Althusser Üzerine Notlar (2)

Hacı Hüseyin Kılınç

16 Kasım 1980 tarihinde Paris’teki meşhur Yüksek Öğretmen Okulu’nun Ulm sokağındaki lojmanlarında bir anda dünya çapında yankı uyandıracak trajik bir olay gerçekleşti. Ünlü Marksist filozof Louis Althusser geçirdiği cinnet sonucunda karısı Helene’yi boğarak öldürmüştü. Cinnet halinin etkisi geçtikten sonra filozof ne yaptığını bilmez bir halde lojmanından dışarıya fırlamış ve eve gelen görevliler yatak odasında karısı Helene’yi ölü halde bulmuşlardı. Helene ile Althusser savaştan hemen sonra bir arkadaşları aracılığıyla tanışmışlardı. Çok uzun yıllar evlilik dışı bir birliktelik sürdüren çift birlikteliklerinin neredeyse 30.yılına yaklaşmaya başlarken nikâh masasına oturmuşlar ve resmi olarak evlenmişlerdi. Helene Althusser’den sekiz yaş büyüktü ve ayrıca bir Yahudi’ydi. Militan bir Fransız Komünist Partisi üyesiydi. Direniş sırasında militan bir faaliyet yürütmüş ve Nazilere karşı etkili eylemler organize etmişti. Hitler-Stalin yakınlaşmasını destekleyen çok az sayıda militandan biriydi. Bu yakınlaşmanın emperyalist ülkelerin ikiyüzlü politikaları karşısında zorunlu bir taktik adım olduğuna inanıyordu. Ancak 1941 yılında partisi yer altına çekildikten sonra parti ile olan ilişkisini tümüyle kaybetmişti. Geçimini savaş sırasında tanıdığı yazar, şair ve ressamların az bulunan eserlerini satarak kıt kanaat sürdürebiliyordu. Direniş sırasında ikili ve hatta üçlü davranış sergilediği düşünülerek parti tarafından dışlanmıştı. En sonunda Althusser’’in de katıldığı bir hücre toplantısında ihracına karar verildi. Kendisi de aynı hücrenin üyesi olan Althusser’e Helene ile olan ilişkisine son vermesi istendi.

Gençler veya pek çok kişi bilmeyebilir, ama partiden ihraç edilmek kişinin tüm siyasal ve sosyal bağlarının sona ermesi anlamına geliyordu. Çünkü örgütlü komünist yaşam kişinin bütün hayatına damgasını vuruyordu. Bütün kişisel hayat siyasal yaşam ile dopdolu olduğundan bu ağın dışına itilmek beraberinde katlanılması çok zor bir inzivayı, yalnızlığı getiriyordu. Ancak Helene tüm bunlara katlanacak kadar güçlü bir karaktere sahipti. En başta da Althusser gibi 30’lu yaşlarının hemen başından itibaren sürekli depresyon içinde yaşayan ve uzun süreli psikanalitik yardım alan birine katlanmak Helene’nin güçlü kişiliğinin en belirgin göstergesiydi. Çift direnişin gururunu yaşayan partinin iki militan üyesiydi. Daha doğrusu siyasal yaşama Katolik kilisesinin gençlik örgütlenmesinde adım atan Althusser komünist düşünce ile tanıştıran ve en sonunda da Fransız Komünist Partisine üye yapan Helene’ydi. Helene on yıllar boyunca depresyon ile uğraşan ve hayatının önemli bir bölümünü hastanelerde geçiren ve tam on beş ani atak ile karşılaşan filozofun hep yanında olmuştu. Helene güçlü karakteri ile annesinde bir türlü aradığı doyumu bulamayan, erkekliğe atacağı her adım annesi tarafından ketlenen ve asıl sevgi nesnesini tümüyle ölmüş bir kişiye yani Althusser’in gerçek öz-amcasına veren bir anne karşısında güçlü varlığı ile filozof için her an elinin altında hazır bir sığınak olmuştu.

Althusser anılarında cinnet haline nasıl geçtiğini bir türlü anımsayamaz. Helene’ye sabah masajı yaparken ve eli boynunun etrafında dolaşırken her şey olup bitmiştir. Birden bire onun cansız bedenini fark etmiştir. Helene en küçük bir direniş göstermemiştir. Aralarında bir boğuşma da yaşanmamıştır. Otopsiye göre Helene’nin boynunda ne bir darp izine ne de tırnak darbelerine rastlanmıştır. Helene adeta kendini bir kurban olarak hayat arkadaşına, eşine teslim etmiştir. Althusser geriye dönük değerlendirmesinde Helene’nin hep kendi elinden bir ölümü beklediğini ve bu nedenle de en küçük bir karşı koyuş, direniş dahi göstermediğini söyler. Filozofa göre Helene’si adeta onun elinden bir ölümü arzu etmiş gibidir. Olay bir cinayet değildir. Althusser’in eşine karşı en küçük bir zarar verme niyeti yoktur. Hipomani dönemlerinde onu göstere göstere aldatmış ve bunun keyfini sürdüğünü de açık yürekle paylaşmıştır. Ama Helene’si onun için eşsizdir. Tüm yaşamına anlam veren yegane varlıktır. İşte Althusser bu duygular beslediği birisini bir cinnet anında öldürmüştür. Bu ölüm üzerine 70’li yıllarda çıkardığı Birikim dergisinde Althusserci bir Marksist ekol yaratmaya çalışan Murat Belge filozof için fiili ölümünün değil, ama zihni ölümünün gerçekleştiği iddiasında bulunmuştu. Ağır hastane süreçlerine, uzun süren izolasyona rağmen Althusser aynı yoğunlukta olmasa bile kuramsal üretimini devam ettirdi. ‘Gelecek Uzun Sürer’ adlı oto-biyografisi bilindik tüm kalıpları yerle bir eder.

Althusser cezai ehliyeti bulunmadığı tanısı konularak cezai muafiyete uğramıştı. Filozof zaten 30 küsur yıldır ağır depresyon tanısı nedeniyle tedavi görüyordu. Ağır depresyon süreçlerini hipomaniler takip ediyordu. Bu süreçlerde daha dışa dönük, faal ve enerjik biri haline geliyordu. Cinnetten önceki on gün boyunca Althusserler lojmanlarına kapanmışlar ve dış dünya ile bütün irtibatlarını kesmişlerdi. Telefonun fişini çektiklerinden kendilerine telefonla ulaşabilmek mümkün değildi. Görevlilerden her hangi biriyle de münasebetleri yoktu. Althusser’in psikanalisti türlü yollardan filozofa ulaşmak istemiş ve acilen hastaneye yatması haberini vermek istemişti. Ama tüm girişimleri sonuçsuz kalmış ve trajik olay Pazar sabahı gerçekleşmişti. Tıpkı bir trajedi de olduğu gibi her şey üst üste gelmişti. Çifte ulaşılamamış, Althusser bir cinnete sürüklenmiş ve daha ilginç olanı Helene en küçük bir karşı koyuşta bulunmamıştı.

Althusser ceza muafiyetini bir şans olarak görmedi ve hatta trajik yazgısının finali kabul etti. Çünkü yargı karşısına çıkarılmaması demek kamuoyuna hesap verme imkânlarından yoksun bırakılması anlamına geliyordu. Düşmanları, istemeyenleri, sevmeyenleri bunu filozofa tanınan bir ayrıcalık gibi görüyordu. Yüksek Öğretmen Okulu gibi köklü bir kurum kendi mensubunu koruyor, kolluyor ve himaye ediyor deniliyordu. Hâlbuki adalet bakanı olayın tam teşekküllü üzerine gidilmesi talimatını vermişti. Althusser’e kalsa hakim karşısına çıkmak kendisine kamuoyuna anlatma fırsatı sağlayacaktı. Ceza muafiyeti tüm bu olanakları elinden alıyordu. Hakkında yürütülen saçma sapan spekülasyonlara haklılık sağlıyordu. Althusser ilk iki yılı her şeyden tecrit edilmiş bir halde hastanede geçirdi. Kendisini ancak sadık dostları ziyaret edebiliyordu. Lojmanına hemen el konulmuş ve boşaltılmıştı. Binlerce kitabı ortalıkta kalmıştı. Hastane günlerinde de hiçbir imtiyaza sahip değildi. Diğer hastalar gibi muamele görüyordu. Tımarhane koşulları söylediği gibi çok ağırdı.

Althusser anılarını bir tür savunmasını yapmak için hazırladı. Madem ceza muafiyeti nedeniyle hâkim karşısına çıkmamıştı şimdi anılarını yazarak tüm hayatının hesabını kamuoyu karşısında verecekti. Anıları hayatının, başından geçen olguların bir dökümünü çıkarmak için kurgulamadı. Althusser ısrarla yapmak istediği şeyin tüm davranışlarını yönlendiren dinamikleri anlamak olduğunu söyler. Anılar Althusser’in kendini anlaması için kaleme alınmıştır. Ataları, çocukluğu, okul hayatı, hocaları, okul arkadaşları, ailesi ile olan ilişkileri ile ailenin başından geçenler, ikinci savaş sırasındaki 6 yıl süren tutsaklık hayatı, Helene ile tanışması, hayatına giren kadınlar, entelektüel hayatı ve Fransız Komünist Partisi ile yaşadıkları üzerine düşünürken varmak istediği yer hep kendisidir. Cinnet yaşandıktan ve hayattaki en değerli varlığın yaşamına kendi elleriyle son verdikten sonra o günün bilinci ile geçmişi anlamaya çalışır. Geçmiş bir yaşanılmışlık olarak anımsanmaz. Geçmişe bugünü anlamanın anahtarını verecek bir imkân olarak yaklaşılır. Bu nedenle ‘gelecek uzun sürer’ alışılmış özyaşam öykülerinden tümüyle farklıdır. Bir filozofun yapıp ettikleri üzerine yeniden düşünmesi ve bunları yaparken her tür bastırma ve sansürden kaçmaya direnmesi ve bütün bir yaşamı açık seçik sergileme çabasıdır. Bu nedenlerle benzersizdir.