ADANA’DA KASAPLAR AYAKLANMASI
Efendim, daha önce hatırlatmıştım… Adana’nın özel hassasiyetleri moda deyimiyle asla ödün vermeyeceği kırmızıçizgileri vardır. Bu kırmızıçizgilerin aşılması “ayaklanmaya” neden olur.
Birincisi zinhar kadınlar hamamına girmeyesiniz;
İkincisi de kebap etine dokunmayacaksınız…
Birincisini geçen hafta anlattık… Bir gencin hamam girmesi ile şehirde başlayan ayaklanmayı…
Bugün ikincisinden kısaca söz edeceğim…
Olay, fiyatların henüz işletme sahiplerinin vicdanına terk edilmediği 1958 yılında geçiyor.
Belediye kebap fiyatını 470 kuruş olarak belirliyor, kebapçı ve lokantacılar bu fiyata itiraz ediyorlar. Ardından ip kopuyor.
Her şey, hem Vali hem de belediye Başkanı olan Hilmi İncesulu’nun “Lokantacı ve Kebapçılara” hitaben bir genelgesi ile başladı.
LOKANTACI VE KEBAPÇILARA
“45 sayılı sirkülerin Valiliğimize verdiği yetkiye dayanılarak: Lokantanızda (Kebabevinizde) günde kaç kilo ve ne cins et sarf etmekte olduğunuzu ve bu eti hangi kasaptan aldığınızı bildirir bir beyannamenin iki nüsha halinde Belediye Başkanlığına 8-2-1958 Cumartesi günü mesai saati hitamına kadar verilmesi tebliğ olunur.
Vali ve Belediye Reisi
Hilmi İncesulu”
İşte cinin şişeden çıktığı an…
Bu genelge Lokantacı ve Kebapçıların sıkı denetin altına alınacağının bir ilanıdır.
Şehirde herkesin hissettiği bir et darlığı yaşanmaktadır. Konya Et Kombinası Adana’ya gönderdiği et sevkiyatını durdurur. Şehrin günlük 4.5 ton ete ihtiyacı vardır ve bu etlerin 2.5 tonu kebapçı ve lokantacılar tarafından tüketilmektedir.
Buna dayanarak Belediye başkanı (Aynı zamanda Vali) şöyle bir uygulama yapar:
Her kebapçının hangi kasaptan ne kadar et alması gerektiğini saptar ve bunu ilgili kişilere tebliğ eder.
Artık her kebapçı, belediyenin belirlediği kasaptan, belirlediği miktar ve fiyattan et almaya zorunlu tutuldu. Kasapların, kendilerine verilen liste dışında kalan lokanta ve kebapçılara et satması yasaklandı.
Üstelik fiyatlar, porsiyon ve miktarı ve satış fiyatı belediyece belirlenmişti ve lokantalar bu fiyatla zarar ettiklerini gerekçesiyle karara itiraz ettiler.
ERCİYES LOKANTASI
Özellikle 1. Sınıf lokanta ve kebapçılar bu karara isyan etti.
Dönemin en ünlü lokantalarından biri olan “Erciyes Lokantası” Çalışma Bakanlığına” baş vurarak lokantayı kapattığını duyurdu. Aynı zamanda çalışan işçilerine de ihtarname çekti.
İşçiler, Çalışma Bakanlığına ortak bir dilekçe vererek, işsiz kalmak istemediklerini soruna çözüm bulunmasını istediler.
Bu olayı örnek alan bir çok lokanta iş yerlerini kapatma kararı alınca, burada çalışan işçiler de bir araya gelerek, soruna çözüm bulunmasını mağduriyetlerinin giderilmesini istediler.
Sendikaların yıllarca bir araya getiremediği işçiler, kendiliğinden hem de hiçbir önderleri olmadan bir araya geldi. Dünyanın bütün işçileri olmasa da “Adana’nın bütün lokanta ve kebapçı işçisi birleşti…”
VE KASAPLAR
Kapkaççılar cüzdan yerine et çalmaya başladılar.
Bu silahsız, afişsiz, öndersiz, kuvvete ihtiyaç duymayan pasif bir direnişti ve kasaplar bu direnişe büyük ölçüde katıldılar.
Şehirde mevcut 35 kasabın 32’si iş yerlerini kapattılar. Günlük, 350- 400 olan koyun kesimi 75’e kadar düştü.
Çalışan üç kasap ta birkaç gün sonra kapatacaklarını açıkladılar.
Yetkililer ise Adana’da ancak 1.200 adet koyun stoku olduğunu bildirdiler.
Tam bir kaos yaşanıyordu. Bu durumda Konya Et Kombinası da Adana’ya et sevkiyatını durdurmak zorunda kaldığını bildirdi.
Bir müddet sonra Adana’da İbrahim Atalay tek kasap olarak işyerini açtı. Vatandaşlar sabahın erken saatlerinde o kasabın önünde kuyruk oluşturdular. Aynı yerde birkaç kapkaç olayı yaşandı. Kapkaççılar cüzdan değil, et çarptılar.
İbrahim Atalay kendisine tahsis edilen etleri sattıktan sonra o da işyerini kapatmak zorunda kaldı.
Böylelikle et, kasabın ürünü olmaktan çıktı, eczanelerin satabileceği ilaca dönüştü.
250 GRAM ET İÇİN DİLEKÇE
Bu kargaşa sürerken, Çınarlı Mahallesi’nde yaşayan Ramazan teker isimli bir yurttaşımız belediyeye bir dilekçe verir:
“Babam evimde hasta yatmaktadır. İhtiyaç olan 250 Gram etin tarafıma verilmesini arz ederim…”
Yazı İşleri Müdürlüğü tarihte böyle bir dilekçe görmemiştir. Kayıtlara aldı mı almadı mı bilemiyorum ama belediye, 1 kg eti, paket yaparak, yurttaşın verdiği adrese göndermiştir.
Suistimalin Sonsuz Yolu: Belediye nezaretinde kısıtlı kesime başlandı ancak bu sefer de dağıtıma yetkili olanlar, eti piyasaya çıkarmayıp, kendileri ve yakınlarına ayırmaya başladı.
Et ve Balık Kurumu Umum Müdürüne talepler yağınca o da:
“Ne yapalım Adanalı da sığır eti yesin” diye yol gösterdi.
Temizlenmiş tavuk eti henüz keşfedilmemişti. Et bulamayan bazı hastalar, bu ihtiyaçlarını tavuk eti ile giderme yolunu seçtiler.
Belediyenin bulduğu çözüm: Kebap fiyatlarını %10 ila %15 arasında zam yapmak…
Baskılara dayanamayan Et ve Balık Kurumu 260 Gövde et göndermeye karar aldı bunun 150 adedi halkın ihtiyacı, kalanı iste hastalar için sıhhi müesseslere gönderildi.
BU SORUN ÇÖZÜLDÜ MÜ?
Ne gezer… Bunun Cevabını Ali Cavit Oral’dan alalım.
Başını Cama Çarpan Sinekler: Bilmeyenler için söylüyorum, hemşehrimiz merhum Cavit Oral, Almanya’da hem ziraat hem de siyasal bilgiler tahsili görmüştür. Adana’da Çiftçiler Birliği başkanlığı da yapan merhumun, hayatı Adana ve Niğde milletvekillikleri ile geçmiştir. Ayrıca 17, 18 ve 26’ncı hükümetlerde Tarım Bakanlığı görevi üstlenmiştir.
Anlayacağınız, bu konularda söz sahibi bir otorite. Uzun ve açıklayıcı bir yazı yazar. Kısaca söylediği şudur:
“Kardeşim, biz geçen yıl (1957) Ramazan ayında da bu sıkıntıyı çektik. İthal edilen et ile bu iş olmaz… Coğrafyamız uygun, iklimimiz uygun, köylümüz tecrübeli düzgün fiyat vermediğiniz için insanlar hayvancılık yapmaktan vaz geçiyor… İthalat ile birkaç kişiyi zengin edeceğim diye, binlerce insanı mağdur ediyorsunuz.
Yaşadığımız bu ziraat memleketinde canlı hayvan ithal etmek utanç vericidir…”
Yaklaşık 70 yıl önce sorunun çözümü söylenmiş zaten. Bazı konularda başını cama çarpan sinekler gibi hiç ders almıyoruz diyorum ya… Kimse kızmasın.
Bu konular 6 Şubat 1958 ilâ Nisan 1958 Tarihleri arasında Bugün Gazetesi’nden alınmıştır.