Bu yazıda İsrail lobisinin kimlerden oluştuğunu, en etkili kurumların hangileri olduğunu ve nasıl çalıştıklarına dair detaylara gireceğiz. ABD’deki İsrail lobisi kişilerden ve kurumlardan oluşan esnek bir ağa dayanıyor, buna bir koalisyon da diyebiliriz. Lobinin her şeye kumanda eden bir merkezi bulunmuyor. Elbette bazıları çok daha etkili olurken bir kısmının Amerikan politikaları üzerindeki etkisi daha az. Burada faaliyetlerini ele aldığımız kurumlar açık alanda çalışır, kamuoyu karşısında tanınır ve bilinirler. Bölge politikalarını İsrail lehine etkileyen kişi ve kurumların burada saydıklarımızdan ibaret olduğunu iddia ediyor değiliz. Bizim bilmediğimiz ve açık alanda faaliyet yürütmeyen başka kanallarında olduğundan kuşku duymuyoruz.
İsrail lobisi tek bir merkezden idare edilemeyecek kadar geniş bir örgütlenmeye sahiptir. Lobiye mensubiyetin hiç kuşkusuz en önemli şartı her koşulda İsrail Devleti’ne destek olmak ve ABD’nin bölge politikalarını bu yönde etkilemektir. İsrail lobisinin en etkili kurumu hiç şüphesiz, açılımı Amerikan İsrail Halkla İlişkiler Komitesi olan AIPAC’dır. İsrail Devleti 1948 yılında kurulduğunda, Amerika’daki lobicilik faaliyetlerini dönemin özgün koşullarından dolayı henüz açıktan yürütmüyordu. İsrail lehinde politikalar oluşturmak isteyenlerin çoğu Siyonist bir geçmişten geliyordu. Kurucusu I.L.Si Kenen Amerikan Siyonist Konseyi’nin başkanıydı. Kenen konseyi önce Amerikan Kamu İşleri Siyonist Komitesi olarak yapılandırdı, 1959 yılında ise isim değişikliğine giderek bugünkü adını almasını sağladı. AIPAC o günden bu yana kurucusunun adı ile bilinen kurallara göre faaliyet yürütmektedir. Kenen Kuralları olarak bilinen kuralların ilki ‘ yasama sürecinin arkasında durun, asla önüne geçmeyin’ şeklindedir. Yani faaliyet yürütenlere fazla öne çıkmamaları, kendilerini göstermemeleri tavsiye edilir. AIPAC’ın etkisi altı gün savaşları olarak bilinen 1967 İsrail-Arap savaşlarından sonra artış gösterecekti.
AIPAC bugün iki yüze yakın çalışanı, 5 milyar doları aşan bütçesi olan devasa bir kuruluşa dönüşmüştür. 1975 yılında kurucusu Kenen’in yerine başkan seçilen Morris Amitay misyonlarını ‘eğer İsrail’e yardım etmek istiyorsanız oyunun adı siyasi aksiyondur’ diye açıklamıştı. Kenen döneminde kendini gizleyerek faaliyet sürdürmeyi tercih eden kurum, bugün yaptığı işler ve başardıkları ile övünmekte ve propagandasını yapmaktadır. İsrail lehine lobi çalışması yürüten kurumlardan bir diğeri eski adı Ulusal Yahudi Toplum İşleri Danışma Konseyi olan Kamu İşleri Yahudi Konseyi’dir. Kurumun başkanlarından Albert Chernin ‘bizim elbette önceliğimiz İsrail’dir’ diyordu. Bunların dışında İsrail Politika Forumu (IPF), Amerikan Yahudi Komitesi, ADL, Reform Yahudiliği için Dini Eylem Merkezi, Güvenli Bir İsrail İçin Amerikalılar, Likut’un Amerikalı Dostları, Mercaz-USA, Hadassah gibi onlarca kurum sayılabilir. 1992 tarihli bir araştırmaya göre İsrail yanlısı olup açık Siyonist niyetlere sahip kurum sayısı 80’den fazladır. En büyük ve en önemli 51 teşkilat Büyük Amerikan Yahudi Teşkilatları Başkanlar Konferansı adlı teşkilatın çatısı altında bir araya gelmiş ve güçlerini birleştirmeye kararı vermiştir. İlk kararları ise aralarındaki tartışmaları kamuoyu önünde yapmama olmuştur. Kurumlar arasında yapılan tartışmaların İsrail Devleti’nin çıkarlarına zarar verdiği endişesi ile bu kararı almışlardı.
Bu teşkilatların dışında onlarca kurum faaliyet yürütmekte ve bir o kadar da düşünce kuruluşu İsrail politikalarının sözcülüğünü yapmaktadır. Demokratlara yakın Brookings Enstitüsü’ne bağlı çalışan ‘Saban Ortadoğu Politikaları Merkezi’ bunların en başında gelir. Bu merkez bir Siyonist olan Haim Saban’ın 13 milyon dolarlık bağışı ile kuruldu. New York Times’ın iddiasına göre Saban ‘Hollywood’daki siyasetle en fazla bağlantılı olan zengindi’. Saban, 1982 yılında Lübnan’a saldıran ve Beyrut kasabı olarak bilinen Başbakan Ariel Şaron’un iltifatlarına mazhar olmuşdu. Bu kuruluş sözde iki devletli bir çözümü savunmuş olsa da İsrail Devleti’nin tüm politikalarına kayıtsız şartsız destek vermektedir. Merkezin her yıl düzenlediği toplantılara eski başkanlar dahil Amerikan politikasının elitleri katılmakta ve siyasi kariyerlerini bu tür yerlerde yapmaktadırlar. New Amerikan Foundation ve the Cato Institue gibi bütçeleri kısıtlı düşünce kuruluşları hariç diğerlerinin tamamı İsrail politikalarına destek vermektedir. New York’taki Dış İlişkiler Konseyi (CFR) hariç diğer kuruluşların hiç birinde İsrail politikalarına eleştirel yaklaşan araştırmacıların bulunmasına izin verilmez.
Üniversitelerde İsrail politikalarına muhalif eleştirel seslerin çıkması bastırılır. Lobiler sadece yasama organını baskı altında tutmakla kalmıyor üniversitelerde de örgütlenmeye giderek İsrail karşıtı düşüncelere barınma imkânı tanımıyor. AIPAC, Yahudi öğrencileri üniversitelerindeki İsrail karşıtı hocaları tespit etmekle görevlendiriyor. Bu fişlemeydi ve bununla ilgili bir kitapçık yayınladılar. Yine anti-semitizmle mücadele adı altında İsrail politikalarına hizmet eden ‘İftira ve İnkârla Mücadele Birliği’ olarak bilinen ve kısa adı ADL olan kurum, üniversite kampüslerindeki Arap sempatisinin önüne geçebilmek için bir kılavuz kitap dağıttı. Bu kitapçıkta anti-semitizmin kapsamı sınırsızca genişletiliyor ve her tür Arap sempatisi İsrail karşıtlığına indirgeniyordu. Daniel Pipes gibi Siyonist Ortadoğu uzmanları akademide anti-Siyonistlerin barınmaması için kampanyalar yürütüyor. New York Üniversitesi’nde Filistin uzmanı olan Raşhid Khalidi gibilerin halka açık toplantıları yasaklanıyor. Üniversitelere alınacak bölge politikaları araştırmacılarının kendilerine yakın olmasına çalışıyorlar.
Kuşkusuz İsrail politikalarına en fazla destek 2.Bush döneminde kritik bütün yerleri tutmayı başaran yeni-muhafazakârlardan geldi. Neokonservatizm olarak bilinen bu akımın doğumuna ve gelişimine bir sonraki yazıda değineceğiz. Bu akımın Evangelizm olarak bilinen Hıristiyan Siyonizm’i ile yakınlığına da o yazıda girmeyi düşünüyoruz. Ama böyle bir yazıyı bu akıma ve bu akımın İsrail politikalarına verdiği desteğe değinmeksizin sonlandırmak eksiklik olacaktır. Yeni-muhafazakârlığın soy kütüğü ideolojik olarak çok gerilere gitmekle birlikte ABD politikalarında bir tercih olarak ortaya çıkması 90’ların başına kadar uzanıyor. Soğuk savaşın etkisiyle New York entelektüelleri olarak bilkinen grubun içinden bazıları Marksizm’i terk ederek anti-komünizme yelken açtılar. Bunların en başında İrwing Kristol ve Sidney Hook gibi geçmişte Troskiy’e sempati duymuş Yahudi entelektüelleri geliyordu. Bu entelektüeller Marksizm’i terk ettikten sonra kendileri gibi bir Yahudi olan siyaset felsefecisi Leo Strauus’u guruları seçtiler. Strauus, ABD’ye iltica etmeden önce Carl Schmitt’den dersler almış biriydi. Dolayısıyla siyaseti bir düşman yaratma sanatı olarak görüyordu ve komünizm şimdi baş düşmandı.
Bu ekol komünizm düşmanlığı ve Rusya karşıtlığı ile temayüz etti. Soğuk savaşın bitmesi fikirlerinin alıcısını çoğalttı. Clinton döneminde geri plana çekilseler de oğul Bush’un iktidarı ile birlikte kritik mevkileri ellerine geçirdiler. Perle Politika Planlama Merkezinin başına geldi. Wolfovitz Savunma Bakan Yardımcısı oldu. Martin İnde Ulusal Güvenlik Danışmanlığı’na getirildi. John Bolton BM daimi elçisi oldu. Hıristiyan Evangelikler ile önce İsrail diyen Siyonistler iktidarın köşe taşlarını ellerine geçirdiler. 11 Eylül saldırıları bu çeteye Amerikan gücünü diledikleri gibi kullanma fırsatını verdi. ABD aynı anda iki savaşın içine girdi. Afganistan ve Irak’ın işgalleri milyonlarca Müslümanın yerinden yurdundan olmasına sebep olduğu gibi Müslümanların Musevilere ve Hıristiyanlara olan nefretini hiç olmadığı kadar arttırdı. Huntington’un ‘medeniyetler çatışması’ tezi haklı çıkıyor gibiydi. Bu çete İsrail’in baş destekçisiydi. Her konuda İsrail’e destek verdiler. 2006 yılındaki İsrail-Hizbullah savaşına çanak tuttular. İsrail Hizbullah karşısında ağır bir yenilgiye uğradı. Batı Şeria’daki yerleşimci sayısının arttmasına göz yumdular. Filistin meselesinin içinden çıkılmaz bir hale gelmesine onay verdiler.