Altılı masa ortak bir Cumhurbaşkanı adayı çıkarmak, geçiş sürecini yönetmek ve nihai hedef olan güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönmek için kuruldu. Masayı oluşturan partilerin tüm bu işleri yapmaya tek başına güçleri yetmediği için partiler bir araya gelmek zorunda kaldı. Erdoğan'ın sandık marifetiyle yenilmesi ve iktidardan indirilmesi için halk bunca fedakarlığa katlanıyor. Bugün Türkiye demokratik olgunluğa sahip bir ülke olabilseydi ne Erdoğan iş başında olurdu ne de altılı masaya gerek kalırdı. Seçim yaklaştıkça kuru sıkı hayaller yerini somut gerçekliğe bırakıyor. Somut gerçeklikte birbirinden farklı çıkarlarla karşılaşıyoruz. Kutuplara, cephelere, çıkarlara ve ön yargılara bulanmış siyaset alanı yönünü tayin de zaman zaman zorluklar yaşıyor.
Altılı masayı bugün kırılgan hale getiren dinamikler üzerine bir tartışma yürüteceğiz. Eğer bu dinamiklerle yüzleşilmez ve bir sonuca ulaşılmaz ise masanın dağılma riski taşıdığını da söyleyelim. Masayı dağıtan parti hangisi olursa kabak onun başına patlayacak ve siyaseten büyük bir yara almış olacak. Çünkü altılı masanın kitlesini oluşturan çevreler arasında belli asgari müşterekler bulunuyor. Bunlardan ilki hiç şüphesiz Erdoğan karşıtlığıdır. Erdoğan'ın siyaseten geriletildiği, onun temsil ettiği eğilimlerin dışlandığı bir Türkiye'yi özlüyor insanlar. İkincisi ucube sistemin yerini parlamento hakimiyetine ve hukuk devletine terk ettiği bir ülke hayal ediliyor. Üçüncüsü insanları canından bezdiren hayat pahalılığından, yoksulluktan kurtulmak istiyor herkes. Dördüncüsü gelişmiş bir demokraside, medeni bir dünyada yaşanılmak isteniyor. Ve sonuncusu kadim sorunlara el atılmış, bunların çözümü konusunda ilerleme sağlanmış ve tarihiyle yüzleşmiş bir ülkenin eşit, birinci sınıf vatandaşı olmayı özlüyor herkes. Beka, bölünme paranoyalarıyla sürekli tedirgin edilen, korkutulan ve bu nedenlerle demokrasi isteklerinden vazgeçen yurttaşların çoğunlukta olduğu bir ülkede yaşamaktan kurtulmak istiyoruz. Altılı masanın dağılması bu hayallere darbe vuracağından bu konularda bencil, çıkarcı, sorumsuz davranışlarda bulunanlar siyaseten cezalandırılacak ve siyaset müzesine havale edilecekler
Altılı masanın iki yumuşak karnı bulunuyor. İlki HDP ile olan meseledir. Altılı masadaki her parti için HDP ile ilişki bir tercih değil zorunluluktur. Altılı masanın Erdoğan'ı sandıkta devirebilecek bir gücü olsa HDP diye de bir derdi olmayacak. Halbuki Kürt meselesinin taşıyıcısı bir parti olarak HDP'nin tüm bunlardan bağımsız olarak dikkate alınması, hesaba katılması gerekiyor. Ama altılı masayı oluşturan partilerin tamamı bu konuda maalesef ortak bir vizyona, perspektife ve ufuk çizgisine sahip değiller. Altılı masaya kalsa HDP'nin desteğine ihtiyaç olmayacak bir denklem en ideali olurdu. Ancak hayat böyle bir şeye şimdilik izin vermiyor. Eğer ekonomik buhran ve hayat pahalılığı bu eğride devam ederse HDP kilit parti olmaya devam edecek. Buhran daha da derinleşir ve ekonominin idaresi tümüyle kontrolden çıkarsa kurulacak denklemde HDP'ye ihtiyaç kalmayabir.
Bu nedenlerle Erdoğan altılı masanın yumuşak karnı, aşil topuğu gördüğü HDP meselesine gün geçmiyor ki el atıyor. Masanın iki büyük partisi CHP ile İYİ parti arasındaki ilişkileri dinamitleyecek bombanın fünyesini elinde tutuyor. Kılıçdaroğlu bugün kendisi için ayak bağına dönüşmüş yanlışlara imza atmış olsa da Kürtlerin büyük bölümünün desteğini arkasına almış görünüyor. Kürtlerin ağırlıklı bölümü Kılıçdaroğlu'nun muhtemel adaylığına sempatiyle yaklaşıyor. Cumhurbaşkanı olması halinde üzerilerindeki baskının hafifleyeceğine, hukuksuzluklara son verileceğine ve sisteme yeniden döneceklerine inanıyorlar. Kılıçdaroğlu için ise bu destek avantaj ve dezavantajları beraberinde getiriyor. Avantaj çünkü koşullar şimdiki gibi devam ettiği taktirde HDP'nin tercihi kazanan tarafı tayin edecek. Dezavantaj bu somut gerçeklik İYİ partiyi huylandırıyor ve Kılıçdaroğlu'nun adaylığı konusunda yan yollara saptırıyor.
İkinci handikap ise Kılıçdaroğlu'nun adaylığı. İYİ Parti CHP karşısında elini güçlü kılmak için içeriden sürekli aday üretmeye çalışıyor. İmamoğlu'nun bir dönem kamuoyundaki popülerliğinin şişirilmesinde Akşener'in özel katkıları bulunuyor. Sahiplenmesi, sıfatlar atfetmesi ve arkasında durduğuna ilişkin imaların üzerinden çok fazla bir zaman geçmiş değil. O zamanda tüm bu desteğin kamuoyu etkisiyle söylenmediğinin altını çizmiştik. Bu desteğin altında bazı siyasi hesapların, tasarımların yattığını söylemiştik. Şimdi masada noter olarak oturmadığını hatırlatan Akşener'e bunları söylerken kimse bir cevap vermiyordu. Bu işlerin partinin kendi iç işleri olduğu iması dahi yapılmıyordu. İmamoğlu'nun gözden düşmesiyle İYİ Partililerde Yavaş aşkı depreşmeye başladı. İstanbul İl Başkanı bir televizyon mülakatında Yavaş'ı öne doğru itti. Ümit Özdağ adaylarının Yavaş olduğunu ilan etti. Yine CHP'li bir belediye başkanı partinin kurullarında tartışılmadan, değerlendirilmeden kamuoyunun önüne getiriliyordu. Bu gelişmeler şunu gösteriyordu: İYİ Parti adayın kim olacağı konusunda ön almak ve kendi hesaplarına uygun bir adayı CHP'ye kabul ettirmek istiyordu.
Kılıçdaroğlu'nun adaylığı meselesi tüm bu hesapları alt üst etti. Yarışa çok gerilerde başlayan Kılıçdaroğlu performansı ile kendini tartıştırabilecek bir noktaya getirdi. İmamoğlu ve Yavaş çok önlerde olmalarına rağmen yanlış taktik adımlar atarak adaylığı domine edemezken Kılıçdaroğlu gerilerden başladığı yarışta Erdoğan'ı yenebileceği duygusunu insanlara vermeyi başardı. Adaylık bahsinde ismi geçenler arasında HDP en net desteği Kılıçdaroğlu'na verebileceğine ilişkin işaretler veriyor. Kürt siyaseti için artık önemli bir oyun kurucu konumuna gelen Demirtaş cezaevinden Kılıçdaroğlu'nu destekleyebilecekleri mesajı gönderdi.
Önceki yazılarda belirttiğimiz gibi İYİ Parti ya anti faşist özellikler edinmiş bir merkez partisi haline gelecek ve iktidar blokunun üzerinde kurmaya çalıştığı vesayet diline itiraz edecek ya da şimdiki diktatoryal rejimin devlet içindeki unsurlarının temsilciliğine soyunacak. Çünkü bu çevreler Erdoğan'ın kaybı halinde devletçi bir restorasyonu ve bunun sözcülüğüne de İYİ Partiyi layık görüyorlar. Mesut Yeğen hocanın da dediği gibi bu iki şey yani merkez partisi olmak ile devletçi restorasyon yanlılarının sözcülüğüne soyunmak telif edilir şeyler değildir. Merkeze seslenen bir parti hiçbir çevreye ön yargıyla ve dışlayıcı bir dille yaklaşamaz. Parlamentonun üçüncü büyük partisinin gölgesinden dahi uzak durmak istemez. Elbette eleştirilerini sıralayabilir ancak düşmanca bir dil kullanamaz. Devletçi restorasyonun sözcüsü olmak, şimdiki rejimi kozmetik değişikliklerle sürdürmek isteyenlerin isteklerine kulak vermek İYİ Partiyi bu rolu çok daha iyi yapan MHP ile aynı yere sürükleyecektir. Bunu yaptığınız vakit siyasette toplumsal temsile değil devlet kliklerinin ihtiyaçlarına öncelik verirsiniz. Akşener şu ana kadar bu iki eğilim arasında gitti geldi. Karar saati yaklaşırken onun tutumu altılı masanın da akıbetini belirleyecek.
Akşener geçenlerde verdiği televizyon mülakatında bahsettiğimiz basıncın ne kadar etkisi altında kaldığını bir kez daha gösterdi. HDP'nin örtülü desteğine hayır hah bakan Akşener bu destek Kılıçdaroğlu'na verilince bundan memnun olmamış gözüküyor. Kürtler bu desteği İmamoğlu'nun arkasına dizdiğinde laf etmemişti. Kılıçdaroğlu denklem de yok iken seçimler için verdiği desteğe minnet duyuluyordu şimdi ise ödeşildiği söyleniyor. Masanın en büyük partisi olarak CHP Genel Başkanı'nın adaylığı eğer kazanacak bir konuma gelmiş ise normal bir şey değil mi? Siz adaylıktan feragat ettiğiniz için tüm genel başkanlarda sizin gibi davranmak zorunda mı? Kılıçdaroğlu'na yanındayız mesajı veren belediye başkanları için hala adaylıkları bizim için sorun olmaz demek siyaseten şık bir davranış mı? Soruların sayısını arttırmak mümkün. Devam edeceğiz...