Ahmet Karataş’ın kaleminden ‘Çiçekçi Alman’ın hazin hikâyesi

Kitap Kurdu

‘İçinden Adana geçen kitaplar’ gördüğümde okumadan edemiyorum. Okuduğum kitabın mülkiyeti bende değilse ‘özelleştirmeden’ duramıyorum. Kısaca kriterlerini bizzat belirlediğim ‘bir kitapkurdu olmanın temel prensiplerinden’ ilk ikisini bir kez daha şehvetle (evet bile isteye şehvet yazdım yazım hatası yok yani!) yerine getirmenin hazzı içerisindeyim.

Ahmet Karataş’ın ‘Çiçekçi Alman / Walter Siehe’nin Hazin Hikâyesi’nde (Akademisyen Yayınevi Kitabevi, Eylül 2024, 218 syf.) romanını evvela ‘içinden Adana geçtiği’ saikiyle ele aldım. Ve fakat romanda Adana’nın dışında Mersin ve elbette Tarsus’un botanik bahçesi tadındaki coğrafyasını da dağ, tepe, nehir, ormanlarını adım adım gezip öğrenme şansı yakaladım.

Çiçekçi Alman gerçek bir yaşamöyküsünü anlatıyor. Yazar romanda olayların yaşandığı dönemi adeta bir tarih kitabı ciddiyetiyle kronolojik olarak ‘sanki yaşanırken yazılmış misali’ ele alıyor. Bu vesileyle hem zamanla ‘duygusal açıdan Türkleşen!’ bir botanikçinin işini yaşam biçime haline getiriş hikâyesini öğreniyorsunuz hem de önce Osmanlı’nın dağılmasını ardından işgal yıllarını ve nihayet genç Cumhuriyet’in ilk yıllarına Çukurova bölgesi özelinde tanık oluyorsunuz.


Bir dönem romanı Çiçekçi Alman. Walter Siehe’nin 20 Ocak 1895 günü Defne isimli bir buharlı gemiyle Mersin’e gelişiyle başlayan roman, ‘ruhunun gergefini sımsıkı dokuyan, böylelikle insani ve bilimsel yanını besleyen o güzel Adanayı gündüz gözüyle son kez gördüğü’ 10 Mart 1928’deki vefatıyla sona eriyor.

Romanda Siehe’nin günlük çalışma temposunu takip ederken bir yandan da bölgeyi neredeyse adım adım geziyorsunuz. ‘Küçük Asya’nın gezerken ‘üzerine basıp geçmememiz gereken’ botanik bahçesi misali dağlarını tepelerini dolaşırken insanlarını da tanıyoruz elbette; Avcı Yusuf, Ali Haydar Ağa ve daha pek çok hemşerimizi.

Yazar Ahmet Karataş bir kütüphaneci. 1988’de Milli Kütüphane’de kitapla başlayan profesyonel ilişkisi an itibariyle Adana A.T. Bilim ve Teknoloji Üniversitesi Kütüphanesi’nde sürüyor. Babası Avcı Yusuf’a ithaf ettiği bu ilk romanında Çiçekçi Alman’ın hayatını ‘gerçeğe yarışır şekilde anlatabilmek için’ pek çok kitaba referans veriyor roman boyunca.

Haliyle hem bir roman okuyor hem de kendinize, ‘okunacak kitaplar listesi’ çıkarabiliyorsunuz rahatlıkla, bir taşla iki kuş! diyeceğim ama dahası var. Romanda Osmanlının son devri, ‘tek dişi kalmış canavarın’ Anadolu’yu işgali ve sonrasında, ‘genç Mustafa Kemal ve arkadaşlarının’ direnişi örgütleyip dağılmış imparatorluğun küllerinden yeni bir devlet kurma çabasını Çukurova özelinde günbegün takip edebildiğiniz ‘bir tarih kitabı’ romanın içine gizlenmiş ‘ekstra hediyesi’ gibi duruyor.

“KURTULUŞ SAVAŞI ADANA’DAN BAŞLADI”

Türk Kurtuluş Savaşı Adana’dan başlamıştır. Nokta! Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu liderinin bizatihi beyanıyla, “Ben de bu vekaiin ilk hissi teşebbüsü bu memlekette bu güzel Adana’da vücut bulmuştur” cümlesinden sonra bu hususta başlayacak hiçbir polemiğe kulak asmam. Ahmet Karataş’ın romanında bu tartışmaya Adana cephesinden omuz verecek bir bölüm mevcut; “Adana ve çevresinde başlayan, daha sonra tüm Anadolu sathına yayılan ve Türklerin ‘Kuvay–i Milliye’, Fransızların ‘çete’ dediği halk, pare pare çoğalmış, Fransızların nefes alış verişlerini izler hale gelmişti…”

Ve romanın ana hikâyesinden bağımsız olarak, ‘kitap gibi bir cümleyle’ sona erer ilgili paragraf; “Çukurovalılar, yokluktan ve hiçlikten kocaman bir ordu kurmuşlardı.”

‘ORTALIK 56’YA DÖNDÜ!’ TABİRİNİN HİKÂYESİ BU KİTAPTA

Çiçekçi Alman / Walter Siehe’nin Hazin Hikâyesi’nin sayfaları arasında ‘ortamlarda anlatıp dikkat çekebileceğiniz’ ilginç malumatlar serpiştirilmiş. ‘Ortalık 56’ya gitti!’ deyiminin nasıl çıktığını ben bu romandan öğrendim. Deyimin 1912’de Adana istasyonuna gelen ilk trenin numarası olduğunu ve tren hareket ettiğinde korkup sağa sola kaçışan insanların durumunu anlatmak için bu cümlenin söylendiğini öğrenince bir tuhaf oldum açıkçası.

112 yıl önce ‘trenden korkan hemşerilerimizin’ torunları olarak 2024 itibariyle trenle bile ulaşılamayan bir şehir olduğumuzu hatırlayıp hüzünlendim açıkçası. (Yok, sözü hala çalışıp çalışmadığı polemiğiyle gündeme gelen Şakirpaşa Havalimanı’na getirip hüznümü arttırmayacağım.)