Aydın Kitap Fuarı'nda

Yaşar Erkmen

Dağ dağa kavuşmaz ama insan insana kavuşur, demiş bilge atalarımız. Araya dağlar, yollar, yıllar, kıtalar, deryalar da girse bu gerçek değişmez. Yeter ki ortaya iradeni koy, yeter ki gönülden iste. Azmin elinden-ölümden gayrı-hiçbir şey kurtulamaz. Ben bunu böyle bilir, böyle böyle söylerim.

Aydın’da bu yıl ilk kez bir kitap fuarı yapılacağı haberini okuduğumda sevindim. Bu yıla kadar, Adana’nın dışındaki kitap fuarlarına katılmayı pek düşünmüyordum ama geçen ay bu kuralı bozdum. Burnumuzun dibindeki Mersin Kitap Fuarı’na katılarak oradaki dostları da kitaplarımla tanıştırdım. Perhiz bozulmuştu “gari.” Hele bu perhiz, söz konusu Aydın olunca hiç düşünülmezdi. Hemen kolları sıvadım, Aydın Yazarlar Sendikası yetkilisi Mustafa Ünver’i aradım, stantlarında iki gün yer verebileceklerini söylediler. 

İşin gerçeği, kitap ikinci plandaydı, asıl amaç Aydın’ı ve Aydınlı dostları ve öğrencilerimi görmekti. Dinar ve Denizli ziyaretlerinden sonra, planladığım gibi 16 Eylül Cumartesi günü saat 12.00’de, navigasyonun milim sektirmeyen nokta atışı sayesinde Tekstil Park’taki Aydın Kitap Fuarı’nın geniş park alanındaydım. Stanttaki katılımcı arkadaşlarla tanışıp yerime oturduktan sonra ilk ziyaretçimi merak etmeye başladım. Öğretmen arkadaşlardan biri mi, öğrencilerimden biri mi, yoksa Aydınlı tanıdık bir sima mı olacaktı ilk ziyaretçim? Ne o, ne o, ne de diğeri oldu ilk ziyaretçim. “Eğlenceli Yoksulluğumuz Çukurova” adlı kitabımı inceleyen bir kadın kitapseverdi ilk ziyaretçim. Osmaniye’nin Bahçe ilçesinden olduğu için Çukurovalı sayılırdı. Kitabımı imzalarken Bahçeli ünlü siyasetçiye de bir göndermede bulunmak istedim ama ziyaretçimin güler yüzü anında tepki verince vazgeçtim. 

Kısa bir süre sonra, bana gülümseyerek bakan ben yaşta bir kişi karşımdaydı. “Beni tanıdın mı?” dedi. Baştan ayağa dikkatli bir şekilde inceledim ama kim olduğunu çıkaramadım. Öğrencilerimden biri olamazdı. Beni biriyle karıştırdığını düşündüm. Sol yanımda oturan, Aydınlı duayen yazar Ahmet Zeki Muslu’ya döndüm.

“Hocam, sizi arıyor olmasın?” dedim. Ahmet Zeki Hoca’m dudaklarını bükerken yanıt ziyaretçimizden geldi:
“Yok, yok! Ahmet Zeki Hoca’mı tanıyorum. Ben sana geldim, Yaşar Hoca’m.”
Elini uzatırken şaşkınlığımı gideren açıklamayı da yaptı:

“Ben, kırk iki yıl önce Aydın İmam Hatip Lisesi stajyer öğretmenlerinden Ali Koparal Samancı.” 
Kitaplarımdan birini almak istiyordu ama seçmekte zorlanıyordu. İkinci kitabım Karşı Balkon’u uzattım.
“Bunu al.” dedim. “Bu kitaba adını veren öykü, Aydın’da yaşandı ve kahramanını da çok iyi tanırsın. O dönemki arkadaşlarımızdan birinin içler acısı öyküsü.” 

Ali’yi yolcu ettikten sonra, yan tarafta sessizce bizi dinleyen başka bir kişi yaklaştı.
“Hoş geldiniz hocam. Beni tanıdınız mı?” dedi. Öğrencim olabilirdi ama tanımam mümkün değildi. O da tanıyamayacağımı tahmin etmiş olacak ki telefonundaki fotoğrafı gösterdi.
“Peki, bu fotoğraftakileri tanıdınız mı, hocam?”

Aynı fotoğraftan bende de vardı. Olmasaydı da tanırdım. Karpuzlu ortaokulundan öğrencilerimdi. On dört, on beş yaşlarında bıraktığım öğrencim, şimdi “Yaşlandık hocam ya!.” diyerek karşımda duruyordu.

“Sen yaşlandık diyorsan bizi de gömün o zaman.“ diyerek takıldım. Fotoğraftaki arkadaşlarının her biri adına bir kitabımı imzalattı. Kısa da olsa geçmişe doğru hızlı bir yolculuğa çıktık. Çok şeyi konuşamadan ayrıldık.
Sonra gelen kişileri başka bir yazıya bırakayım. 

Dün gece Denizli semalarını dolunay aydınlatırken, bu gün Aydın’da gökyüzü bulutlarla kaplıydı ve durmaksızın yağmur yağıyordu. Yörenin zeytinleri için beklenen yağmur, geç kaldığı için biraz utangaç ve mahçup, özür dilercesine usul usul yağıyordu. 

Akşam karanlığı çökerken toparlandım. Geceyi Aydın’da bir arkadaşımın evinde geçirecektim. 
Aydın’ın-bu saatlerde artık her kentte sorun hâline gelen-yoğun trafiğine daldım.