Althusser Üzerine Notlar (5)

Hacı Hüseyin Kılınç

Biraz Fransız Komünist Partisi’nden söz edelim önce. İşçi sınıfı ‘kendinde’ bir sınıf olarak ilk önce İngiltere’de vücuda geldi. Çünkü kapitalizm ilk olarak bu ülkede ortaya çıktı. İngiliz işçi sınıfının ilk kültürel biçimlenmesi Çartizmin etkisi altında kaldı. Çartizm güçlü kültürel alışkanlıklar oluşturmakla birlikte İngiliz işçi sınıfını siyasallaştıramadı. Burjuva devriminin yarattığı güçlü parlamenter alışkanlıklar bir süre sonra İngiliz işçi sınıfına da nüfuz etmeye başladı. Sınıf hareketi sendikal bilincin ötesine bir geçiş yapamadı. İngiliz burjuva devriminin gerçekleşme biçimi buna izin vermedi. Burjuvazi soyluluğa karşı mücadelesinde işçi sınıfına gereksinim duymadı. Siyaset okulunda eğitilmeyen İngiliz işçi sınıfı kapitalizmin bu en gelişmiş ülkesinde hâkim sınıflardan kendini ayırmasını bildi ise de siyasallaşamadığı için radikalizm yönünden hep eksikli kaldı. Ama Fransız ülkesi öyle değildi. Galyalılar yoğun bir siyasal eğitimden geçtiler. Sadece 19.yüzyılda ülke 5 önemli ayaklanma ile sarsıldı. İşçiler Şubat 1848’den Haziran ayına kadar Paris’in kontrolünü ele geçirmişlerdi. Barikatlarda dövüşmüşler ve sokak savaşında ustalaşmışlardı. Prusya yenilgisi üzerine başlayan Komün tarihte ilk kez işçileri iktidara taşıdı. Ancak bu alışık olunan bir iktidar tipi değildi. İşçilerin kendisi için sınırsız bir demokrasi hâkim sınıflar içinse bir diktatörlüktü. Bu deneyim sadece 71 gün sürebildi.

3.cumhuriyet ile birlikte hâkim sınıflar kontrolü tekrar ellerine aldılar. Bu evrede Fransız egemen sınıfı yeni sömürgeler avına da çıkmaya başlamıştı. Dreyfus davası ilerici sınıflar ile gerici güçleri karşı karşıya getirdi. 1905 tarihinde Kilise devlet aygıtının tamamıyla dışına çıkarıldı ve Fransa resmen laikliğe geçti. Okullarda seküler bir eğitim verilmeye başladı. Sorel’in yazdıklarını kabul edecek olursak Fransız Sosyalist Partisi işçileri tümüyle parlamenter düzene entegre etmeye uğraşıyordu. Partinin politik kadrolarının ayaklanma yoluyla iktidarı almak gibi bir niyeti yoktu. Politikadan anladıkları ise düzen içi politikacılardan hiç de farklı değildi. Hâlbuki bütün güney kuşağı ülkelerinde güçlü bir anarko-sendikalist gelenek vardı. İspanya ve İtalya bir şehirli toplum haline daha geç geçtikleri için işçi sınıfının bileşiminde köylü unsurlar hayli belirleyiciydi. Kırsaldan gelerek işçileşen sınıf katmanlarında anarşizan eğilimlerde güçlüydü. Anarşizm kıta Avrupa’sında en fazla güney kuşağı ülkelerinde bir toplumsal hareket haline gelebilmişti. Fransa’da da etkili olmakla birlikte reformist akımlar işçi sınıfı içerisinde daha etkiliydi.

Fransa emperyalist bir savaş olan birinci dünya savaşına kazananların saflarında katılmıştı. Tarihsel hasmı olan Almanların savaşı kaybetmesinden hem yeni topraklar edinmiş hem de Almanya’ya çıkarılan ağır savaş tazminatlarından aslan payını almıştı. 1.Dünya savaşı sonrasında kazanan tarafta yer aldığından, emperyalist yağmadan kazançlı çıktığından ve sömürge faaliyetlerine de kesintisiz bir biçimde devam ettiğinden devrim zembereğine yakalanmamayı başardı. Ancak büyük bunalım ülkeyi derin bir kaosun içine sürükledi. 3.Enternasyonal’in kuruluşuyla birlikte Fransız Komünist Partisi’de dünyaya gözlerini açtı. Parti giderek Stalin’in asıl olarak Sovyet dış politikasının bir enstrümanına dönüştürdüğü yapının sadık bir bendesi haline geldi. Halk Cepheleri politikası ilk defa Fransa’da sonuçlarını verdi ve sosyalistler ile komünistleri birlikte iktidara taşıdı. Halk Cepheleri Stalin’in sınıfa karşı sınıf politikalarına bir alternatif olarak gündeme gelmişti. İktidar konfigürasyonunda ulusal burjuvaziyi dışlamıyordu. Ancak egemen sınıflar ile karşı karşıya gelmekten de kaçıyordu. Çünkü stratejik düzeyde karar altına alınmış bir iktidar perspektifi yoktu. Halk cepheleri başta işçi sınıfı olmak üzere toplumun çalışan sınıflarını iktidara taşıyamadı. Toplumsal bir dönüşümden uzak durdu.

Fransız Komünist Partisi 2.savaşın ilk yıllarında da atıl bir vaziyetteydi. Sovyet ülkesinin Naziler tarafından işgali partiyi kendine getirdi. Fransız hâkim sınıfları ise Nazilere çok çabuk boyun eğdi. Naziler kendileri ile işbirliği halinde olan kukla bir hükümet kurdurdular. Ancak Fransız ülkesi herkesin model alacağı bir burjuva devrimini gerçekleştirmiş ve yakın tarihinde sayısız ayaklanmanın çemberinden geçmişti. İşgal yurtsever duyguları ayağa kaldırdı ve Nazilere karşı çok etkili bir direniş hareketi örgütlendi. Fransız Komünist Partisi direnişin tam merkezinde yer alıyordu. Yeraltına çekilmişti ve etkili eylemleri ile direnişe önderlik ediyordu. Direniş ilk defa Fransız Komünist Partisini ulusun vicdanı haline getirdi. Militanları Nazi işgaline karşı verilen mücadelenin en ön saflarında dövüşüyordu. Fransız hâkim sınıfı Naziler ile işbirliği yaparken yurt savunması komünistlerin önderliğinde yürütülüyordu. Savaştan çıkışta Komünist Partisi’nin itibarı çok yüksekti. Kurulan hükümetlere bakanlar verdi. Parlamentoda güçlü bir ağırlığa sahipti. İşçi sınıfı içerisinde ise tartışmasız bir ağırlığı vardı. İşgale karşı mücadeleyi ağırlıklı olarak halk yürütmüştü ve işçiler bu mücadelenin hep en ön saflarında oldular. Fransız Komünist Partisi’nin rezistans yani direniş sırasındaki tavrı partiyi ulusun belleğine yerleştirdi.

Althusser savaşın tamamını Almanya’da tutsak olarak geçirdi. Ülkesinden çok uzakta diğer savaş esirleri ile birlikte toplama kampında tutuluyordu. Savaşla ilgili anılarında Althusser komünist bir militandan çok etkilendiğinden bahseder. Cesareti, zekâsı ve yönetme kabiliyeti ile bu militan aynı zamanda çok usta bir politikacıdır. Filozof komünizmi etkileyici bir militanın kişiliğinde keşfetmiştir. Bu etki Helene ile birlikte bir Komünist parti üyeliği ile sonuçlanır. Savaş sonrasının bu ilk yıllarında Althusser militan bir komünist faaliyet yürütür. İmza kampanyalarına katılır, mahalle komitelerinde yer alır. Bu faaliyet yüksek öğretmen okulu’nda önce talebe sonra hoca olarak devam edecektir. Althusser Batı’nın örgütsüz entelektüellerinden farklı olarak örgütlü bir hayatı tercih etmiştir. Ancak partisi ile ilişkileri hep dalgalı seyretmiştir. Althusser partinin savaşta edindiği itibarın farkındaydı. Soğuk savaş anti-komünizmine rağmen Fransız partisi toplumla organik ilişkilere sahipti. Tıpkı Katolik kilisesi gibi toplumsal bütünün bir parçasıydı. Gerisinde savaşta kaybettiği martirleri, bir efsane haline gelmiş direniş geleneği ve işçi sınıfının en militan kesimlerinin sadakati vardı. Komünist partisi adeta toplum içerisinde kendi kültürel alışkanlıklarını oluşturmuş, birçok yerde belediyeleri yönetmeyi eline almış ve en büyük işçi sendikalarının yönetimini eline geçirmiş bir karşı toplum gibiydi. Parti Sovyet ülkesine ve sosyalizmin yarattığı mirasa bağlıydı. İnsanlığı faşizm belasından Sovyet ülkesi kurtarmıştı. Bu uğurda 20 milyon insan kaybetmişlerdi.

Althusser bu yapının dışına çıkma konusunda hep gönülsüz davrandı. Aralarında zımni bir mutabakatın oluştuğunu söylüyordu. Parti Althusser’in kuramsal müdahalelerine çok ses çıkarmıyor o da partinin pratik politik yönelimlerini tartışmaya açmıyordu. Ancak kuramsal ilgileri nedeniyle başta partinin resmi filozofu Garaudy olmak üzere ara sıra sigaya da çekilecekti.