Eskiden Sovyetlerde ne olup bittiğini anlamak için Kremlinologlara başvurulurdu. Sovyetlerde olup bitenleri anlamak için Sovyet iktidarının kalbi olan Kremlin sarayında olanlara vakıf olmak gerekirdi. İktidar son tahlilde sarayın içine çekildiği için sarayda olanları anlamak da ayrı bir uzmanlığı gerektiriyordu. Politbüro üyelerinin tek tek huylarını suylarını bilmek, parti içi dengeleri okumak, yüzlerindeki jest ve mimiklerden anlamlar çıkarmak kremlinologların başlıca işiydi. Türkiye’de de bir saray iktidarı var ve devlet iktidarının nabzı orada atıyor. Yalnız bu iktidar görünürde Cumhur ittifakı adı verilen bir partiler koalisyonuna dayanıyor gibi görünse de asıl olarak devlet hizipleri arasındaki bir denge, mutabakat üzerine oturuyor. İktidar sorumluluğu yine görünürde Erdoğan ve partisi AKP gibi görünse de Bahçeli ile MHP bu iktidar üzerinde güçlü bir etkiye sahip. Benzetme uygun olacaksa davul Erdoğan’ın omuzlarında davulun tokmağı ise Bahçeli’nin ellerinde. Resmi düzlemde MHP iktidarın bir ortağı değil ve karşımızdaki iktidar konfigürasyonu görünürde bir koalisyon değil. Ancak anayasal düzeyde cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen bu sistem kurgusu itibarıyla çoğunlukçu bir yapı üzerine kurulu ve hiçbir partinin tek başına bu desteği bulabilmesi bugünkü konjonktürde mümkün değil.
MHP sınırlı oy desteğine karşılık bu sistemin işleyişinde kilit bir role sahip. Hatta Bahçeli’nin bu sistemin mimarı olduğunu söyleyebiliriz. Eğer Bahçeli destek vermemiş olsaydı bu sistemin hayata geçirilebilmesi mümkün olmayacaktı. Rejim değişikliğine ve cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi denilen ve dünya üzerinde bir başka örneğine rastlanamayacak bu alaturka rejime geçiş MHP sayesinde gerçekleşti. Bahçeli tarihi çıkışlarından birinde ‘eğer rejim Erdoğan’ın de facto yapıp ettiklerine uygun değilse onu de jure yani şeklen hukuki hale getirmek için ellerini taşın altına koymaya hazır olduklarını’ söylemişti. Araya 15 Temmuz darbe girişiminin girmesi sisteme istediği bahaneyi, kaldıracı ve meşruiyeti vermişti. Darbe sonrasının olağanüstü şartları altında 2017 yılında yapılan bir plebisit ile rejim değişikliği gerçekleşti. Rejim değişikliğinin düğmesine Bahçeli basmıştı.
Rejim değişikliği MHP’ye gücünün çok ötesinde avantajlar sağladı. Rejim eğer parlamenter bir sistem olsaydı ve MHP gücü oranında kurulacak koalisyonlarda temsil edilseydi devlet içinde şimdiki güç ve imkânlara ulaşması tasavvur bile edilemezdi. Rejim değişikliği sayesinde MHP sistemi kontrol eden maymuncuğu eline geçirmiş oldu ve bu sayede gerçek gücünün çok daha ötesinde devlete nüfuz edebilme imkânına kavuştu. Doğrudur devlet içinde her zaman MHP’ye yakın klikler var oldu. Bunlar özellikle silahlı bürokrasi ve önemli bakanlıklarda her vakit güçlü bir ağırlığa sahip oldular. Ama cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi sayesinde MHP neredeyse devletin yarı ortağı konumuna geldi. Üstelik buna hiçbir risk ve sıkıntıya girmeden sahip oldu. Rejim adına meşruiyet üretme sorumluluğu asıl olarak Erdoğan ve partisinin omuzlarındaydı, ancak hassas dengeler gereği yapacakları her şey için MHP’nin onayına başvurmak zorundaydılar.
Bahçeli rejim değişikliğini tarihin kırılma noktalarından biri olarak değerlendirmişti. Son iki yüzyıllık tarihte böyle altı önemli kırılma noktası vardı. Tanzimat, ıslahat, 1.meşrutiyet, 2.meşrutiyet, cumhuriyetin ilanı ve cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş. Yine cumhuriyet tarihini üç döneme ayırıyordu: kuruluş, çok partili hayata geçiş ve en son rejim değişikliği. Dolayısıyla Bahçeli rejim değişikliğini geriye dönülmez bir eşik olarak görüyor. Biliyor ki partisi bu sayede rejimin vanasını elinde tutuyor, istediği konularda veto hakkına sahip ve kendisinin olmaz dediği bir şeyin olması da ihtimal dâhilinde değil. MHP için rejimin varlığının bu şekilde devam etmesi ontolojik bir zorunluluk. Elindeki kadroların devletin her noktasına yerleşmesi ve özellikle silahlı bürokrasideki güçlerinin son sınırına varması MHP için yaşamsal bir değer taşıyor.
Bahçeli şimdi iki konuyla sınanıyor. İlkini yukarıda uzun uzadıya anlattık. Rejimin sürgit olduğu gibi devam etmesi, ama diğer yandan da jeopolitik gelişmeler karşısında hazırlıkların bir an evvel tamamlanması. Büyük sınamalar karşısında devletin hazırlıksız yakalanmaması Bahçeli’nin son dönemlerde en önem verdiği öncelikler arasında baş sıraya yerleşiyor. Bahçeli devlet fraksiyonlarından aldığı duyumlarla bölgeyi tümden etkileyecek ve statükonun bir daha geri gelmeyecek şekilde bozulmasını sağlayacak gelişmeler karşısında Öcalan’a bir sorumluluk yüklenmesini telkin ediyor. Öcalan’a mademki gücün var o zaman kendini ispatla diyor. Öcalan yeğeni aracılığı ile verdiği cevapta ‘ tecrit devam ettiği müddetçe, kendine çalışabileceği hukuki ve siyasi zeminler sağlanmadığı takdirde gücünü göstermesinin mümkün olmadığı’ haberini ulaştırdı dışarıya. Bahçeli Öcalan konusunda ısrarcı olduğunu en son yaptığı sembolik ağırlığı yüksek paylaşımlarla bir kez daha ifade etti. Bahçeli Öcalan kanalının işletilmesini ve jeopolitik sınamalar karşısında bu çizgiden ilerlenmesini salık veriyor.
Erdoğan ortağı Bahçeli’nin ısrarlı çağrılarına kulağının arkasına yatarak cevap verdi. Bahçeli ile aralarında hiçbir görüş farklılığı olmadığını yinelese de bu ortaklık Kürtlere hiçbir şey vermeden almak üzerine kurulu bir oydaşma. Hem Bahçeli’nin hem de Erdoğan’ın aklında yeni bir çözüm ve müzakere süreci başlatmak yok. Kürt sorunun barışçıl ve demokratik çözümünü hedeflemek ve Türkiye’yi demokratikleştirmek gibi bir niyete zinhar sahip değiller. Kürtlerin 40 yıllık en son isyanını onların hak ve taleplerini karşılayan bir niyet içerisinde değiller. Ancak hem Bahçeli hem de Erdoğan biliyor ki bölgesel statüko değişecek ve bölgede artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Yeni bir dünya kurulurken, Kürtlerin bu kurulacak dünyada önemli bir pozisyon alması ihtimal dâhilinde iken, Türkiye’nin bunun dışında bırakılması en büyük korkuları. Çok açık ki şimdiki dünya çok yakın zamanda değişecek. Soğuk savaş üzerine kurulmuş güvenlik paktları da yenilenecek. Macron yakın zaman önce NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğinden bahsetmişti. Belki Avrupa Amerikan vesayetine son vermek için kendi güvenlik şemsiyesini oluşturmak zorunda kalacak. İran hedefe yerleştirilecek ve belki de İran yıkılmamak için direniş eksenine olan desteğini azaltmak zorunda kalacak. Görünen o ki Türkiye’nin kendi güvenlik ihtiyacını bu haliyle karşılayabilmesi imkânsızlaşacak.
Aslında İmralı adasında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan Öcalan bu gerçeği herkesten evvel görmüştü. Türkiye’nin Kürt sorununu çözmeye mecbur olduğunu söylemişti. Çözüm ertelendikçe maliyet yükseliyor ve meseleye el atanların sayısı artıyordu. Türkiye’nin çözümsüzlükteki ısrarı sorunu bir iç sorun olmaktan çıkartıyor önce bölgesel sonra herkesin el attığı bir uluslararası mesele haline getiriyordu. Türkiye’nin bırakın büyümeyi küçülmemek için dahi sorunu çözmesi gerekiyordu. Şimdi yumurta kapıya dayandı, beklenen eşiğe gelinildi. Bahçeli’ye sufle verenler artık Öcalan’dan yararlanmak gerektiğini, durumun ertelenemez hale geldiğini ve başka metodolojilerin maliyetinin ise çok ağır olacağını söylüyor. Tüm bunları dillendirme ise Bahçeli’ye düşerken Erdoğan başka bir perspektif ve oyun planı ile sürece dâhil oluyor. Bunun ne olduğunu, Cumhur ittifakı üzerindeki etkilerinin ne olabileceğini ise sonraki yazıda tartışalım.