“ Senin de bu iş dünyasına aklın hiç ermiyor nonoşum! Roguin’deki yüz bin frangı verdikten sonra, Temple mahallesindeki fabrikalarımızın bulunduğu binaları ve bahçeleri karşılık göstererek kırk bin frank ödünç alacağım. Elimizde yirmi bin frank var. Hepsi eder yüz altmış bin frank. Geriye kalıyor yüz kırk bin frank. Bunun için de banker B.Charles Claparon adına bono vereceğim, kırdırarak bana tutarını ödeyecek. İşte böylece yüz bin altın ödenmiş olacak. ‘ Vadesi olanın borcu yoktur’, derler. Bonoların vadesi geldiği zaman da kazancımızdan öderiz, diyelim karşılamayacak olursak da, Rougin yüzde beş faizle arsa hisselerimin ipoteği karşılığı bu parayı verecektir. Yine de tahminim, ödünç almak gerekmeyecek, çünkü saç çıkartan bir esans yaptım: Komajen yağı. ... Yaptığım hesaba göre, bu işten yılda en az yüz bin frank para kazanacağım. Bir afiş yaptırmayı tasarlıyorum. Baş tarafına, ‘ atın perukalarınızı! ‘ yazdıracağım. Görülmemiş bir etkisi olacak bunun. Geceleri gözlerimi yummadığımın farkında bile değilsin sen. Üç aydır şu Makassar Yağı’nın başarısı uykumu kaçırıp duruyor. Sonunda şu Makassar’ı batıracağım. “
Yukarıdaki parağraf Balzac’ın ‘ Cesar Bırotteau ‘ romanından alındı. Parağraf Balzacyen bir romanın bütün ipuçlarını veriyor; yükselme isteği, risk alma zorunluğu, hesapçılık, toprak rantına göz dikme, rakipleri tasfiye vd... Küçük burjuva Caesar Bırotteau gözünü daha yükseklere diker ve büyük burjuva olmayı arzular. Şimdi onu harekete geçiren dürtü toplumsal konumuna uygun bir yaşayışa sahip olmaktır. Toplumsal merdivenin basamaklarını teker teker çıkmaya başlamıştır. Önce ticaret mahkemesine yargıç atanmış sonra belediye başkan yardımcılığına getirilmiş ve en sonunda da Legeon D’Honerior şövalyelik madalyasına layık görülmüştür. Ömrü çalışmak ve para istiflemekle geçen adam şimdi edindiği toplumsal statülere uygun gösterişli ve rahat bir yaşam istemektedir. Bunun için daha fazla kazanması gerekmektedir. Halbuki kilise papazına zina mahsulü bırakılan bir babanın çocuğu olan bu adam Paris’e yalınayak girmişti. Çocukluğunu çıraklık yaparak, tavan aralarında uyuyarak, karnını daha iyi doyurmak için hizmetçi kızlarla yakınlaşarak geçirmişti. Patronlarının kralcı olmasından etkilenerek kralcı bir darbe girişimine bulaşmış bir tesadüf eseri hayatta kalmıştı.
Balzac’ın hemen hemen tüm kahramanları böyledir. Alt sınıflarda olanlar gözlerini yükseğe dikerler. Hizmetçi, kahya veya bir parfümeri de Cesar gibi çırak olanlar fırsatlardan yararlanarak sınıf atlamaya çalışır. İşçiler küçük burjuva onlar büyük burjuva, burjuvalar ise soylu olmak ister. Burjuvalar çalışıp para istiflemekle ömür tüketirken soylular aylak bir hayat içinde toplumsal hiçbir dertleri olmaksızın yaşar. Balzac elli yıllık hayatında toplumsal hareketliliği çok yüksek bir döneme tanıklık etti. Napolyon’un İmparatorluğu’nun başında doğdu, Bourbon’lar iktidara geldiğinde kralcı restorasyona tanıklık etti, Temmuz devriminde işçilerin düzene isyan ettiklerini gördü ve Lou Phillip döneminde bankerlerin hakimiyetini yaşadı. Yarım yüzyıl içinde Fransa’da iktidar sürekli el değiştiriyordu. Napolyon devrim sayesinde İmparatorluğunu ilan ederek kariyer basamaklarının zirvesine ulaşmıştı. Küçük bir subaylıkla başlayan hayatı büyük iniş çıkışlar neticesinde Elbe adasında sürgünle sonuçlandı. Devrimde kellelerini giyotine veren soylular devrimin geri çekilmesiyle saklandıkları yerlerden çıkmış ve Napolyon’un yarattığı hayal kırıklıkları sonucunda restorasyonla yeniden servetlerine kavuşarak iktidar olmuşlardı. Temmuz devrimi soyluların egemenliğine nihai olarak son verirken ufkunu burjuvazinin önündeki engelleri kaldırmakla sınırlamıştı.
Böylesi bir toplumsal mobilizasyona sahip tek ulus Avrupa’da Fransızlardı. Balzac’ın şansı bu ulusun bir ferdi olması, burjuvazinin iktidara tırmanışına birebir tanıklık etmesinden geliyordu. Yüksek dehası ile şansının farkındaydı. Gözlemlerini niçin Fransa üzerinde yoğunlaştırmak zorunda kaldığını şöyle anlatır; “ muharrir eserine mevzu olarak Fransız cemiyetini seçti. Zira bir romancı için en feyizli ilham kaynağı Fransa’nın. Fransa gibi, modern doktrinlerin hakim olduğu tek diyar olan İngiltere’de bu verimliliği bulamazsınız. Orada cemiyet, ruhun zarafetini boğan, tabiiliği örseleyen adetlere boyun eğer. Orada ferman okuyan vazifedir. İtalya hürriyetten mahrumdur. ... Kucağında, eski ananelerle yeni inanışların sessizce çarpıştığı Almanya, henüz kesin bir karaktere malik değildir, kaynaşma ve erime halinde olan cisimler gibi bulanıktır. ... Orada her şey konuşulur. Her şey düşünülür, her şey yapılır. Muharrir, eserinin mevzuunu seçerken ne milli bir gururla hareket etti ne vatanperverane bir jest yapmak arzusu duydu. O Fransız cemiyetiyle meşgul oldu. Zira vatani, içtimai, insani, çeşitli cepheleriyle tetkike, bütün ülkelerden daha müsaitti. “
Balzac’ın kahramanlarından bir farkı yoktur. Taşrada doğmuştu, babası devrim sayesinde belediye meclis üyesi olmuştu, edindiği konum bu yoksul köylüye küçük bir servet edindirmişti ve yaşam onu hayatın kaynağı sayılan Paris’e savurdu. Tekrar hayal kırıklıkları ve yeniden taşraya dönüş. Savurgan bir babaya karşılık aile eldekinin kıymetini bilen bir anne sayesinde taşrada ayakta tutunmayı becerebildi. Yazar aileye yük olmaması için papaz okuluna gönderildi ve ilgiden yoksun bir çocukluk geçirdi. Manastırın soğuk havasında geçen yılları yazar kitaplarla teselli bularak tamamladı. Kitaplar ve manastır hayal gücünü serbest bıraktı. Aile Honore’ye küçük burjuva bir yaşamı layık görüyor ve noter olmasını istiyordu. Bunun için Paris’e gidip hukuk okudu bir süre noter katipliği yaptı.
Balzac tıpkı yarattığı karekterler gibi tutkuluydu: Vautrin gibi maceraperest, Lumebpre gibi hercai, Rastignac gibi hesapçı, Bırotteau gibi gözünü yükseklere dikmiş, Lambert gibi bilgiye delilik ölçüsünde kendini vermiş, ‘ Mutlak Peşinde ‘nin Balthazar’ı gibi eserini yaratmak için acıdan kıvranmıştı. Özel hayatında ise bir hedonist, zevk düşkünüydü. Lüks ve rahat içinde yaşamak istiyordu. Kısa yoldan servet yapıp paranın sultasından kurtulmayı arzuluyordu. İçinde hissettiği ve atamadığı köylülük vandallıktan kurtulmanın soylu bir hanımla evlenmekten geçtiğini kulağına fısıldıyordu. Soylu olmadığı ve ailesinde bu ünvana sahip biri bulunmadığı halde soyluluk alameti sayılan ‘ de ‘ takısını ismine eklemişti. Her haliyle ekzantrik, acayip ve çelişik bir karaktere sahipti. Tipine bakan birinin yazar olduğuna inanabilmesi mümkün değildi. Elinden eksiltmediği bastonunun topuzuna elmas taktıracak kadar bir dandy, gösteriş düşkünüydü. Madam Hanska’ya kendini beğendirmek için bitpazarından çakma Rubensler, Rafaellolar toplayacak kadar kendini kaybediyordu. Bahsettiği gibi hayatı dehayla delilik arasında gidip geliyordu.