Cezai bir soruşturma yürütmediğimizi bir önceki yazıda ifade etmiştik. Yaptığımız art arda yaşadığımız felaketler karşısındaki acizliğimizin temellerine inmek. Bunu yapmadığımız taktirde kolayca ‘günah keçileri’ bulacağız, fakat aynı felaketler başımıza gelmeye devam edecek. Ne kurnaz müteahhitleri ne onlarla yağmada işbirliği yapan kamu görevlilerini ne de siyasal sistemin çarpık yanlarını konuşarak meselelerimize köklü bir yanıt üretemeyiz. O çok imrendiğimiz gelişmiş kapitalizmler dahi felaketlere teslim oluyor. Rasyonel devlet örgütlenmesinin numunesi olarak gösterilecek Almanya geçen yıl sele teslim olmuştu. Beklentilerin çok üzerinde can kaybı yaşanmış milyarlarca euro’luk bir zarar ortaya çıkmıştı. Orman yangınları bütün bir Akdeniz kuşağını teslim almıştı. Rönesans’ın ülkesi İtalya’da etkilenmişti bundan mağribin yoksul ülkeleride. Dünyanın en güçlü ülkesi olduğuna inanılan ABD’nin kasırgalar karşısındaki acizliğini duymayan yoktur. Katrina kasırgası sırasında cazın başkenti sayılan New Orleans yerle bir oldu.
Yukarıdaki satırlarda anlattıklarımız felaketler karşısında yapılacak birşey olmadığı şeklinde anlaşılmasın. Her ülkenin, her toplumsal formasyonun felaketler karşısındaki dayanıklılığı ile kırılganlığı değişiyor elbet. Ama ussallıkta, rasyonel/işlevsel bir devlet örgütlenmesinde en ileri düzeylere ulaşmış olanların dahi gizleyemedikleri, her felaket anında açığa çıkan kırılganlıkları var. Devlet olarak ussallığı ve yurttaşlık kültürünü, sivil toplumu içselleştirmiş yerlerde bizimki gibi manzaralara elbette rastlanmıyor. Ama yine de insanlık şimdiki toplumsal örgütlenme modeli ile nerede yaşamış olursa olsun felaketler karşısındaki acizliğine, kırılganlığına son veremeyecek.
Üstelik nisyan yani unutkanlık sadece bizlere mahsusta değil. Genel bir insanlık hali. Felaket başımıza geldiği anda mevcut yaşama tarzımızın sürdürülür olmadığını fark ediyoruz. Acılar yaşandıktan, ölülerimizi gömdükten sonra herşey eski haliyle kaldığı yerden devam ediyor. İnsanoğlu karşısına çıkan felaketleri istisna sayıyor. İstisna olduğu için bir an evvel normale dönmek istiyor. İstisnanın kural haline geldiğini, olağanüstü halin yeni normalimiz olduğunu kabullenemiyor. Halbuki insanlığın şimdiki toplumsal örgütlenme modeli olan kapitalizmle birlikte yaşamaya devam ettiğimiz taktirde felaketler bir istisna değil hayatın yeni normu olacak. Geçmişte bir insan ömründe yalnız birkez karşılaşılacak felaketler artık olağanlaşacak.
İsterseniz bu duruma yakından bakalım. Pandeminin yarattığı uzun kapanmadan kurtulduk, ama tekrar bir öldürücü virüsle karşılaşmayacağımızın garantisi var mı? Covit 19’a karşı aşılandık, ancak domuz gribinden kurtulmak mümkün mü? Peki orman yangınlarını hafızamızdan nasıl sileceğiz? Cennet gibi koylar insanlar için cehenneme dönüşmüştü. Ya madenciliğe açarak yok ettiğimiz tepeler, dağlar, orman arazileri. Hangimizin doğduğu, yaşadığı, çocukluğunun geçtiği yer değişmeden kaldı, bozulmadan kaldı? Mutlaka bir el gelip oraya müdahale etmiş ve eko sistemi bozmuştur. Mevcut yaşama, gelişme, kalkınma modelleri ile varacağımız yer bunlardan farklı olmayacak.
Doğanın insan eli değmemiş, meta çevrimine dahil edilmemiş, kar hırsına maruz bırakılmamış iğne ucu kadar bir yeri dahi kalmadı. Yaptığımız bir cezai dedektiflik değil, soruşturmamızı toplumsal ilişkiler düzeyinde yürüttüğümüz için olsa olsa toplumsal dedektiflik yaptığımız söylenebilir. Bakışımızı böyle bir düzeye yükseltmediğimiz taktirde anlık öfkelerimize yenilecek ve birilerini suçlayarak kendimizi rahatlatacağız. Halbuki her birimizin soruşturmasını toplumsal düzeyde yürütmesine ve felaketlerin kaynağına bir arkeolog titizliği içinde yaklaşmasına ihtiyaç var.
Ernest Mandel polisiye edebiyat üzerine kusursuz bir inceleme sayılması gereken ‘ Hoş Cinayet- Polisiye Romanın Toplumsal Bir Tarihi ‘ isimli kitabında türün ideolojik özünü ‘ irrasyonelliğin rasyonelliği yerinden etmesi, irrasyonel altüst oluşlardan sonra rasyonelliğin yeniden sağlanması ‘ diye açıklar. Mandel’in modelinin felaketler karşısındaki tavrımıza ışık tutacağına inanıyorum. Her felaketten sonra hem kişisel hem de toplumsal düzeyde işlerin eskisi gibi gitmemesi gerektiğini düşünerek artık hayatımızı rasyonel bir temelde örgütlemek ihtiyacı içine giriyoruz. Bu polisiye edebiyatta cinayetin aydınlanmasına benziyor. Failin bulunmasıyla birlikte bilinmezlik, gizem, şüphe, esrar perdesi ortadan kaldırılmış ve cinayetin nedensellik bağları çözülmüş olur. Çünkü nedensellik aklın temel işleme biçimlerinden biridir. O yeniden tesis edildiğinde kendimizi güvende hissederiz. Fakat Mandel soruşturmanın peşini bırakmaz ve bir başka çalışmasında şunları söyler ‘ kapitalizmi karakterize eden kısmi rasyonalite ile genelleşmiş irrasyonelite arasındaki çelişkidir ve bu durumun kendisi uygarlığı tehdit eden asıl şeydir. ‘
Felaketler karşısındaki topyekun çaresizliğimizin kaynaklandığı yerde burasıdır. Her birimizin bireysel yaşantılarında, hayat planlarında rasyonel davranırken kollektif olarak irrasyonelliğin dışına çıkamıyoruz. Bireysel planda bile akılcılığın egemen olmadığına itiraz edeceklere şunları söyleyeyim: aptal, ahmak zannettiklerinizde bile akılcılığın bir türü vardır, modernliğin çemberinden geçmiş herkes de akılcılığın bir formu yerleşmiştir. Toplumsal yaşamımızın örgütlenmiş hali olan kapitalizm bireysel planda yaşamı rasyonelleştirirken temelindeki özel mülkiyet, kar ve biriktirme hırsı nedeniyle genelleşmiş yaşamlarımıza akıl-dışılık hakim olur. Toplumsal örgütlenmemiz değişmediği müddetçe de kar hırsının tutsağı olmaktan kurtulamayız. Özel mülkiyete dayalı bir dünyada isteklerimiz, tutkularımız hep bireysel kalacak. Leibniz’in monadlarından bir farkımız olmayacak. Maddenin en küçük ve parçalanamaz birimine nasıl atom deniyorsa Leibniz’de toplumsal yaşamın en küçük hücresine ‘monad’ diyordu. Her monad kendinden menkuldü. Monadlara dayalı bir toplumsal yaşam rekabeti ve kar hırsını özendirir. Toplumsal örgütlenmeye dayanışma, yardımlaşma ilkeleri hakim olmaz. Felaketler karşısında parlayan dayanışma arzusu yerini kısa sürede tekrar eski alışkanlıklara terk eder.
Bu nedenle felaketin asıl suçlusu somut bir özne değil akıl-dışılığı örgütleyen, Foti Benlisoy’un dediği gibi ‘ kusursuz cinayeti ‘ planlayan toplumsal örgütlenme modelinin kendidir. Jameson ile bitirelim ‘ bizi düşmanın varlığı değil, genel inanış elden ayaktan düşürüyor. ... Kapitalizmin tarihsel alternatiflerinin gerçekleşemez ve olanaksız olduğunu, başka bir sosyo-ekonomik sistemin -pratiğe geçmek şöyle dursun- tasavvur dahi edilemeyeceğini söyleyen genel bir inanıştan bahsediyoruz. ‘