' Avukatlar tarih boyu köle kullanmadılar ama hiçbir zaman efendileri de olmadı. ' Avukatlık mesleğinin ekonomi-politiğini en iyi bu söz açıklardı. Baroların, avukatlık bürolarının en görünür yerlerine asılırdı. Üstatlar genç meslektaşlarına sözün etosunu deneyimlerle, örneklerle anlatırdı bir vakitler. Bu sözün güncelliğini, tesirini koruduğunu aynı gönül rahatlığıyla ifade edebilir miyiz şimdilerde?
Marx ücretli emeği ' iktisadi zorunluluk altında emek-gücünü satmak ' olarak tanımlamıştı. Üretim araçlarından yoksun bir kimseyseniz hayatınızı idame ettirebilmek için emek-gücünüzü sermaye sahibine satmak zorunda kalırsınız. Piyasa koşullarında sahip olduğunuz tek özgürlükte budur. Özgürlüğüne düşkün biriyseniz açlıkla terbiye edilirsiniz. Avukatlık, meslek mensubuna bir zamanlar işte bu özgürlüğü sunabiliyordu. Zihni emeğin en ayrıcalıklı parçalarından biri olan avukatların üretim aracı zihinlerinde biriktirdikleri hukuk bilgisiydi. Adliyeler, duruşma salonları bu bilginin teatral bir gösteriye dönüştürüldüğü mekanlardı. Başına buyruk bir mesleğin mensuplarıydılar, ne efendileri ne de köleleri vardı.
Üretim araçlarından yoksunluk ve zihni bilginin kendisinin bir üretim aracına dönüştürülmüş olması avukatlara küçük burjuva bir sınıfsal konum edindiriyordu. Feodalitede iktisat ve politika ayrışmamışken kapitalist üretim tarzının belki de en önemli özelliği iktisat ve siyaseti birbirinden ayrı kerteler haline getirmiş olmasıydı. Feodalitede artık ürün yani iktisadi sömürü, ancak politik zorla doğrudan üreticiden çekilip alınabiliyordu. Kapitalist üretim tarzında hukuk bireyleri eşitleyip özne olarak yurttaşa dönüştürdüğünde sömürü süreci görünmezleşiyordu. Sömürünün kendisi bir özgürlük yanılsaması yaratabiliyordu. Hukuk iktisatla politika arasındaki dolayımdı. Üstlendiği misyon kapitalist üretimin devamı açısından önemliydi. Üretim tarzının temelinde sözleşme özgürlüğü bulunduğundan dolayı avukatlar sistemin aksayan, tıkanan, tekleyen yanlarını ' hukuki adaleti ' tecelli ettirerek ayakta tutuyorlardı.
Bağımsız çalışmak, iktisadi boyunduruk altında bulunmamak, zihni emeğin en kıymetli parçasını temsil etmek tarih boyunca avukatları toplumsal mücadelelerin sözcüsü konumuna yükseltti. Fransız devrimi tarihsel olarak ufkunu burjuvazinin hedefleriyle sınırlamış ise de devrimin önemli aktörlerinin neredeyse tamamı avukattı. Küçük burjuvazinin radikal kanadını temsil eden Jakobenler devrimi nihai uğrağına kadar taşımışlardı. Robespierre, Danton ve Marat ve daha bir dizi jakoben hukukçu kökenli avukatlardı.
Serbest çalışmak, kimseye bağımlı olmamak, hak ve özgürlüklerin nesnesi olduğu bir mesleğin mensubu bulunmak avukatları bütün bu mücadelelerinde doğrudan temsilcisi konumuna yükseltiyordu. Avukatlar bulundukları toplumsallığın seçkinleriydi. Seçkin olmaları toplumsallıkla içli dışlı olmalarına, alternatif dünya görüşlerine yatkınlıklarına sebebiyet veriyordu. Sermaye sahipleri üretim sürecinden kafalarını kaldıramazken, işçiler ağır çalışma koşulları altında zihnen kendilerini geliştirebilecekleri boş vakitten yoksunken avukatlığın ekonomi-politiği onlara içinde yaşadıkları toplumsallığa bütünlüklü bakabilme imkanını sunuyordu.
Fransız devrimi sınırlı bir örnek değildir. Toplumsal ve siyasal mücadelelerin pek çoğunda avukatların tarihi ve önemli roller oynadığına şahitlik ederiz. Türkiye'de de çok partili hayata geçişten sonra yakın zamanlara kadar avukatlar parlamento da meslek olarak en yüksek temsil oranına sahiptiler. Siyasi partilerin taşra örgütlenmeleri çoğunluk avukatlık bürolarında yapılırdı. Bulundukları mahallin en saygın, en itibar gören kişileriydiler.
Tarihi dönüşümler, hukuki değişimler avukatların altından şu anlattığımız zemini önemli ölçüde çekti. Şimdilerde avukatların efendilerinin olmadığından ve köle kullanmadıklarından bahsedebilmek mümkün değildir. Bırakalım dışarıdan birilerini kendi meslektaşları avukatların efendisi haline dönüştü. Bağlı, ücretli çalışma yaygınlaştı. Taylorist bant sisteminde olduğu gibi devasa hukuk büroları var karşımızda. Bu büroların herhangi bir fabrikadan en küçük bir farkları yok. Mühendisler bu dönüşümü 60'lı yıllarda Fordist birikim modelinde yaşamışlardı. Kitlesel işçileşme mühendis emeğini de tüm ayrıcalıklarından sıyırıp işçileşmeye yaklaştırmıştı. 68 isyanının özellikle Avrupa ayağında emek süreçlerinde bu yaşanılan değişimler etkili olmuştur. Zihni emeğin ayrıcalıklı bir tabakası olan mühendisler üretim sürecinde yaşanılan köklü değişimlerle birlikte proletaryanın içine doğru çekildiler.
Avrupa ve ABD'de ne zaman başladığını bilemeyiz, ama Türkiye'de hukukun piyasalaşmasının, avukatlığın geleneksel ekonomi-politiğinin AKP'li yıllarda hız kazandığını söyleyebiliriz. Bunda hem dünya çapında yaşanılan değişimler hem de bize özgü etmenler etkili olmuştur diye düşünüyoruz. Hukukun piyasalaşması evrensel bir trend. Arabuluculuk, tahkim gibi müesseseler sermayenin çevrim hızını arttırmak için düşünülmüş mekanizmalar. Bir tarafıyla da emeği tarihsel olarak gözeterek oluşmuş endüstri ilişkilerinin hukuk cephesini emeği dezavantajlı bir konuma iterek sermaye üzerindeki baskıyı ortadan kaldırmayı hedefliyor.
Hukuk Fakültelerinin çoğalması, her yerde pıtrak gibi artması tam bize özgü şeyler. Sanayi kuramayan, istihdam sağlayamayan iktidarlar Anadolu kentlerini bu şekilde ihya ediyorlar. AKP siyasetinin temel motivasyon kaynağı olan elit hıncı da bunda etkili bir rol oynuyor. Sola açık, aydınlanma ideallerine bağlı, yaşadıkları toplumsallık ve kamusallık üzerinde söz sahibi olan geleneksel hukukçu elitini dağıtmanın en kestirme yolu. Vasıfsızlaşma, niteliksizleşme, banalleşme mevcut iktidarın zaten yapısal bir özelliği. Rakamlara tapınma, onlar üzerinden kendini halka kolayca anlatma Türk sağının en bilindik karakteri.
Şu yukarıda ancak bir kısmını anlatabildiğimiz meseleleri konuşmadan geleceğe nasıl uzanacağız, cevap vermemiz gereken asıl soru budur.