Zülfü Livaneli Gazete Duvar’da İrfan Aktan’a verdiği röportajda yakın tarihe ışık tutacak önemli açıklamalarda bulunmuş. Açıklamaların büyük bölümü uzun aradan sonra Peker’in ifşaatlarıyla yeniden gündeme gelen Deniz Baykal’la ilgili. En sonda söyleyeceğimizi en başta söyleyerek başlayalım, Baykal’ın geldiği durum gerçekten hazin. Tanrı’nın hiçbir faniyi böyle bir sonla karşılaştırmasını istemeyiz. Güç siyasetinin, ilkesiz pragmatizmin varacağı yer burası. Siyaseti iyi yaşam idealinden, toplumu dönüştürme hedefinden , iyi yönetişimden uzaklaştırdığınızda geriye güç oyunundaki ilkesizlikler kalır. En nihayetinde konjonktür siyasetçisine dönüşürsünüz. Gözünüzü konjonktürün size sunabileceği fırsatlardan başka bir yere çevirmezsiniz. Değerlerin, ilkelerin, ideallerin ağırlığını hissetmemeye başlarsınız. Bu tür canlılar için siyaset her türlü faydacılığın temizlik malzemesi haline getirilir. Deniz Baykal örneğinde şu anlattıklarımızın hepsini rahatlıkla görebiliriz.
60’lı yıllarda ‘ mülkiye cuntası ‘ denilen bir akademisyen grubuyla Ecevit’in gözdesi haline gelip ilk Ecevit iktidarında genç yaşta Maliye Bakanı olan Baykal, 70’li yılların sonuna gelindiğinde CHP içinde Ecevit’e karşı kurulan en önemli hizbin de sözcüsü olacaktı. Bir akademisyen olarak siyasete giren Baykal bu vasfına rağmen geride neredeyse hiçbir kalıcı eser, çalışma bırakmadan siyasi ömrünü tamamlamış olacak. Bu dahi topluma bir vizyon, bir doğrultu sunmaktan ne kadar uzak olduğunun işaretidir. Çünkü yazılı bir şey vaad edecek vizyondan ve kalıcı siyasi hedeflerden hep uzak durmaya çalışmıştır. Bütün siyasi ömrünü tipik bir Ankara siyasetçisi olarak geçirmeyi tercih etmiştir. Bundan kastımız iktidar ve güç oyunlarının sürekli merkezinde olma arzusudur. Çok övündüğünü tahmin ettiğimiz belagati ve uzun kürsü konuşmaları toplumsal hafızada herhangi bir iz bırakmamıştır.
Topluma yaslanmayan ve hatta ona hiç inanmadan geçen koca bir ömür. CHP içinde hep önemli konumlarda bulunma, sürekli bir hizbin örgütleyicisi olma, yirmi yıla yakın süren genel başkanlık ve kalıcı bir iz bırakmadan ve hatta utanç içinde siyaset sahnesinden çekilmek zorunda kalma... Hükmettiği, demirden yumrukla yönettiği partisinin dahi kaset komplosu karşısında arkasında durmaması, sahip çıkmaması. Günümüz siyasetçilerinin bu örneğe bakarken ibret almaları gereken o kadar çok şey var ki...
Baykal örneği bu topraklara ilişkin kadim siyasal sıkıntılarımıza ayna tutuyor dersek yeridir. Sol olduğu tartışılabilir olan devlet kurucu bir partide siyaset yapmanın maksadı nedir? Amaç kurucu değerlere sadakat mi yoksa siyaset oyununda hep ayakta kalmak mıdır? O kurucu değerlerin kendisi de donuk, mat, statik midir? Değişmez, tartışılmaz, sorgulanmaz tabular mıdır? Buraya özgü burjuva devrimini gerçekleştirmiş, medeniyet transformasyonunun altına imza atmış, devrimciliği altı okundan biri yapmış ve bizzat kurucu önderinin devrimlerin ‘arasız ve kesintisiz ‘ olduğunu belirttiği bir siyasi yapıyı dondurmak, kireçleştirmek yapılan en büyük ihanet değil midir?
Devrimcilik ve devletçilik ilkeleri hep karşı karşıya getirildi CHP tarihinde. Halbuki devletçilik daha çok iktisadi bir model olarak anlaşılmıştı. Özgün koşulların ürettiği ve her defasında güncellenebilir bir model. Devrimcilik yapılan tüm işlerin yöntemiydi, usulüydü. Bir devrimci düşünüş ve davranış olmadan bu işlerin başarılabilmesi mümkün değildi.
Baykal döneminde parti devrim kavramının kendisinden korkan ve ürken bir noktaya geriletildi. Devletçilik bir iktisadi model olarak çoktan gözden çıkarılmıştı. Dünyada neoliberal rüzgarlar eserken partinin ekonomist tercihlerinin tamamı neredeyse Dünya Bankası ve IMF tedrisatından geçmişti. Devletçilikten geriye kalan varolan, cari, reel devlete kapılanmaktı. O devletin kurucu esaslardan uzaklaşması dert değildi, bizatihi varlığı önemliydi. Bu devletçi refleksler nedeniyle yönetenlerle her türlü ilkesiz pazarlık yapılabilirdi. Hele İslamcılara arkanızı dayadığınız güçler nasıl olsa uzun süre yönetme izni vermezdi. Siz de hiçbir şey yapmadan sıranızın gelmesini beklerdiniz.
Bu anlayış, zihniyet İslamcılığı önce iktidara sonra da iktidarını konsolide etmesine yol açtı. Halk partisi bu dönemlerde gücünü halktan almayı öncelikli dert edinmedi. Asker, olmadı yüksek yargı Akp’yi nasıl olsa engeller diye düşünüldü. Böyle düşünürken kendi namlarına İslamcılarla rol paylaşımı yapmayı, ahlaksız pazarlıklar çevirmeyi de ihmal etmemişler. Konforlu bir siyasetten hiç vazgeçmemişler. Memleketteki gergin siyasal atmosferin ateşine elbirliğiyle odun taşımışlar.
Yazık gerçekten çok yazık hem Baykal’ın hem de memleketin kaybettikleri adına. Livaneli’nin, Peker’in açıklamaları Baykal tarzı siyasetin ipliğini pazara çıkardı. Solda duranların sol diye dertlerinin olmadığı, konforlu siyasetleri devam etsin diye rakipleriyle ilkesiz pazarlıklara girip aldatıldıkları faş edildi. Geriye sarayda bir şarlatan üzerinden Erdoğan’a tutunarak yapılan bir siyaset kaldı. Buna siyaset değil olsa olsa kadavra denilebilir ancak.