İyi parti ile ilgili aylar önce yaptığımız bir değerlendirmede temennimizin mümeyyiz vasfı anti-faşizm olan bir partiye dönüşmesi olduğunu söylemiştik. O günden bugüne İyi Parti bu temenninin hakkını veren ve vermeyen davranışlarda bulundu. Demek ki İyi Parti daha istikametini netleştirebilmiş değil. Türkiye'de iktidara aday partiler kağıt üzerinde de kalsa yönlerini, istikametlerini gösteren çerçeveler ortaya koyarlar. Özal Anap'ın dört eğilimin partisi olduğunu vurgulardı. AKP kurulurken Müslüman Demokrat kisvesine bürünmüştü. Merkezi, ama dengenin sağa doğru kaydığı bir merkezi başlangıçta hedefleyen bu partiler inandırıcı olabilmek için böylesi bir çerçeve çizmeyi zorunlu hissederlerdi. Başlangıçtaki vaatlerine sadık kalıp kalmadıkları ayrı bir sorun. Biz başlangıçtaki, çıkış aşamasındaki saiklerden bahsediyoruz. Böylesi bir niyet toplumsal merkeze oynandığını ve seçmenler arasında ayrım yapılmadığını bildirirdi. Elbetteki muhafazakar, milliyetçi seçmen blokları öncelikle gözetilmekle birlikte her kesime seslenileceği özellikle belirtilirdi.
Avrupa'da merkez sağ partileri bu vasfı ikinci savaştan sonra edinmişlerdi. İki savaş arasında faşizm Avrupa açısından bir kabus gibiydi. Milyonların ölmesine, yerinden yurdundan edilmesine ve ülkelerin alınlarına kara bir leke gibi kazınmasına sebep oldu. Hem faşizm belası hem de faşizmin geriletilmesinde Komünist Partilerin, Partizanların, Direnişçilerin üstlendiği sorumluluk sağ ile sol arasında kısa süren bir balayına yol açmıştı. Merkez sağ partiler soğuk savaşın etkisiyle iflah olmaz bir anti-komünizm paranoyasına kendilerini kaptırmış olsalar da faşizm hatırasının canlılığı partileri teyakkuza geçirmeye yetiyordu. Türkiye böyle bir deneyimin içinden geçmese de dünyanın en önemli anti-faşist mücadelelerinden birisi bu topraklarda yaşandı. Solun yükselişini önlemek adına devletle işbirliği yapan faşist hareketi geriletmek için büyük acılara katlanıldı. Solun hataları ve devletin uyanıklığı bu deneyimin sonraki kuşaklara aktarılmasına fırsat tanımadı. İki tarafta hatalıydı, kardeş kardeşe düşman olmuştu şeklindeki pişmanlık bildirici apolitik yaklaşımlar kıymetli bir deneyimin geride çok bir şey bırakmadan unutulmasına yol açtı.
Tekrar İyi Parti ile devam edelim. Biz yazımızda ilk defa böyle bir fırsatın yakalanabilme ihtimalinden bahsetmiştik. Kadroları ağırlıklı olarak MHP geleneği içinden gelen bir hareket kentli bir seçmen sosyolojisiyle buluşmuştu. Kentli seçmenin içselleştirdiği medeniyet pratikleri bu partiyi bahsettiğimiz vasfa dönüştürür diye umutlanıyorduk. Geriye dönüp baktığımızda parti içinde bu türde kadrolar sayıca az olmasa da sesi daha çok çıkanların bilindik MHP ezberleriyle konuştuklarına tanık oluyoruz. Bunlardan biri Kürt siyasetçilerine Müslüman adı kullanmayı bile yasaklamak istiyor. Yedi milyona yakın oy alan bir partinin seçmeniyle kurduğu özgül ilişkiyi yok sayıyor. Her gün karşısındakine imanın şartlarını hatırlatan molla gibi HDP'lilere meşru kabul edilmeleri için ne yapmaları gerektiği vaz ediliyor. CHP'li bir siyasetçinin HDP'lilerden bakan olabilir şeklinde çıkan açıklamasına tahammül edilemiyor.
İyi Parti'nin MHP'nin içinden doğduğunu biliyoruz. Bu parti içinde yürütülen liderlik yarışını türlü hilelerle kaybeden kadrolar artık burada siyaset yapmak imkanı kalmadığını düşünerek partiden ayrıldılar. Ancak parti kuruluş aşamasında bir ideolojik program üretmedi. Parti programı dışında kendini kamuoyu karşısında bağlayacak, durduğu yeri tarifleyecek bir çerçeve de sunmadı. Kuruluşu sırasında etrafında bir entelektüel kadronun oluşturulduğunu, bu kadroların partiyi fikren besleyecek tartışmalar yürüttüğünü de hatırlamıyoruz. İyi Parti geleneksel sağ pragmatizme uygun biçimde kervan yolda dizilir mantığıyla kuruldu. Bu nedenlerle partide ağız birliği sağlanamadı. Sözcü ve temsilcilerin müktesebatlarına göre ortaya bir potbori çıktı. Merkez sağdan gelenler daha liberal laflar ederken MHP geleneğinden olanlar milliyetçi hamasete yüklendi. Akşener her kesimi idare etmek maksadıyla çubuğu bazen bir yana bazen diğer yana büktü.
Halbuki İyi Parti sosyolojisi ağırlıklı olarak kentli bir seçmene yaslanıyor. Bu seçmen MHP'nin kasaba ve taşra ağırlıklı siyasal kültürünü banal bulduğu için bu partiden uzaklaştı. Yine bu seçmen MHP'nin AKP ile kurduğu ittifakın Cumhuriyet değerlerini ortadan kaldırmaya hizmet ettiğini fark ettiği an partisinden ayrıldı. Ayrıca İyi Parti'nin seçmen sosyolojisinin ağırlıklı bölümünü MHP ile uzak yakın ilgisi olmayan seçmen blokları oluşturuyor. Ancak İyi Parti sözcülerine bakıldığında, partide sesi yüksek çıkanlara kulak kabartıldığında sanki İyi Parti hala MHP'nin mütemmim cüzü imiş gibi bir manzara ortaya çıkıyor. Bunun hem partiye hem de Türkiye'ye haksızlık olduğu kanaatindeyiz. İyi Parti'nin siyaset yapıcıları faşizme doğal mesafeleri bulunan bir tabanı ısrarla faşizm dairesinde tutmaya çalışıyor. Partideki savrulmanın, dağınıklığın ilk nedenine değindik. Şimdi diğerlerine geçelim.
İkinci neden seçim tarihi yaklaştıkça İyi Parti'de bir telaşın başladığını seziyoruz. İyi Parti oylarını arttırmak ve kilit parti haline gelmek için %20 bandına oturmak istiyor. Bu banda oturup bir stabilite kazandığında sistem açısından bir kilit partisi haline geleceğini düşünüyor. Parlamenter sisteme dönüş ile birlikte de birinci parti olacağını hesap ediyor. Akşener'de planını böyle yapıyordu. Ama seçim tarihi yaklaştıkça İyi Parti'nin abartılan yükselişinin durakladığını, %15'lerden aşağı doğru gerilediği anketlerde ölçülüyor. Akşener'in Cumhurbaşkanı adaylığı niyetinin olmadığını açıklaması, Kılıçdaroğlu'nun aylardır sürdürdüğü kampanyanın sonuçlarını vermeye başlayıp Erdoğan karşısında seçim kazanabileceği ihtimalinin doğması, İyi Parti sözcülerini panikletmişe benziyor. Onlarda biliyor ki İmamoğlu ile Kılıçdaroğlu'nun adaylığı aynı şey değil. İmamoğlu aday olup kazansaydı bundan aslan payını Akşener alacaktı. Çünkü onun parlatılmasına özel katkılar yapmıştı. Ancak yarışa çok gerilerden başlayan Kılıçdaroğlu aday olur kazanır ise bu anka kuşunun kendi küllerinden yeniden doğumuna benzeyecek. En büyük muhalefet partisinin lideri olsa da silik ve karizmadan yoksun bir siyasetçi olarak bilinen Kılıçdaroğlu'nun kazanması en fazla İyi Parti açısından sonuçlar doğuracaktır.
Bu nedenlerle İyi Partililer önce partisel çıkarlarla, sonrada devlet sınıflarıyla en fazla içli dışlı olmuş kadroları içinde barındırdığından adaylık sürecini domine etmeye çalışıyorlar. İmamoğlu maalesef bu oyuna erken düştüğü için yarış dışı kaldı. CHP içinde koltuklarını kendi partililerine değil İyi Partililere öncelik tanıyarak korumak isteyen çok fazla kişi olduğunu da geçerken hatırlatalım. Aslında gönüllerinden Yavaş geçmese de ismini dillendirmeleri bir taktik. Hem Kılıçdaroğlu karşısında ellerini yükseltmek istiyorlar hem de devlet sınıflarının elinde bir alternatif olarak bekletilen Yavaş'ı öne sürerek o çevrelere de tekmil veriyorlar. Tabi tüm bu olup biteni Kürtleri ve HDP'yi denklemin dışında bırakmak niyetinden ayrı tutmamak gerekiyor. Bölgesel ilişkilerin bir okumasını yapan devlet sınıfları Kürtlerin siyasal sisteme olağan bir aktör olarak girişini istemiyor. Bunu ancak Kürt siyaseti pes ettiğinde, iradesini yitirdiğinde düşünebilirler. Bu ihtimal de şu an çok uzakta. İyi Parti hem altılı masanın hem de geleceğin Türkiye'sinin siyasetinde merkezdeki figür olmak istiyor. Ancak attığı adımlar, izlediği taktikler buna hiç de uygun değil. Faşizm dairesine hapsolarak, devlet sınıflarının sözcülüğüne soyunarak doldurulabilecek bir merkez yok. Kürtleri olağanlaştırmadan, solu kabullenmeden, faşizm dairesinden çıkmadan, MHP ve AKP ‘ ne der ‘ siyasetine sıkışarak gidilecek bir yer yok. Zaten o dünyanın içinde yaşıyoruz.
Not: Devlet sınıfları İyi Parti ilişkisini dile getirmemizi desteksiz bulanlar olabilir. Eskiler şeytan ayrıntıda saklı derler. 2018 seçimlerinde Abdullah Gül herkesin adayıydı. Gül’ün adaylığını Akşener’in bozduğu söylenir. Metropolün sahibi Özer Sencer önceki gün Ruşen Çakır’ın Medyascope’un da ilginç bir ayrıntı verdi. Akşener Gül’ün adaylığına önce evet dedi, ancak sabah olduğunda kararı hayıra dönmüştü. Gül’ü de adaylıktan çalışma ofisine inen helikopter vazgeçirmişti. İçinde Akar ve Kalın vardı. Aynı zatlar veya belki başkaları Akşener’i Gül’den neden vazgeçirmiş olmasın? Aynı çevreler veya başkaları Kılıçdaroğlu’na da anayasaya aykırı bir karara evet dedirtmişti. Dokunulmazlıklardan bahsettiğimiz anlaşılmıştır her halde. İşte biz yönetme hakkını kendinde gören bu çevrelere ‘ devlet sınıfları ‘ diyoruz.