“ Toplum’un aynı zamanda tarihini ve eleştirisini, kötülüklerinin çözümlemesini, ilkelerinin tartışılmasını kucaklayan bir tasarının büyüklüğü, yapıtıma bugün yayımlandığı başlığı koyma hakkını veriyor sanırım: İnsanlık Komedyası. İddialı mı? Doğru değil mi? Buna, yapıt yayımlandığında okurlar karar verecek. “ Balzac bu satırları Paris de, Temmuz 1842 yılında, ‘ İnsanlık Komedyası ‘ başlığı altında toplanacak toplu yapıtlarına önsöz olsun diye yazmıştı. Yine para sıkıntısına, yoksulluğa düşen yazar o güne kadar kaleme aldığı eserlerin büyük bir nehirde buluşan sayısız kollar gibi ‘ İnsanlık Komedyası ‘ adı altında bir araya getirilmesine karar vermişti.
Bu büyük yapıt sayısız kollara ve alt dallara ayrılacaktı. Hepsi bir araya getirildiğinde bir bütünlük ortaya çıkacaktı. Amaç yaşadığı toplumu bir bütünlük içinde sergilemekti. Bu işi asıl tarihçilerin üstlenmesi gerektiğini düşünen yazar onların muvaffak olamadıklarını gördüğü bu işi kendisi üstlenmek zorunda kalmıştı. Adorno’ya göre “ daha önce klasik iktisat ve Hegel felsefesinde kuramsal olarak ele alınmış bulunan toplumsal bütünlük özelliğini, alıntının yıldırımıyla fikirler göğünden duyusal belirginlik dünyasına indirmişti Balzac. “
Yazar, Dante’ye nazire yaparcasına üstlendiği işe ‘ İnsanlık Komedyası ‘ adını vermeyi tercih etti. Floransalı nasıl uhrevi olanın araştırılmasına kendini adadıysa Balzac’da doğumuna tanıklık ettiği burjuva toplumunun araştırılmasına vakfetti kendisini. Üstelik bunu burjuva toplumu küçümsemesine, seçim mekanizmasına hor bakmasına ve eşitlik düşüncesinden nefret etmesine rağmen yaptı. ‘ İnsanlık Komedyası ‘ na yazdığı önsözde söylediği gibi siyasi fikirleri kralcı ve monarşiye inanıyordu. Toplumun esenliği ve iyiliği için din olmazsa olmaz idi. Hıristiyanlık modern halkları koruyabilecek, bir arada tutabilecek tek dindi.
Katoliklik ve krallık birbirinin ayrılmaz cüzleriydi. Ülkenin selameti için monarşi ve din vazgeçilmezdir. Seçim sisteminin mutlaklaştırılmasını kesinlikle reddediyordu. Seçim sistemi nihayetinde kitlelerin zorbalığına hizmet ediyordu. Çoğunluğun, kalabalığın tercihinden ziyade liyakate önem verilmeliydi. Napolyon döneminde yasama meclisinin ulaştığı düzeye restorasyon meclislerinin ulaşabilmesi mümkün değildi. Balzac siyasi fikirleri, idealleri devrimle işte böylesine uzlaşmaz birisiydi. Siyasi çıkışlarında hep bir lejitimist yani kralcıydı. Yazdığı gazeteler kralcı bir yayın politikası izliyordu. Kendiside milletvekili olmak istediğinde gözünü kralcı partilerden geleceğini umduğu tekliflere dikmişti.
Balzac eski rejimin hiyerarşik dünyasına özlem duyuyordu. Devrimin yarattığı büyük sarsıntının her şeyi alt üst ettiğine inanıyordu. Devrim soylu duygular yerine bencilliğin, çıkarın ve fesadın zincirlerini boşaltmıştı. Halbuki eski dünyada soylular yüce gönüllükle yoksullara acıyor ve gerektiğinde merhamet gösteriyordu. Yeni dünya ise insan tutkularının tümünü serbest bırakmıştı. Aç gözlülerin, tamahkarların, yüce hislerden nasibini almamışların saltanatı başlamıştı. Kurnazlık, bencillik, paranın sultasıydı hakim olan.
Balzac kendisini en fazla yoran romanı ‘ Köylüler ‘ de bunu bütün açıklığıyla sergiler. Eski rejimde Avonne vadisindeki köylüler rahat ve huzur içinde yaşıyordu. La Ville-a-ux-Fayes’deki topraklar eski bir opera sanatçısı olan Kontes’in elinde iken köylüler ormandan ağaç keserek, hasat zamanı başakları toplayarak, kuruyan ağaç ve dalları yakacak olarak kullanarak, toprak açarak hayatlarını bir türlü sürdürüyordu. Soyluluğun vurdumduymazlığı bu tür hırsızlıkları hoş görüyle karşılıyordu. Napolyon’un generallerinden biri bu toprakları satın alınca her şey tersine dönmüş ve köylüler açlığa terk edilmişti. Napolyon’cu disiplin anlayışı ve özel mülkiyetin burjuva biçimi köylüleri bir isyanın içine doğru itiyordu. Gözü açık sonradan yetme burjuvalar köylülerin bu hoşnutsuzluklarını kendi çıkarlarına alet ediyordu.
Romanın bir yerinde Balzac dünya görüşünü olduğu gibi açık eder. Uzun bir alıntı yapmamıza izin verilsin : “ sanıldığından daha dikkatsizce tersyüz edilmiş, monarşi ve imparatorluk sistemleri kutsallaştırılmış, herkes tarafından kabul edilmiş kişiler, sınıflandırmalar, çoğu zaman ayrıcalık diye tanımlanan denge unsurları sayesinde bu yolsuzluğu önlerdi. İktidarın kaygan direğine tırmanmakta ve tepesinde ki koltuğa kurulmakta herkes özgür dendiği zaman ayrıcalık yoktur artık. Açıkça ilan edilen, bilinen ayrıcalıklar bulunması daha iyi olmaz mı aslında? Değil mi ki kamuya yüklenilmek istenen kurnazlık ve hilebazlık sayesinde yaratılan yeni ayrıcalıklar, zorbalığın temellerini bir derece daha aşağıdan alarak yeniden kuruyor, vatanlarına bütün varlıklarıyla bağlı soylu zorbalar bencil zorbalar yaratmak için mi alaşağı edildi? “ Balzac yeni türedi burjuvalara hiç prim vermez. Onların aç gözlülüğü karşısında gün görmüş soyluları tercih eder.
Bir kralcı ve monarşist olan Balzac’ı çağının en radikal fikirlerine sahip Marx ve Engels dönemin bütün yazarlarına tercih ettiler. Doğalcılığın, naturalizmin kurucusu Zola’ya karşı zarlarını Balzac lehine attılar. Halbuki Zola angaje bir yazar ve aydındı. Unutulmaz bir madenci direnişini anlattığı Germinal’in yazarıydı. Irkçı önyargılar ve anti-semitizm karşısında Dreufuss’u kamuoyu karşısında savunmuştu. Halbuki Balzac bir lejitimistdi. Peki Balzac’ı siyasi fikirlerindeki bu gerici yana karşılık büyük bir yazar yapan şey neydi? İlk gençliğimden beri kafamı bir karınca gibi kurcalayan bu sorunun yanıtını aramaya çalışacağım.