Kucuksaat.com’un değerli okuyucuları, merhaba. Saygıdeğer dost Sedat Memili’nin nazik davetini kabul ederek şimdilik haftada bir, yazılarımı ve kimi anılarımı bu köşede sizlerle paylaşacağım. Adana’nın geçmişini, bugününü, geleceğini bulacağınız Adana tadında ve kıvamında olmasına gayret ettiğim yazılarımı beğeneceğinizi umarım. Bu yazılardaki amacım, gördüğüm bir güzelliği paylaşarak çoğalmasını sağlamak ya da bir yanlışı eleştirerek farkındalık ve nostalji yaratmak olacaktır. Bugünkü yazımın amacı ise sizi Adana’nın geçmişine doğru bir yolculuğa çıkarırken yüzünüzde bir tebessüm oluşturabilmektir. İyi okumalar…
İSA’LAR KARIŞINCA
1973 yılı baharıydı. Orta üçe gidiyordum. Sınıfta kalmazsam liseyi Ceyhan yerine Adana’da okuyacağımı duyduğumdan beri keyfime diyecek yoktu. Çok çalışıp sınıfımı doğrudan geçmeliydim. O zamanlar zayıfın olmasa dahi üç ana dersten (Türkçe, Matematik, Fen ya da Sosyal bilgisi) bitirme sınavlarına girip geçer not almak gerekiyordu. Yani şimdiki gibi, sınıf geçmek çocuk oyuncağı değildi. Adana’da okuma hayali bende nasıl bir doping etkisi yarattıysa bitirme sınavlarına öylesine sıkı çalışmıştım ki sene içinde alamadığım notları alarak Ceyhan Yaltır Kardeşler Ortaokulunu bitirmiştim.
Diplomamı aldığımın ertesi günü Adana’nın yolunu tuttum. Önümde uzun bir yaz tatili vardı. Ablam, başıboş gezmemi istemediği için eniştemin çekip çevirdiği dükkânda çalışmaya başladım. Sıhhi tesisat malzemeleri satılan dükkân Küçüksaat’te, Yapı Kredi Bankasının karşısında, Melekgirmez’in girişindeydi. Dükkânın getir götür işlerine bakardım. Çay, kahve söylemek, satılan malzemeleri çuvallara, karton kutulara koyup arabaya taşımak, depoya gitmek…
Dükkândan beş yüz metre kadar uzaklıktaki depoda yirmi beş otuz yaşlarında, kendi hâlinde, sessiz, ağır başlı biri görevliydi. Depodan getirilmesi gereken bir malzemeye ihtiyaç duyulduğunda, eniştem depodaki görevliyi arar, malzemeleri hazırlamasını söyler, beni de getirmem için depoya gönderirdi. Melekgirmez’in karmaşık, dar sokaklarından bir koşu Cumhuriyet gazetesinin basıldığı matbaanın bitişiğindeki depoya gider, hazırlanan poşeti alıp dükkâna getirirdim.
Matbaanın üstü patronun eviydi. Patron İsmail amca yalnız yaşıyordu. Kimi zaman İsmail amca, evine bir şeyler bırakmamı isterdi. Yine bir gün eve bırakmamı istediği bir paketi alıp yola düştüm. Depodaki görevli uyukluyordu. Yan taraftaki merdivenlerden ikinci kata çıktım. İsmail amcanın evinin kapısını anahtarla açtım, elimdeki paketi mutfak tezgâhının üzerine bırakıp çıkarken komodinin üzerindeki telefona gözüm takıldı. Çok meraklı biriydim. Olmadık şeyleri merak eder, anlamaya çalışırdım. O zamanlar telefonu olan evler parmakla gösterilirdi. Her çocuk gibi ben de telefonla konuşmaya can atıyordum ama arayıp konuşabileceğim kimse yoktu. Arayabileceğim bir numara olsaydı konuşmayı çok isterdim ama dükkânın numarası dışında bir telefon numarası da bilmiyordum. Rastgele bir numara çevirmeyi de göze alamadım. O sırada telefonun üzerinde dört rakamdan oluşan kendi numarası gözüme ilişti. Telefonun kendi numarasını çevirince ne olurdu acaba, diye uçuk kaçık bir fikir geldi aklıma. Biraz heyecanlı ve tedirgin bir şekilde telefonun kendi numarasını çevirip bekledim. Hayret, telefondan uzun uzun “dıııt!..” sesi gelmeye başladı. Kim açacak, ne olacak diye merak ve heyecanla beklerken kulağıma “öbür taraftan” geliyormuş gibi bir “Aloo!” sesi gelmesin mi? Şaşırmıştım. Alo diyen kimdi acaba? Korku dolu titrek bir sesle, “Kimsiniz?!..” diye kekeledim. Derinden gelen uykulu bir ses, “İsaaa!..” demesin mi? Elim ayağım buz kesti. Her tarafım sıtmaya tutulmuş gibi zangır zangır titriyordu.
İsmail amca, namazını, niyazını hiç aksatmazdı. Her gün erkenden dükkânını açan, sabah namazını dükkânında kılıp kuran okuyan, Müslüman bir adamdı. İsa da nereden çıkmıştı? Telefon elimde donmuş kalmıştım. Ahizeyi yerine koyarken Hz. İsa, “Alo!.. Alo!..” demeye devam ediyordu. Kapıyı nasıl çektim, merdivenlerden paldır küldür nasıl inip de binadan çıktım, hiç bilmiyorum. Cin çarpmışa dönmüştüm. Dükkâna gidene kadar kendime gelemedim.
Ertesi gün konuyu anlamış, kendime çok gülmüştüm. Deponun telefonuyla İsmail amcanın evindeki telefon paralelmiş, yani numaraları ortakmış. Telefonun kendi numarasını çevirince meşgul çalması gerekirken paralel telefonun zili çalmış. Depo görevlisi de ahizeyi kaldırıp uykulu ve tuhaf bir ses tonuyla bana cevap verince olan olmuştu. Bir de adamın adının İsa olması işin tuzu biberi olmuş, bende kayış kopmuştu.
İnsanın başına ne geliyorsa meraktan geliyordu ama insanoğlu merak etmeyince de hiçbir şeyi öğrenemiyor, yerinde sayıyordu.