Altın koza filmlerinde favori tema ‘kardeşlik’

31. Adana Altın Koza Film Festivali’nin ikinci gününde de üç yeni film izlendi. Bu seneki filmlerimizde kardeşler arasındaki problemlere değinen filmler çoğunlukta…

Almanya’da senaryo yazarlığı ve yönetmenlik eğitimi alan Türker Süer’in ilk uzun metrajlı filmi olan Gecenin Kıyısı, filmde hikayesi anlatılan farklı karakterlerdeki iki kardeş gibi izleyenleri de ikiye böldü. Ama diğer yandan herkes Süer’in yönetmenlik performansının çok iyi olduğunu; çok iyi çekilmiş, heyecanlı ve dinamik bir filmle etkili bir başlangıç yaptığını da kabul etti. Ancak fikirler filmin hikayesi ve hikayesine olan yaklaşımı devreye girince ayrışmaya başladı.

Babaları birkaç kuşaktır asker olan iki subay kardeş Sinan ve Kenan… Sinan’a komutanı yeni bir görev verir. Emre itaatsizlik ve firardan yakalanan, önce Malatya’da sorgulanıp sonra da Erzurum’da hapishaneye götürülmesi gereken bir mahkûma refakat etmesi istenir. Sinan bu mahkûmun uzun zamandır görüşmediği ağabeyi olduğunu öğrenir ama yine de görevi geri çevirmez. Başka bir tehlikeli mahkûmun da dahil olduğu bu yolculuğa Sinan’la birlikte iki asker daha katılır. Ama takvimler o günün 15 Temmuz olduğunu gösteriyordur. Türkiye’de büyük bir kırılmanın yaşandığı bu önemli gün, birbirlerine olan bağlarını çoktan yitirmiş olan iki kardeş için de ayrı bir kırılma zemini oluşturur.

Filmin ortasında bir yerde Sinan’ı sorgulayan istihbaratçı “Senin hain olmadığını biliyorum, ama aptal olduğundan eminim. Bu da senin şu andaki avantajın diyor.” Sinan’ın içine düştüğü durumu özetleyen bu cümlenin filmin de kilit cümlesinin olduğunu düşünüyorum. Diğer yandan bu sahne bazı seyircileri de rahatsız edebilir. Ergenekon davasından yargılanan babasının aleyhinde tanıklık yapmış Sinan’ın bir kumpasa dahil olduğunu ciddi anlamda düşünmesi ve sert bir U dönüşü yapmaya karar vermesi anlamlı ve güzel bir senaryo manevrası.

Diğer yandan film 15 Temmuz ve öncesine biraz fazla dışarıdan bakıyor. Tarafların sınırlarını tam olarak çizmiyor, kardeşlerin arasında bu anlamdaki tartışmayı çok üstü kapalı bir yerden çekingen imalarla halletmeye çalışıyor. Bunu hem yönetmen bu olayları içinde yaşayanlardan daha uzak bir yerden gözlemlediği için, hem herhangi bir yere tarafgir görünmemek için hem de iki kardeşin kendi ilişkilerinin dinamiklerinden uzaklaşmadan daha evrensel bir yerden yürümek için yapıyor. Böylece başka ülkeden seyirciler filme daha rahat bağlanacaklar, eksik kaldıklarını hissetmeyecekler. Ama biz bu muğlaklık içinde eksik kalıyoruz biraz. ‘Muğlaklık’ da bu tip politik gerilim filmleri için tehlikeli bir alan. Özellikle de en ufak bir meselenin olmadık yerlere doğru büyütüldüğü, bin türlü sorunların olduğu bir politik iklimde… Ama Avrupalı seyirci için film bu anlamda heyecanlı ve akıcı bir gerilim filmi oluyor... Bu açıdan filmin ‘anti militarist duruş’ kartı da var. Özellikle filmin başlarında askerlerin aşırı ciddiyetlerini komik gösteren ince bazı espriler ve filmin son sahnesi bunun altını çiziyor.

Filmin ses ve görüntü çalışmaları, Ozan Tekin’in synthesizer ağırlıklı elektronik müzikleri (John Carpenter’ı hatırlattı bana), Ahmet Rıfat Şungar ve Berk Hakman’ın birbirine alan açan, paslaşarak pek çok sahnede gol attıkları performansları etkileyici ve uzun süre de akılda kalıcı.

Ama filmin son düzlüğünde hikâyenin doğal akışının biraz zedelendiğini, özellikle bir yere doğru biraz ittirilerek götürüldüğünü hissediyorsunuz. Bir de bu diğer mahkûmun işlevi ve bize özellikle gösterilen o küçük sahnesinde tam oturmayan bir şeyler var.

Dünya prömiyerini Venedik’te Türkiye prömiyerini de Adana’da yapan film vizyona girdiğinde epey konuşulacakır. Altın Koza’nın da güçlü adaylarından biri.

Ölü Mevsim

Kısa filmleriyle birçok yerli ve yabancı festivalleri dolaşan yönetmen Doğuş Algün’ün ilk uzun metrajlı filmi Ölü Mevsim’de de iki erkek kardeş ve üç kız kardeşin iç içe geçen hikayeleri var aslında. Bu sene Adana Altın Koza filmlerinde aile ve kardeşlik temaları oldukça ön planda yani.

Bebeğini düşüren Nimet bir türlü anne olamamanın ve kocasıyla olan iletişimsizliğinin mutsuzluğunu yaşamakta, kendisini hep ‘eksik’ hissetmektedir. Ortanca kız kardeşi zengin bir adam bulmuş onunla evlenip kendini ailesinden çekmiştir. Küçük kız kardeş Öznur ise ne uzayan ne kısalan bir durumda Nimet ve kocasının yanında sığıntı gibi yaşıyordur. Aslında bu durum hem aile içinde hem de çevrede pek de hoş görülmemektedir. 

Nimet’in kocası da zaman zaman arkasından iş çevirdiğini hissettiği ağabeyiyle sessiz bir savaş sürdürürken çevresindeki olaylara karşı çoğu zaman etkisiz kalmaktadır. Bu ekosistem içinde bir Afgan mülteci bu ailenin ilişki dinamiklerinin, zaaflarının ve entrikalarının sessiz tanıdığıdır.

Aslında film kardeşler arasındaki iletişimsizliği ve ‘ne seninle ne sensiz’ ilişkisini anlatırken bazı sahnelerini boşu boşuna uzatıyor. Neredeyse bütün sahneler giriş-gelişme-sonuç mantığıyla ele alınmışlar bu yüzden birçok sahne gereğinden uzun. Sinemasal anlamda da bütün meselesini diyaloglar üzerinden anlatan film Funda Eryiğit, Erdem Şenocak, Serkan Ercan gibi iyi oyuncuların nüanslı performanslarına rağmen seyirciye geçmiyor bir türlü. Seyirci neden bu insanların hikayesinin kendisine sunulduğunu uzun süre anlayamıyor. Hikâyenin ele alınış tarzı seyirciyi bu karakterlere yaklaştıramıyor maalesef. Ayrıca Funda Eryiğit’in de depresyondaki kadın rollerine biraz ara vermesi gerekmiyor mu artık?

Elbette filmin güzel bir oyuncu kadrosu var. Onları izlemek her zaman keyifli. Ben genç oyuncu Ece Yaşar’ın Öznur performansını da beğendiğimi söylemeliyim. Tek bir sahnede Nimet’e okuyup üflemesi için getirilen bir hocayı canlandıran Tolga Tekin de filme renk katmış. Ama bu sahne de filmden kolaylıkla çıkarılabilecek, filmin dünyasını zedeleyen birçok sahneden biri. 

Ölü Mevsim daha konsantre bir senaryoyla çok daha ilgi çekici olabilirdi.

Döngü   

Daha önce Eşik ve Koridor adlı filmlerini izlediğimiz yönetmen Erkan Tahhuşoğlu’nun yönettiği Döngü‘de burjuva bir ailenin tek başına yaşayan annesi Ayten’in evinde yıllardır gündelikçi olarak çalışan Sevim adlı bir kadınla tanışıyoruz. Sevim yoksul bir semtte kızı, torunu ve damadıyla türlü ekonomik sorunlar içinde yaşamakta.

Bir gün Ayten’in evinde sadece onun kişisel bakımı için çalışan genç Kosovalı bakıcısı Lena bir ev kazası sonucunda hastaneye kaldırılır. Lena ailenin sigortasız ve kaçak çalıştırdığı bir genç kadındır. Bu olay yüzünden aile ceza ödeyecektir. Lena’nın hastane masraflarını da karşılamayı kabul ederler ama diğer yandan onu işten çıkarmak zorundadırlar. Lena bir avukat tutar ve aileye dava açmaya hazırlanır. Aile bütün bu meseleyi Sevim üzerinden halletmeye çalışır, onu aracı olarak kullanırlar. Sevim de kendisini o güne kadar hep aileden biriymiş gibi hissediyordur. Ama Lena’nın başına gelen bu kazadan sonra, ailenin başka bir yüzüyle daha tanışır. O güne kadar hiç düşünmediği sınıfsal bir uyanış yaşamaya başlar.

Sevim’in bunca yıl ve yaştan sonra sınıf bilinci kazanıp, içinde bulunduğu bir döngüyü kırmasını anlatmaya soyunuyor film. Ancak bu hikâye senaryolaştırılırken bazı gereksiz detaylara (Sevim’in torununun Ayten’in evindeki durumları mesela) ve amaçlandığı şekilde işlemeyen bazı sahnelere yer açmak yerine; Sevim’in uyanışını gerçekleştiren Lena’nın kişisel hikayesine birazcık daha girilebilirdi diye düşünmek mümkün.

Bir de mesela hastanedeki kavga sahnesi gibi tam kıvrılamamış birkaç sahne de var. Ama yine de Döngü, ele aldığı meseleyle öne çıkan, yarışmanın dikkat çeken filmlerinden biri oldu. Sevim rolünde izlediğimiz Serpil Gül bu hüzünlü karakteri başarıyla taşıyor.  

KÜLTÜR SANAT Haberleri

Dr. Gündoğdu Mersin’de ‘sanat’ konuşacak
İyilik Korosu Adana’ya geliyor
Adana turizmi teknoloji tabanlı genç girişimcilerle gelişecek
İllegal Hayatlar: Meclis zirvedeki yerini korudu