Max Weber’in ünlü makalesi ‘ meslek olarak siyaseti ‘ dönüştürerek yazı başlığı olarak kullandım. Konumuz Weber’in makalesi değil, ama adının dahi ilham verici olduğunu düşünüyorum. Geldiğimiz noktada baroculuğun giderek bir mesleğe dönüştüğüne tanıklık ediyoruz. Geçmişte böyle olmadığına dair tereddütümüz yok. Hukukun yapısal dönüşümü, mesleğin zanaatçı yanının terk edilerek piyasa tahakkümüne hergün daha fazla çekilmesi baroculuğu da giderek bir meslek haline getirdi.
Elbette avukatlar arasında sınıfsal, ideolojik, etik farklılıklar oldu ve bundan sonra da olmaya devam edecek. Bu farklılıkların varlığında dahi mesleğin zanaatçi yönü ve lonca ahlakına bağlılığı canlıydı. Bugün avukatların sayısının çarpıcı artışı, eğitimin kalitesinin çok düşmüş olması mesleği piyasa güçlerinin baskılarına karşı daha da kırılgan hale getiriyor.
Geçmişte baroculuk bir gönüllülük işiydi. Mesleki duruşu ve deneyimi ile meslektaşlarının gözünde yeterlilik sınavından geçmiş olanlar doğal olarak temayüz eder ve temsil işini üstlenirlerdi. Baroculuk daha henüz gün 24 saat yapılan bir iş haline gelmemişti. Temsil gönüllü üstlenilen ve fedakarca yapılan amatör bir uğraşıydı. Geride bıraktığı duygu sadece meslektaşların gösterdiği teveccüh ve güvendi.
Kıdem ve duruş gibi özellikler ideolojiler aşırı olup mesleki saygınlığın asıl kaynaklarıydı. Baroculuk işte bu sembolik sermaye sahiplerinin üstlendiği doğal bir etkinlikti. Bir insanın meslek hayatında yaşayabileceği önemli onur kaynaklarından biriydi. Başka kariyer hesapları adına araçsallaştırılacak bir uğraşı asla değildi. Temsilin hakkını verenler elbette ürettikleri saygınlıkla siyaset veya toplumsal yaşamın başka alanlarında da önemli roller üstlenirdi. Ama işin esası temsilin hakkıyla yapılması ve başka niyetler adına enstrümanlaştırılmamasıydı.
Hukuk Fakültelerinin sayısının artması, kalitenin düşmesi, avukat sayısının artması, gelir kaynaklarının çoğalması başka sayamadığımız unsurlarla birlikte baroculuğu giderek bir meslek haline getirdi. Avukat sayısının kontrolsüzce artışı mesleğin zanaatçı yönünü aşındırdı. Mesleki duruş ve deneyimin ağırlığı her geçen gün azaldı. İlişkiler lonca ahlakına mahsus olmaktan uzaklaştı. Baroculuk sunduğu imkanlar itibariyle konforlu bir alan haline geldi. Meslektaşlarla birebir ilgilenmek, onların sürekli yanında olmak gibi özellikler daha belirleyici oldu. Bunun yapılması için de tüm zamanı bu işe ayırmak zarureti doğdu. Bunu da ancak boş zamanı satın alabilecek gelir düzeyine sahip olanlar yapabilirdi. Elbette herkesin böyle yaptığını ve davrandığını düşünmüyoruz , ancak eğilimin bu olduğunu kim inkar edebilir ki.
Lonca ahlakı yerini kafa kol tabir edilen ilişkilere bıraktı. Baroculuğu meslekleştirenler kurdukları ağlarla yönetimleri dizayn ettiler. Meslektaşların büyük çoğunluğu ayakta kalma savaşı verirken, yeni başlayanlar mesleği yapma imkanından dahi yoksun kalırken baroculuk dar grupların özel uğraşı alanı haline dönüştü. Geçmişte yapana sadece saygınlık bırakan baroculuk kendine mahsus konforlar üretti. Başkanlar Türkiye’ye mahsus başkanlık kültürünü barolara da taşıdılar. Siyasete daha fazla göz kırpar oldular, siyasette konum edinmeyi baro başkanlığının mütemmim cüzü gibi düşünmeye başladılar.
Bu alışkanlıkları ve meslek olarak baroculuğu teşrih masasına yatırıp, sorgulamak gerekiyor. Profesyonelliğin her türü yabancılaşmayı beraberinde getirir. Kendine özgü tarihi, ilişkileri olan baroları yabancılaşma ve meslekleşme karşısında uyarıp teyakkuza geçirmek hepimizin öncelikli görevi olmalıdır.