Amiraller bildirisinden sonra “ iktidar bloku çatlarken “ başlıklı yazıyla konunun esasına dair ilk değerlendirmemizi yapmıştık. Aradan geçen zamanı da dikkate alarak yorumlarımıza kaldığımız yerden devam edelim. Öncelikle iktidarın iddia ettiği gibi amirallerin bildirisine muhtıra denilemez. Bunu iddia etmek tam bir anakronizmdir yani amiyane deyimle sapla samanı birbirine karıştırmaktır.
Askeri terminoloji dikkate alındığında muhtıra muvazzaf askerlerin hiyerarşik bütünlük içerisinde siyasi iktidara verdikleri ültimatom anlamına gelir. Muhtırada silahlı bürokrasi veya cihet/i askeriye şiddet aygıtlarına hükmetmenin verdiği güçle iktidara talep ve önceliklerini dayatır. Bu talep ve öncelikler dikkate alınmadığı taktirde yönetime doğrudan el koyacaklarını duyururlar. Türkiye’nin sivil/asker ilişkileri konusundaki tarihine baktığımızda tüm muhtıralarda gelişmelerin bu doğrultuda yaşandığını görürüz.
Amirallerin bildirisi bir muhtıra olmayıp uyarı mahiyetindedir. Amiraller Montrö ile başlayıp ordu içerisinde yaşanan son gelişmelerle ilgili düşüncelerini kamuoyuyla paylaşmayı tercih etmişlerdir. Bildirinin muhtıra gibi algılanmasının nedeni “ Montrö ile ilgili tartışmaların Türkiye’yi içinden çıkılması zor bir karmaşa ve kaosa sürükleyeceğine “ ilişkin uyarı olmuştur. Aklı başında bir kimsenin bu uyarıya katılmaması mümkün değildir. Doğuracağı sonuçlar itibarıyla böyle bir adımın imasının dahi başta Rusya olmak üzere küresel güçleri teyakkuza geçireceği aşikardır. Rusya’nın bu aşamada tepkilerini düşük profilde tutması kimseyi yanıltmamalıdır. Rusya ile Ukrayna arasındaki ilişkilerin gerginleşmesi, Doğu Ukrayna’nın Donbask bölgesinde yaşanılan gelişmeler, Kırım’ın Ruslar tarafından 2015 yılında ilhakı Karadeniz’in sularını ısındırmıştır.
İktidar bildiriye muhtıra demek suretiyle propaganda makinasını ayağa kaldırıp mağduriyet edebiyatı üretmeye çalışmış ise de umduğu ve beklediği ‘ siyasi karı ‘ elde edememiştir. Yandaş olmayan hiçkimse iktidarın bu numaralarını yutmamaktadır. Her şeyi yapma kudretine sahip olduğunu pervasızca sergileyen bir iktidarın mağduriyet söylemlerine ahalinin artık karnı toktur. Çünkü devletin bütün aygıtlarını hükmü altına almış, kuvvetler ayrılığını yok ederek yetkiyi tek adamda cisimleştirmiş iktidarın mağduriyet martavalına inanacak budala kalmamıştır artık. İktidar bir gelecek vaadini tükettiği andan bu yana sadece ana odaklanarak ve varolanı korumaya çalışarak ayakta kalabilmektedir. Siyasi repertuvarında kalansa artık kabak tadı veren bilindik klişelerdir.
Akp devri iktidarında kendisine yönelik en büyük tehdidin ordudan geleceğinin farkındaydı. Ordu içindeki nüfuzu ise çok sınırlıydı. Ordunun kendi kurumsal kültürü, hiyerarşisi ve alışkanlıkları vardı. Diğer kurumları elindeki imkanlar ile rahatlıkla dönüştürebilen iktidarın ordunun yapısından dolayı burayı tam anlamıyla kontrol edebilmesi ve dönüştürebilmesi kısa vadede mümkün olmayacaktı. İktidar 15 Temmuz sonrası eline geçen fırsatı ordunun koordinatlarını dağıtabilmek için pervasızca kullandı. Yerleşik alışkanlıklar alt üst edildi. Tayin ve terfi sistemleriyle oynandı. Genelkurmay’ın elinden tüm kuvvet komutanlıkları alındı. Genelkurmay Başkanlığı kuvvet komutanlıklarına sözünü geçiremeyen sembolik bir makama indirgendi. Yirmi binin üzerinde personel ordudan ihraç edildi. Yaklaşık olarak elli bin yeni personelin alındığı söyleniyor. Bu alınan personelin büyük bölümünü sözleşmeliler oluşturuyor. Khk’lar ve Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile personel alımında iktidarın eline geniş yetkiler verildi. Ordu gibi zaten disiplinin had safhada olduğu bir kurumda böylesi büyük ihraç ve personel alımlarının alt üst oluşlar, sürtünmeler, rahatsızlıklar yaratması eşyanın tabiatı gereğidir.
Bu sürede Akp orduyu Akar’ın şahsında kontrol etmeye çalıştı. Yaşanılan gerçek anlamda bir sivilleşme olmayıp iktidar blokuna neredeyse bağımsız bir odak gibi katılan Akar üzerinden ordunun denetim altında tutulmasıydı. Genelkurmay, kuvvet komutanlıkları Milli Savunma Bakanlığı’na bağlandı, ama Akar bir sivil olmayıp 15 Temmuz’daki rolü hala gizemini koruyan askeri bir şahsiyetti, darbe sırasında Genelkurmay Başkanı’ydı. Yaşanılanların normal, olağan sivilleşme olduğunu kimse iddia edemez. Akp’de bunun böyle olduğunu gayet iyi biliyor ve zamana oynuyordu. Akar üzerinden orduyu kontrol altında tutarken asıl amacı orduyu hızla profesyonelleştirip, kurumsal kültürü değiştirip zihince kendisine yakın unsurların hızla terfi almasını sağlamaktı. Geleneksel terfi sistemi de değiştirilmiş bu konuda Bakan’a olağanüstü yetkiler verilmişti.
Ordu içindeki bu mutabakatın sözcülüğünü yapan Akar bir taraftan ordu içi fraksiyonları yatıştırırken diğer yandan eline geçirdiği güçle iktidar denklemindeki ağırlığını arttırıyordu. Türkiye’nin dış politikasının asker odaklı hale gelmesi, diplomasinin yerini askeri güç kullanımının alması, güvenlik aklının her şeyi vakum gibi içine çekmesi de Akar’a geniş bir hareket alanı sunuyor adeta Dışişleri Bakanı gibi davranmasını sağlıyordu. Ordu iç güvenlik operasyonları, bölgesel meselelerin askerileşmesi gibi nedenlerle sürekli teyakkuz halindeydi.
İşte Amirallerin bildirisi muhtıradan çok ordu içinde yaşanılan bu sürtünmelerin, oluşan güvensizliklerin de yüksek perdeden duyurulması girişimidir. Ortada sağlıklı, kurumsal güvenceleri oluşturulmuş bir sivilleşmeden ziyade üzerinde pazarlıkların yapıldığı, herkesin gücünü azamileştirmeye çalıştığı, mutabakatların kırılgan dengeler üzerine oturduğu bir alan var.
Erdoğan’ın bildiriyi görece yumuşak bir üslupla karşılamasının nedeni de bu kırılganlıktan kaynaklıdır. Akp sözcüleri orduyu kutsarken, şu bahsettiğimiz rahatsızlıkların yanından geçmezken hatta amirallere karşı dahi ölçülü bir dil kullanırken işin faturasını hayali bir düşmana CHP’ye çekmeleri de bundandır. Erdoğan bu aşamada ordu içindeki rahatsızlıkları daha da kaşımak istememiştir. Kurumsal olarak tartışmaların içine dahil etmemeye çalışmıştır. Bu aşamada kırılgan dengelerin üzerine gitmek hesabına gelmiyordur. Belki de bu konuda henüz güçlü olmadığını ve vaktin gelmediğini düşünüyordur. Ama bir planı olduğu mutlaktır. Muhtemeldirki Yaş döneminde büyük tasfiyelere gidecektir. Ama elindeki kadro birikimi ile orduyu istediği kıvama getirmesi de mümkün değildir. Bu konuda atacağı her adım daha çok küçük ortağı Bahçeli’nin işine yarayacaktır.
Erdoğan’ın CHP’yi hedef haline getirmesi, soruşturmanın bu yönde ilerletilmesi, amirallerin bu partiyle bağlarının deşilmesi de gelecek açısından kaygı vericidir. Genel Başkanı Çubuk’taki bir linç ve provakasyonla terbiye edilmeye çalışılan bu partinin başına neler örüleceğinin alametidir belki de bunlar. Hdp’nin haksız yere 6/8 Ekim olaylarıyla irtibatlandırılması gibi CHP’yi de amirallerle ilişkilendirmek iktidara bu partinin başı üzerinde Demokles’in kılıcını gezdirmek için fırsat verecektir kuşkusuz. Bu söylediklerimizi spekülatif bulacaklara burasının Türkiye olduğunu hatırlatarak cevap verelim şimdilik.