Murat TIRPAN
Adana’da film gösterimleri, sinema akademisi, açık hava gösterimleri ve ulusal yarışması ile Altın Koza Film Festivali her zamanki heyecanından bir şey eksilmeden devam ediyor. Aslında Adana her filmi aynı standartta olan bazı iyi yönetmenlere benziyor, zaman zaman eleştirilecek yanları olsa da her daim kendini izlettiriyor.
Memlekette İstanbul, Adana ve Antalya’nın yarışma filmleri o yılın sineması hakkında genel bir fikir verir. Bu üç festivalde yarışan işleri topluca değerlendirdiğimizde sinemamızın nereden nereye gittiği, nasıl değiştiğini görmek, genellemeler yapmak mümkündür. Bu yazı yazıldığı sırada Adana’da yarışan sekiz uzun metrajlı yerli filmin dördünü görme imkânı bulduk. Bu dört filmin üçüne baktığımızda ortak bir noktanın olduğunu görüyoruz, ister gelecekte ister bir taşra kasabasında isterse bir gusülhane kapısında geçsin, kadınlık halleriyle ilgili filmler bunlar. Dördüncü film ise (Mendirek) bu kadınlara dünyada cehennemi yaratan toksik ve kusurlu erkeklerin ruh halinin hikâyesi.
Ümran Safter’in filmi Kabahat taşrada bir köyde ilk regl deneyimini yaşayıp korkan, yıkanmaya çalışan bir genç kızın hikâyesi. Kabahat adının doğrudanlığına inat incelikli bir çizgi izlemeye çalışarak genç kızın -sular kesildiği için- bir türlü yıkanamamasını filmin ekseni haline getiriyor. Genç kızın film boyunca yaşadığı içsel sıkıntı, bu “ya yıkanamazsam, ya bir kabahat işlediysem” endişesi çok önemli bir mesele. Bu endişe birazdan değineceğim gibi Bana Karanlığını anlat filminde başka tür bir endişeye dönüşecektir.
FELAKETTEN KURTULABİLMEK
Bir diğer filmle devam edelim, Türkiye’nin ilk sürdürülebilir prodüksiyonu olarak tanıtılan, son zamanlarda örneklerini görmeye başladığımız distopya türünün bir örneği olan Serpil Altın’ın ilk uzun metrajı Bir Zamanlar Gelecek 2122 ise 21’inci yy’ın sonlarında yaşanmaz bir hale gelen dünyada kurtulan bir grup insanın yerin altında kurdukları bloklarda yaşamakta olduğu bir öykü. Gelecek 2121’in distopik türün kaçınılmazlarından olan ekolojik ve toplumsal açılımlarını bir yana bırakırsak yine kadınlık halleri üzerine bir film olduğunu görürüz. Filmin merkezindeki yer altında yaşayan aile anne, baba, kız çocuk ve anneanneden oluşmaktadır ve yeni yönetimin getirdiği kıtlık kuralları gereği bir yeni bebek doğduğunda yaşlılardan biri ölmek zorundadır. Tahmin edebileceğiniz gibi aileye yeni bir çocuk katılmak üzeredir ve anneannenin hayatı tehlikededir.
Gelecek 2121 finalde meseleyi "felaket"ten kurtulabilmenin yegâne çözümünü, babanın da yaptığı bencilce hatayı gösterip onu devre dışı bırakarak, anneliğin, doğurganlığın gücüne bağlıyor. Bu güç anneanneden (ki hem suçlu hem direnişçidir) anneye ve ondan da kızına geçiyor. Film bizzat kendi sözleriyle tartışılabilecek bir şekilde fikirleri doğan/doğacak çocuklarla eşitliyor. Dolasıyla kaba ama işlevsel bir bağlantı kurarsak Kabahat’te genç kızın üzerinde psikolojik/toplumsal bir baskı hissederek korktuğu doğurganlığa geçiş burada kurtuluş umudu haline geliyor. Kabahat genç kız karakterinin sözleriyle bir kadının evlenmek zorunda olmaması üzerine giderken, genç bir kızın bireysel olarak bu baskıdan doğal bir şekilde yıkanıp kurtulduğu bir portre çizerken Gelecek 2121 anneliğe bel bağlıyor.
GEÇ KALINMIŞLIK
Diğer bir filmde, Gizem Kızıl’ın işi Bana Karanlığını Anlat’ta bireyselliğinin, kadınlığının gücünü anlamak için geç kalmış bir karakter görüyoruz. Aile kurumuna inanarak dâhil olmuş Nermin’in bu kurumun iler tutar yanı olmadığını anladığı o son noktadayız burada. Bu filmin evliliği şiddet dolu bir cehennem ve bu cehennemde çıkmak için kadının tek yolu elindeki fırsatı kullanarak kalp krizi geçiren kocasını ölümüne "izin vermek"… Neredeyse tümü bir gusülhanede geçen Bana Karanlığını Anlat Nermin’in ölmüş kocası Veli’yle daha çok da kendiyle, girdiği bu ilişkideki yanlışlarla yüzleşmeye çalışmasının filmi. Bana Karanlığını Anlat’ın en güçlü yanı ölen kocanın öldüğünden emin olamama hali, kadının bir geri dönüşten duyduğu endişe. “Ya yeniden gelirse” endişesinin filmi bu, özellikle bizim gibi ülkelerde kadınların her daim iyi bildiği bir endişenin...
Bahsettiğimiz filmlerin sinemasal değerleri, başarıları ya da sorunları bir yana bu endişenin üzerine gitmek, bunu konuşmak bize iyi gelecektir. Böylece Cem Demirer’in Mendirek filminde gördüğümüz hastalıkları erkeklerin yarattığı tahribattan kaçmak bir nevi mümkün olabilir. Hiçbir şey yapamasak da en azından belki Mendirek’te eşini terk edip gitmiş kararlı bir kadın olan Zeynep’in yaptığı gibi onları kendi adalarına, kâbuslarına hapsedebiliriz.