Dün Ahmet Albay’ın bugün Fikri Sönmez’in ölüm yıldönümleri. Bu iki insanı da saygı ve özlemle anıyoruz. Yaşımız gereği ikisiyle de ne tanışıklığımız oldu ne de yakın çevrelerinden uzun uzun hikayelerini dinleme fırsatı bulabildik. Hele Ahmet Albay’la ilgili yazılanlar, paylaşılanlar o kadar az ki... Bu da Türkiye’nin seçkin evlatlarına gösterdiği hoyratlığın sonucudur diyelim. Mensubu olduğu Adana Barosu, İl Başkanlığını yaptığı partisi umarız ki vefa örneği gösterip çok gecikmeden bu durumu düzeltirler.
Ahmet Albay faşist güçler tarafından hedef seçildiğine göre demek ki anti/faşist birisiydi. İşlenen cinayet sırf sansasyon olsun, iç savaş daha derinleşsin saikiyle işlenmemiştir herhalde. Bulunduğu konum ve kişisel özellikleri onu karanlık güçlerin doğrudan hedefi haline getirmişti. Çünkü büyük bir iç savaşın ve buna karşı her gün sokaklarda, mahallelerde verilen anti/faşist mücadelenin içinden geçen ülkede insanlarda siyasal olarak hızla dönüşüyordu. İdeolojik tercihlerin ötesinde haksızlıklara karşı çıkmak, bir hukuk insanı olarak hukukun üstünlüğünden yana olmak, emeğin haklarını gözetmek sizi faşizmin doğrudan hedefi haline getirmek için yeterliydi. Bir de üstüne Maraş katliamının mağdurlarının avukatlığını yapmak...
Çünkü Maraş katliamı bu ülkenin tarihinden hiçbir zaman eksik olmayan devlet organizasyonlarından bir tanesiydi. Amaç CHP iktidarını işlemez hale getirmek, sıkıyönetim ilan etmek zorunda bırakarak üzerinde yükseldiği devrimci hareketten ayrıştırmak, mezhep çatışması süsü verilmek suretiyle Alevi kitlesini yılgınlığa sürüklemekti. Ahmet Albay böylesi kaotik bir süreçte anti/faşist kimliğiyle önemli bir siyasal şahsiyetti. Hukukçu kimliğiyle de hem mağdurların yanındaydı hem de katliama ilişkin gerçekleri en iyi bilecek konumdaydı. Zaten daha sonra bu davanın diğer hukukçuları da faşist saldırıların hedefi olup can verdiler. Her birini saygıyla anıyoruz...
Terzi Fikri ise Türkiye’nin sosyal mücadeleler tarihinin ortaya çıkardığı halk önderlerindendir. Halkın doğrudan mücadelesinin bir ürünüdür. Mektepli değildir, çok yoğun ideolojik müktesebatı da yoktur. Ancak halkın tarih içindeki ilerici tüm birikimlerini şahsında maddeleştirmiştir. TİP’in Anadolu’ya ektiği sosyalizm tohumunun filizlenip ürün vermiş halidir tıpkı 1848 devrimlerine önderlik eden zanaatçılar gibi. Bu devrimlere de terzi, ayakkabı ustası, soğuk demirci gibi artizanal yani geçimlik üretim yaparak hayatlarını idame ettiren zanaatkarlar önderlik etmişti. TİP Anadolu’nun kentlerine, kasabalarına bu tür yiğit adamlar sayesinde girebildi. Diyarbakır’dan bağımsız Belediye Başkanı seçilen Mehdi Zana’da terziydi. Türkiye gericiliği ile bu insanlar mücadele ettiler.
Terzi Fikri daha sonra THKP/C’nin Karadeniz örgütlenmesinin yerel önderlerinden biri haline geldi. Türkiye devrimci hareketinin bu en özgün yapısı böylesi yerel önderler üzerinde yükseliyordu. Kızıldere’de katledilen Ertan Sarıhan, sonrasında Kurtuluş hareketinin liderlerinden olacak Çörtük İsmet’de böyledir.
Terzi Fikri Fatsa’lıydı ve Karadeniz’le de parti/cephenin çok güçlü bağları vardı. Terzi Fikri bu mücadelenin ve mirasın taşıyıcısı olarak çevresinde haklı bir itibar ve sempati kazanmıştı. 70’li yılların sonuna doğru devrimciler bütün bu bilgi ve tecrübeleri biraraya getirmek suretiyle Terzi Fikri’yi Belediye Başkan adayı gösterdiler ve seçim açık farkla kazanıldı. Türkiye tarihinde belki de ilk defa devrimci/ halkçı yerel yönetim pratiği sergilendi Fatsa’da. Düzen siyasetinin sadece seçmen, vergisini verip hizmet bekleyen olarak gördüğü insanlar halkçı Belediyecilik anlayışına göre gerçek birer özneydiler. Kendi kendilerini yönetme alışkanlığı kazanmaları gereken, alınan her kararın onlara danışılarak ve onlarla birlikte alındığı aktif yurttaşlardı. Belediye hizmetlerinin pasif alıcısı olmak yerine bizzat yaşadıkları mekanın düzenlenmesine katılacak faal öznelerdiler. Ev içi yaşama hapsedilmiş, geleneksel kadın kimliğine iade edilmiş kadınlar kamusal alanın gerçek sahipleriydi. Fatsa mevcudun dışında geleceğin adeta bugün de içkinleştiği, yurttaşın her konuda söz/yetki ve karar sahibi olduğu gerçek bir komüne yani özyönetime kavuşmuştu.
Şimdi bunları anlatırken sanki uzak bir hayalden bahsediyor gibiyiz. Ama hayır bunlar bu topraklarda yaşandı. Çok çalışkan olduklarını, parayı iyi yönettiklerini keramet gibi anlatan şimdinin şehr’ül eminlerinin tahayyül dahi edemeyeceği işlerdir bunlar. Bu yerel yönetim pratiği sayesinde bir halk kendi kendini örgütledi. Değme sağcılar dahi Terzi Fikri’ye saygı duydular. Onun her şeyi halkla birlikte düşünüp yaptığını söylediler. Dönemin Başbakanı Demirel’in dediği gibi Fatsa’da anarşinin değil huzurun ve insanca bir yaşamın inşa edildiğini savundular. Sonrası malum...
Aradan 40 küsür yıl geçtikten sonra Türkiye’nin sosyal mücadeleler tarihinin ürettiği bu iki değerli insan hala unutulmuyorsa bunun sebebi hikmeti kendilerini halkın davasına çıkarsızca adamış olmalarıydı. Sürekli anımsamamızın nedeni de o değerlere uzaklığımız; ama özlemle, umutla oraya bakışımız olmasın?