Adana Mavraları’nı ‘boş lakırdı sanırsanız!’ aldanırsınız

Kitap Kurdu

‘Adana Mavrası’ literatürde her ne kadar ‘boş lakırdı yapmak’ anlamına gelse de Ahmet Karataş ve Yusuf Delikoca imzalı aynı isimli kitap şehrin sözlü kültür zenginliğini hem bugünün hem de geleceğin insanına sunması bakımından son derece kıymetli bir çalışma.

Mayıs 2022 tarihli dördüncü baskısını temin ettiğim (sözün doğrusu Grafiker Cevher Süzen’in ofisinden göstere göstere ‘ödünç(!) aldığım) kitabı kelimenin tam karşılığında ‘bir solukta’ okudum.

268 sayfalık bol görselli kitapta ‘mavraları’ anlatan kaynak kişilerin isimlerinin belirtilmesi de çalışmanın ne derece sistemli ve özenli olduğunun göstergesi.

‘Adana Mavraları’ akademik bir çalışma disiplini içerisinde öncelikle kavramın etimolojisiyle başlıyor: “Mavra, su dolaplarının Adana dilindeki söylenişidir. 1900’lü yılların başından Cumhuriyet döneminin ilk yıllarına kadar, Adana’nın eski fotoğraflarında mavraları görürüz. Onlarca mavra, yüzyıllara meydan okuyan Taşköprü’nün altından akıp giden Seyhan Nehri’nin kıyısında sıralanmıştır. O vakitler nehir sularının akışıyla çark döner, mavra denilen bu su dolapları şehre su verirdi. Bazen mavralar at veya eşek yardımı ile ya da insan gücüyle  döndürülürdü… Geceleri mavraların çıkardığı gıcırtı, nehrin etrafındaki mahallelere bazen tatlı bir ninni gibi bazen de rahatsız edercesine bir gürültü ile yayılırdı… Boş konuşmalara, gevezelik yapmaya, lakırdı yapmaya ve yeri geldiği zaman insanların olayları abartarak anlattığı hikâye ve laflara ‘Adana Mavrası’ denildi.”

Kelimenin etimolojisinin hemen ardından ‘zurnanın zırt!’ dediği yere mavranın eğlenceli yönüne geliyor elbette sıra; ‘Mavra Adanalının neşesidir, mizahi yönüdür’ diye başlayan bölümle birlikte eğlenceli anekdotlar sıralanıyor bir bir.

‘Adana Mavrası’nın en önemli misyonlarından bir tanesi de geçmiş on yıllarda yayınlanan şehrin yerel gazetelerinin içeriklerindeki mizah bölümlerinin adeta bir kuyumcu titizliği ile tasnif edilip günümüz ve elbette ki geleceğe taşınması olmuş. Türksözü (1940–1950), Seyhan (1947–1950) ve Keloğlan (1945–1958) gazetelerindeki hakiki mizah dozunu görünce, günümüz yerel yayıncılığının durumuna üzülmemek elbette ki mümkün değil. Neyse!

GINDO SALİH’İN ‘ZORT!’ ÇEKMESİNİN HİKÂYESİ

Adana’nın en neşeli simalarındandı. En güzel yaptığı iş de Adana tabiri ile ‘Zort!’ çekmekti. 1960’lı yıllarda ‘zort’ çekmek bayağı modaydı. Her havası vardı. Birçok şarkı türkü havasında çekilirdi. Gındo Salih öyle bir ‘zort!’ çekermiş ki, Büyüksaat’ten Küçüksaat’e kadar duyulurmuş sesi. Hem de nüaslı çeker, çeşitli oyunlar ve figürler ile de süslermiş. Onun dışında Camcı Coşkun Sağbaş spor yazarlarından Aytaç Pekkoçak ve Hamit Deste çok güzel zort çekermiş.

(Günlerden bir gün) ağaca çıkan bir çocuk, aşağıya inmiyor bir türlü. Gındo Salih bunu görünce tutturmuş bir hava. Öyle bir zort çekiyor ki çocuk hemen aşağı inip ona doğru koşarak Gındo Salih’in elinden tutmuş, bir türlü de bırakmamış. Annesi bırak dese de çocuk konuşup duruyormuş; “Anne bu amcanın düdüğünden bana da almazsan elini bırakmam. Ben de bu düdükten isterim.”

Adana Mavrası’nın sayfaları arasında gezinirken geçmiş yıllarda şehrin sosyal hayatına daha bir vakıf oluyorsunuz. Geçmiş on yıllar boyunca siyasetten spora, medya dünyasından gece hayatına kadar hayatın hemen her alanında ‘mizahın’ ne kadar çok yer kapladığını görmek mümkün. Belki bu yazının konusu değil ama epey bir zamandır ‘eğlencesini yitirmiş’ bir atmosferi solukladığımızı da şerf etmesem hatırım kalır. Devam edelim…

“EVİM DEĞİL Mİ NEREDE İSTERSEM ORADA OTURURUM”

Adanalı (gazeteci) Çoban Yurtçu, uzun süre evine geceyarısı çok geç saatlerde dönmeye başlayınca bu duruma öfkelenen eşi harekete geçmiş. Bir gece yine geç saatlerde eve girmeye çalışan Yurtçu’yu evin içerisinde şemsiyenin sapını göstererek kovalamaya başlar. Çoban Yurtçu evin odaları arasında kaçmaya çalışırken en son misafir odasındaki masanın altına girer. Masanın altına elindeki şemsiye ile uzanmakta zorlanan eşinin, “Çık diyorum sana oradan. Çabuk çık” ikazı üzerine son derece rahat bir tavırla şu cevabı verir, “Evim değil mi? Nerede istersem orada otururum.”

KİBARLIĞIN BU KADARI!

Adana’nın en işlek caddelerinden biri olan İbo Osman’da oturan bir hanımefendinin ‘İbo’ kısaltmasını kaba bulduğundan olacak dolmuş semtine yaklaştığında şoföre; “Kardeşim İbrahim Osman’da inebilir miyim?” demesi günün mavrası olmuştur.