, Saltanat mensuplarının yurtta kalması meselesi, sembolik olarak hilafetin yerinde durması mevzuları benim anlatımımda yeri olmayan detaylardır. İsteyen bu konularda net formel bilgilere her yerden ulaşabilir.
Harf inkılabı, medeni kanunlar, giyim devrimi, uluslararası toplumla bütünleşme adına yapılan ağırlık ve ölçü birimlerindeki değişikler… Hiçbiri Saltanatın kaldırılması kadar memleket genelinde bu denli karşılık bulmamıştır. Halkın politik ve pragmatik zekası, saltanatın kaldırılışının devamında, kendisinin memleket idaresinde yer almasının er yada geç gerçekleşeceğini bilecek bilinçte olmasını doğal olarak gerekli kılıyordu.
Zaten pratikte bir takım çatışmalar ve sorunlar olsa dahi, Selanikli bir yetimin Cumhurbaşkanı olarak başladığı Cumhuriyet idaresi, işçi çocuklarını Başbakan, köylü çocuklarını Genelkurmay başkanı, gariban çocuklarını üst düzey bürokrat ve siyasetçi sınıfı olmaya taşımıştır.
Zamanla bu ilkeye aşırı sahipleniş ve sadakat saplantı seviyesine dahi ulaşmıştır.
Aldıkları eğitim, harcadıkları enerji ve kişilikleri ile bazı makamları hayli hak eden ama üst düzet devlet yöneticilerine ve siyasetçilere akraba olmaları nedeniyle istedikleri yerlere gelemeyen bir sürü insan,siyaset ve bürokrasi tarihimizin hazin sayfalarında yer almıştır.
Bu konuda çok ciddi isimler ve bu isimler üzerinde tarihi malumat ve literatür oluşmuştır.
Cumhurbaşkanı Celal BAYAR’ın torunu M. Ali BAYAR,
Turgut ÖZAL’ın oğlu Ahmet ÖZAL,
Alparslan TÜRKEŞ’in oğlu Tuğrul TÜRKEŞ,
Adnan MENDERSİN’in oğlu Aydın MENDERES,
İsmet İNÖNÜ’nün oğlu Erdal İNÖNÜ vs.
Akraba oldukları güçlü isimlerden direk destek almadıkları halde, hatta birçoğu güçlü olan akrabalarının ölümünden sonra dahi siyasi makamları hedefledikleri halde ya çok zorlandılar ya da kısa süre sonra tasfiye oldular. Akrabalık bağı olan güçlü isimler hayatta iken harekete geçenler ise zaten tamamen bedbaht olmak zorunda kaldılar.
Siyasi hayatı etkileyen bu durumun, saltanatın kaldırması devriminin bir ilke ve kültür, hatta siyasi/psikolojik bir duyguya dönüşmesinin tezahürü olduğu açıktır. Bazen kişisel Demokratik teşebbüsleri ve kabiliyetleri körelten bir durum yaratsa dahi bu kültür, Türk siyasetinin bir gerçeği olarak, Demokrasi tarihimizde saltanatın geri gelmesi özlemlerini engelleyen bir unsur olarak varlığını devam ettirdi.
Ta ki Erdoğan’ın, damadı olan Berat ALBAYRAK’ı, ilk önce Enerji, ardında Maliye ve Hazine Bakanı olarak atamasına kadar.
Kabul etmek gerekir ki; bu atama bir asra yakın Cumhuriyet döneminde oluşan halktaki “saltanat karşıtlığı” ilkesine tekabül etmemiş, umulan tepkisel/siyasal refleksle karşılaşmamıştır. Bu durumun oluşmasında ERDOĞAN’ın kişisel karizması, güçlü liderliği, her alandaki tartışmasız iktidar gücüyle açıklanmasının yanında esasen başka güçlü saiklerin varlığı tartışılmazdır. Bu durum Muhafazakârlığı içinde barındırmakla beraber; İslamcılık ve Osmanlıcılık motivasyonundan bağımsız değerlendirilemez.
ERDOĞAN’ın liderliğinin, gerek kendi yarattığı, gerekse haricen oluşan, dinsel dayanak ve meşruiyeti yanında, son beş yılda eklemlediği milli/Osmanlı motivasyon ve meşruiyet, geniş halk kitlelerinde Berat ALBAYRAK’ın kültürel meşruiyetini sağlamıştır. ERDOĞAN liderliğindeki İslamcı/Osmanlıcı siyaset motivasyonu, halk katmanında bulunan Merkez Sağ seçmenini çok kısa sürede massederek, İslamcı siyaset içinde eritmesi, sağcılığı yok etmesi, saltanat uygulamalarına taarruzu muhtemel olası sağ itirazlarında oluşmasını engellemiştir. Bu yönüyle Ak Partinin örgütsel ve ideolojik motivasyonu bu yönüyle hayli dikkate değerdir.
Kimi Ak Partili hatip ve vaizlerin, ALBAYRAK atamasının dinsel meşruiyetini, Hz.Muhammed’in damadı olan Hz.Ali’nin halife olması, kayınbabası olan Hz. Ebu Bekir’in ise yine halife olmasına bağlamalarını, Osmanlı yüceltisiyle saltanatı milli unsurlarla meşrulaştırmalarını ayrıca not etmek gerekir.
Yine not etmemiz gereken başka bir husus ise; gerek siyasette, gerek idare ve akademide, gerekse en alt memur kadrolarında, parti teşkilatlarında ALBAYRAK ataması sonrası patlayan, en radikal Ak Partiliyi dahi rahatsız eden nepotizm(akraba kayırmacılığı) siyasetidir.
Burada ALBAYRAK’ın istifasına kadar olan tablo yukarıda anlattığım gibidir.
Acaba diplerde yer alan “Saltanata hayır” damarı, İslamcı siyasetin massettiği alana girip girmediği sorusu hayati hale gelmiş, cevabını ise kimsenin vermeye muktedir olmadığı bir müphemlikte kalmıştı.
Muhalefetin istikrarlı bir biçimde “Damat” vurgusu ve eleştirisi bu süreçte kıymetli olmuş, ama neticelenmemiştir. Ekonomideki yönetim sıkıntısı dahi, ERDOĞAN’ın liderliği sayesinde Berat ALBAYRAK’ı tolere etmiştir.
Peki, Berat ALBAYRAK neden istifa etmek zorunda kalmıştır?
Ben istifayı ilk duyduğumda inanmamış, mesele netleşince ise şu tepkiyi vermiştim; “Saltanata Hayır” damarı, uzun süre sessizliğini korumuş ve fay hattı harekete geçmiştir. Hülasa Cumhuriyet kazandı demiştim. Gerçekten de buna tüm benliğimle inanıyorum. Cumhuriyet, görünenin aksine Ak Parti iktidarıyla çeliştiği her durumda galip geliyor. Berat ALBAYRAK’ın istifası yine bir Cumhuriyet kazanımı ve zaferidir. İslamcı/Osmanlıcı ideolojik ve örgütsel motivasyon, Cumhuriyet kazanımını massedememiş, geri çekilmek zorunda kalmıştır.
Cumhuriyet kazanmıştır.
Cumhur adına sevindim.