Althusser Üzerine Notlar (4)

Hacı Hüseyin Kılınç

Notların bu kısmında Althusser’in politik pratiği ve hep üyesi olarak kaldığı Fransız Komünist Partisi ile yaşadığı uzlaşmalar üzerinde duracağız. Althusser yükseköğrenimini felsefe üzerine yapmıştı. ‘Marx İçin’ ve ‘Kapital’i Okumak’ 60’ların ortasında yayınlandığında entelektüel hayat üzerinde bir meteor etkisi yaratmıştı. Komünist Partiler 20.kongredeki ‘kişi kültü’ tartışmalarına, Stalin’in işlediği cinayetler ayyuka çıkmasına ve özellikle Macaristan’ın Sovyet ordusunca işgaline rağmen Sovyetik çizgilerini sürdürmeye ısrarla devam ediyorlardı. Ancak partilerin içinde ayrılıklar da başlamıştı. Özellikle Marx’ın kendisinin yayınlamadığı 1844 yılına ait felsefe notlarının 1930’ların başlarında varlığının keşfedilmesi ve sınırlı bir çevrenin kullanımına açılması buradaki değerlendirmelere olan ilgiyi yükseltmişti. Savaş sonrası Fransız entelektüel hayatına fenomenolojik bir varoluşçuluk egemen olmuştu. Sartre hem bir edebiyatçı hem de bir filozof olarak bu akımın sözcülüğünü yapıyordu. Sartre nesnelliğin sınırlamalarını ‘seçme’ hakkı ile aşabilecek bir öznelliği savunuyordu. Özne son tahlilde özgürlüğe yazgılıydı ve koşullar ne olursa olsun bir ‘seçme’ hakkı ile donatılmıştı. Lukacs gibi savaş öncesini Moskova’da geçirmiş olan Marksistler Marx’ın gençlik yazılarının keşfi ile bunlardan haberdar olma şansına herkesten önce ulaşmıştı. Kendine tuttuğu notlarda Marx’ın gözde teması ‘yabancılaşma’ idi. Ancak yabancılaşma daha çok soyut insan üzerinden ele alınıyordu. Genel bir insanlık durumu olarak inceleniyordu. Marx’ın bakışı henüz sınıfsal değil antropolojikti. Savaş sonrasının detant politikaları Sovyet ideologlarını da aynı temalar üzerinde düşünmeye itiyordu. Yüksek burjuva kültürüne her zaman hayran olan Lukacs için burjuva hümanizmi kurulacak yeni cepheyi tahkim etme de işlevsel sayılmıştı. Yani hem küçük burjuva aydınlar hem de Sovyet çizgisine yakın düşün insanları arasında yabancılaşma, özgürlük ve hümanizm gözde kavramlardı. Stalin’in yapıp ettikleri bizzat Sovyet yöneticileri tarafından ifşa edildikten sonra işlenen kötülüklerin üzerinin ancak Marksizm’in bir tür yabancılaşma teorisine indirgenmesi ve bunun da sınıfsal olmayan bir hümanizm anlayışı ile tamamlanması sonucuna ulaşılmıştı.

Althusser ‘Marx İçin’de yukarıda kısaca özetlediğimiz yaklaşımı karşısına aldı. Kendi ifadesine göre ‘kuramsal planda bir sınıf savaşı’ yürütüyordu. Althusser için sınıf mücadelesi yalnızca politik pratik içinde yürütülen bir faaliyetten ibaret değildi. Marx ve Lenin’in felsefe planında yaptıkları şey bir sınıf mücadelesinden ibaretti. Althusser buna ‘teoride verilen savaş’ta diyecekti. Kant bile yaptığını buna benzer bir içerikte ifade etmişti. Kant’a göre de felsefe Almanca bir sözcükle kampf’tı yani ‘kavga alanı’ydı. Her filozof felsefi kavgada kendine bir kampf seçerdi. Ancak bunu felsefenin kendine özgü aletleri ile yürütürdü. Althusser’e göre bütün filozofların seçmek zorunda kalacakları iki kampf vardı ve bunlar idealizm ile materyalizmdi. Yine her filozofun dolaysız bir politik duruşu vardı. Anlaşılması zor söylemler içinden konuşan filozofların bile tüm söylediklerinin vardığı bir politik yer vardı. Marx ‘Alman İdeolojisi’nde ‘felsefenin bir tarihi yoktur’ demişti. Gerçekten de felsefenin bir tarihi yoktu, çünkü felsefe yüzyıllardır aynı sorunları tartışıyordu. Sadece sorunlar karşısında alınan tavırlar vardı.

Althusser Marx’ın ulaştığı yolu tersinden aldığını söyler. Marx entelektüel hayatına öncelikli olarak bir felsefeci olarak başlamıştı. Dünya sorunlarını da öncelikli olarak felsefi bir yerden kavrıyordu. Felsefedeki ilk tavrı sol-hegelcilikti. Büyük filozof Hegel’in entelektüel mirası farklı felsefi tavırlar ortaya çıkarmıştı. Sol-hegelciler radikal küçük-burjuva demokratlarıydı. Hegel’in sistemini radikal sol bir zaviyeden yorumluyorlardı, ancak felsefenin kendini gerçekleştirebileceği araçlar hakkında suskundular veya şöyle diyelim felsefenin kendini gerçekleştirmesi için felsefi spekülasyonu yeterli sayıyorlardı. Marx felsefi doktorasını demokritos ile epiküros felsefelerinin karşılaştırması üzerine yapmıştı. Marx 1842 yılında Köln radikal burjuvalarına ait gazeteye genel yayın yönetmeni olduğunda ilk defa pratik politik sorunlarla karşılaştı. Sınıfların farkına da yine ilk defa odun hırsızlığı yasaları üzerine tartışmalar sırasında vardı. Marx’ın sol-hegelciliği ilk defa bu sırada bir sınamadan geçti. Althusser doğru söylüyordu Marx işe felsefeden başlamış ve politikaya onun üzerinden varmıştı. Althusser ise felsefeye politikanın içinden geçerek ulaşmıştı.

Althusser kendisi öyle söylemese de felsefeye politikanın içinden gelmesini bir şans olarak görür. Çok sevdiği Macciavelli’nin tabiriyle bir ‘fortune’ yani talih. Althusser’in politik düşünüş içinde en beğendiği isim hiç kuşkusuz Macciavelli’dir. Floransalıyı politikanın filozofu kabul eder. Politika devlet iktidarı için verilen mücadeledir. Politika asıl olarak bir kavga, mücadele alanıdır ve eyleminin odak noktasında da iktidar vardır. Althusser politikanın bu yönünü çok iyi kavradığı için felsefi planda da aynı şeylerin döndüğünü söyler. Politika sınıflar içinde taraf tutarak ve bir sınıfın galebe çalmasını isteyerek yapılır. İktidarın kendine özgü yasaları vardır. Macciavelli ile birlikte politika kendine özgü bir alan haline gelmiştir. Floransalıya gelinceye kadar politika ahlakın veya teolojinin içine konumlandırılmıştı. Yunanlar için politika estetik bir varoluşun imkânını veriyordu. Tüm ortaçağlarda ise politika teolojinin güdümüne girmişti. Politika Macciavelli ’ye gelinceye kadar ‘kendiliğini’ ilan edememişti. Althusser felsefeye geldiğinde hem pratik politikanın nasıl bir şey olduğunu gözlemlemiş hem de teorik ilgilerini bir tür politika teorisyenleri saymamız gerekli olan filozoflara yöneltmişti.

Politikaya duyduğu bu ilgi ve merakın bir sonucu olarak Althusser felsefi söyleme, spekülasyona kendini teslim etmedi. Politika nasıl dostları ve hasımları birbirinden ayırma sanatı idiyse felsefe de bir çizgi, ayrım çekme işiydi. Marx, ancak politik pratiğin içine girdikten sonra felsefi devrimini gerçekleştirebilmişti. Lenin asıl olarak bir politika teorisyeni olduğu içindir ki felsefeyle sınırları netleştirmek için ilgilenmiştir. Kendini felsefede son derece amatör sayan ve alanın pek çok sorununa yabancı olduğunu açık sözlülükle ifade etmekten kaçınmayan Lenin bu sayede felsefenin ne olduğunu en iyi kavrayanlardan biriydi. Onda sadece iyi bir politika teorisyeni kumaşı yoktu, ayrıca kampf’ını bildiğinden felsefi düşünüşe de çok yatkındı. Lenin politik sorunlardaki felsefi yansımayı çok hızla kavradığı gibi felsefeyi de politikadan ayırt etmiyordu. Lenin’e göre de felsefe bir mücadele alanıydı ve asıl olarak kavga idealizm ile materyalizm arasında veriliyordu.

Üstelik Althusser politikaya bir Marksist olarak da giriş yapmamıştı. İlk politik deneyimlerini Katolik kilisesi içinde öğrenmişti. Althusser Helene ile tanışmadan önceye kadar bir Katolik’ti. İlk politik deneyimlerini de Katolik gençlik örgütlenmeleri içinde edinmişti. Politik yeteneklerini de bu sayede keşfetti. Kilisenin gençlik örgütlenmesi içinde yer alan filozof ilk siyasi çalışmalarını bu alanda yaptı. İlk seçim deneyimini bu sırada yaşadı. Katolik kilisesi tıpkı devlet tarzı bir örgütlenmeye sahipti. Bir tür paralel devlet gibiydi. Bu mirası Roma’nın yıkılışı sonrasında bir iktidar boşluğunun doğduğu koşullarda edinmişti. Yüzyıllar boyu bir devletin üstlenmesi gerekli fonksiyonları kilise örgütlenmesi içinde yerine getirmişti. Komünist olmadan önceki Althusser siyasete ilişkin ilk kavrayışlarını burada öğrendi. Çünkü kilise devasa bir örgütlenmeydi. Sosyal yardımlardan gençlik teşkilatlarına kadar bir dizi alanda faaliyet yürütüyordu. Althusser’in goşizme olan antipatisi buralarda oluştu. Öğrenci radikalizmine hiç sempati duymadı. Adorno gibi onların radikalizminden ürkmedi, ancak sonuç vermeyeceğini düşünüyordu. İyi goşizm ile kötüsü arasındaki farkın da farkındaydı elbet. Ancak tarihi öncülerin değil kitlelerin yaptığına inanıyordu. O nedenle politika kitle içinde yapılabilirdi. Kitleleri harekete geçirebilmek için de politikanın ne olduğunu bilmek gerekiyordu. İşte bu yüzden Fransız Komünist Partisini eleştirmesine rağmen partiden ayrılmayı hiç düşünmedi.