AK Parti kongresi öncesi Erdoğan yine herkesi beklenti içerisine sokup bir manifesto açıklayacağını ilan etmişti. İtalyanca ' manifesto ', Fransızca ' manifeste ' olarak bilinen bu sözcük bildirge, bir siyasal veya toplumsal hareketin durum, duruş belgesi anlamlarına geliyor. Zamanın bütün kelimelerin içeriğini boşaltması gibi bu sözcük de bundan nasibini alıyor ve bir şekilsizliğe maruz kalıyor. Hele kullanıcısı Erdoğan olunca sözcüğün anlamsızlaşması had safhaya ulaşıyor. Erdoğan'ın kongre konuşmasının bir manifesto ile uzak yakın ilgisinin bulunmadığını yandaş olmayan herkes biliyordur. Çünkü kendisi bir siyasal parti olmanın bütün özelliklerini yitiren AKP'nin sözcüğün gerçek anlamında topluma açıklayacağı, ilan edeceği bir manifestosu da olamaz. Açıkladığı ' İnsan Hakları Eylem Planının ' mürekkebi kurumadan Türkiye'nin en onurlu kurumlarından İnsan Hakları Derneği Eş Başkanı'nı gözaltına aldıran,
Gergerlioğlu’nun önce milletvekilliğini düşürüp sonra sabah namazına hazırlanırken yaka paça Meclis'ten atan bir siyasi partinin topluma sunacağı, açıklayacağı bir gelecek vaadi ve dolayısıyla manifestosu da yoktur. Bunun olabileceğine kargalar bile inanmaz, inanabilmek için ancak derin bir yandaşlık duygusuyla insanın zihnini bir yerlere ipotek ettirmesi gerekir.
Ağız alışkanlığı gereği AKP'den hala siyasi parti gibiymişcesine bahsediyoruz. Bir siyasal parti aynı siyasal dünya görüşüne inanmış, ortak program etrafında birleşmiş ve aynı tüzük hükümlerine uygun biçimde aralarındaki ilişkileri düzenlemeye karar vermiş topluluklar için söz konusu olabilir. Tek bir kişinin siyasal geleceğine odaklanmış, heyetlerinde farklı bir sesin çıkmasına izin verilmeyen, kongrelerinde çok adaylı yarışların yaşanmadığı, insanların aday olmasınlar diye kongre öncesi gözaltına aldırılıp adaylıklarının engellendiği yerde bir siyasal partinin var olduğundan bahsedebilmek akla hakarettir. Genel Başkanı'n reis diye kodlandığı, artık muhayyel bir davanın değil salt reisin davasının konuşulduğu yerde solunan hava siyasetin havası olmaktan çıkmıştır.
AKP hem kendisi hem de hali hazırda yönettiği Türkiye açısından bir gelecek tahayyül edebilme kabiliyetini yitirmiştir. Erdoğan'ın vaat ettiği gelecek hedeflerinin hiçbirisi toplumda heyecan uyandırmamaktadır. Çünkü bu parti geniş seçmen desteğini yitirmekte, her geçen gün erimekte ve çekirdek seçmenine doğru çekilmektedir. Gelecek umudu ve tahayyülü ancak büyüyen, gelişen, yeni rıza alanları oluşturan siyasetler için söz konusu olabilir. Kongreden önce ' şok doktrinine ' uygun biçimde ardı ardına atılan adımlar AKP'nin artık sadece çekirdek seçmeni ile iletişim kurabildiğini, o çeperin dışına çıkabilecek kapasiteden yoksun olduğunu bizlere göstermektedir.
Hem Erdoğan hem de partisi etrafa ne kadar güçlü, kudretli, sarsılmaz ve kendinden emin olduklarını anlatmaya çalışırsa çalışsın gerçeklik hiç de onların anlattığı gibi değildir. Erdoğan büyüme ve gelişme yerine eldekini koruma, kimseyi kaçırtmama derdine düşmüştür. Çöken İmparatorluklarda krallar, sultanlar ellerinin altındaki kapıkullarını kaçırtmamak için nasıl makamlar, mansıplar, mevkiler icat etmişlerse Erdoğan'da çareyi MKYK'nin sayısını arttırmakta, yedeklerinde asiller gibi çalışacağını, söz ve karar hakkı olacağını söylemekte bulmuştur. Söylem, isimler ve kullanılan içerik kongreye hiçbir yenilik getirmemiştir. Erdoğan geleceğe değil, geçmişe sığınmıştır. Selçuklulardan başlayıp Osmanlı ile devam eden bir tarih anlatısı kurmuş ise de bu anlatının hiçbir yerinde toplum, insan ve onların hayatları yoktur. Anlatılanlar kof bir böbürlenmeden ibarettir. Bu anlatının bizatihi kendisi sorunludur, çünkü güçsüzleşmenin, yenilgilerin, dağılmalarında tarihidir aynı zamanda anlattıkları. Erdoğan'ın bize anlattığı dünya koyu muhafazakar yer yer faşizan bir dünyadır. Toplumun değil ailenin yüceltildiği, kadını koruyacak tüm hukuksal kurallara savaş açıldığı, ona adres olarak sadece evde eş ve anne olmanın layık görüldüğü, kişilerin hangi yaş aralığında evleneceğine doğrudan müdahale edildiği faşizan bir biyo-siyaset yürütüyor Erdoğan. Kadınların failleşmesi, özerkleşmesi, toplumsal mücadeleye önderlik etmeleri Erdoğan gibilerini çıldırtıyor olmalı.
Erdoğan'ın konuşmasının geleceğe ilişkin tek teması yeni Anayasa tartışmasıydı. Muhalefetin bu konudaki hantallığını Erdoğan kendisi açısından bir siyasi üstünlüğe dönüştürmek istiyor. Seçim ittifakını bir türlü demokrasi ittifakına dönüştüremeyen, bugünkü iktidar bloku karşısında birkaç temel ilke de dahi anlaşamayan muhalefetin programsızlığı Erdoğan'a bu hamle üstünlüğünü ve cesareti veriyor. Muhalefet bugün sadece ' güçlendirilmiş parlamenter rejime ' dönüş konusunda anlaşmış gözüküyor. Bunun nasıl olacağı, ayrıntılarının ne olduğu, devletin esas teşkilat hukuku ile toplumla ilişkisinin nasıl düzenleneceği konusunda muhalefetin ortaklaşmış bir yol haritası bulunmuyor. İşte Erdoğan muhalefetin bu sessizliğini kendisi açısından bir avantaja dönüştürmeyi, onları buradan sıkıştırmayı ve söylem üstünlüğünü eline geçirmeyi hesaplıyor.
Ekonomiyi iflas ettirmiş, dış politikadaki tüm ataklarından çark edip geri çekilmiş AKP açısından toplumun önüne konabilecek yegane gelecek tartışması başlığı Anayasa kalmış gözüküyor. Tabii asıl özlemleri olan yüzyıllık parantezi kapatmak için de bu adımı atmaya mecburlar. İki adım ileri bir adım geri taktiğini uygulayarak, cami imamlarını konuşturarak, pespaye Akit gazetesine manşetler attırarak inşa etmeye çalıştıkları düzeni yeni Anayasa ile nihai evresine taşımak istiyorlar. Hayalleri Anayasa'nın ikinci maddesindeki vasıfları devletin ana karakteri olmaktan çıkartmaktır.
Muhalefet demeç patlatarak, Salı Günleri grup ' ayinleri ' düzenleyerek, yok hükmündeki yargıyı çözümün adresi göstererek, toplumsal programa dönüşemeyen raporlar hazırlayarak, halka önderlik etmek yerine sürekli dinleyerek bu karanlık gidişatı tersine çeviremez. Artık Türkiye'nin temel önceliklerine dair ortaklaşmış bir programa ve eylemli muhalefet dönemine geçmeye şiddetle ihtiyacımız var. Horkheimer faşizme devrimini yapamamış işçi sınıfına tarihin kestiği ağır bir ceza demişti, eğer bugünkü karanlık gidişi tersine çevirecek siyasi feraseti gösteremez isek tarihin bizlere keseceği ceza belki çok daha ağır olacaktır.