Lenin emperyalizm çalışmasına çağının kapitalizmini analiz etmek için başlamıştı. Her çalışmasında olduğu gibi amacı katı bilimsel sonuçlara ulaşmak değildi. ‘Devrimin Güncelliğine’ bağlanan birisi olarak çalışmanın hedefi güncel devrim dinamiklerini ortaya çıkarmaktı. Ulaştığı sonuçları maddeler halinde sıralamış olsa da bunlara bakarak işte emperyalizm budur gibi bir sonuca varmak niyeti de taşımıyordu. Bilimsel bir titizliğin ötesinde emperyalizmin kavranışına ilişkin popüler bir çerçeve oluşturmak istiyordu. Lenin’i asıl ilgilendiren şey güncel devrim dinamiklerini saptayarak buradan siyasal sonuçlara ulaşmaktı. İlk ulaştığı sonuçlardan biri Batı’da bir devrim ihtimalini yok saymamakla birlikte devrimin sıklet merkezinin Doğu’ya kaydığı yönündeydi. Ulusal sorun özellikle Doğu’da devrim zembereğini çalıştırmaya başlamıştı. Ayrıca bir ‘halklar hapishanesi’ saydığı Rusya için de ulusal sorun can yakıcıydı. Sosyal Demokrat partilerin ihanetinin gerisinde işçi aristokrasisi vardı. Sömürgelerden gelen servetin bir bölümü bu katmanlara aktarılıyor ve bu güçler de reformizmin dayanağı haline geliyordu. İşçi sınıfını bu kesimlerin elinden kurtarabilmek için yeni bir enternasyonal gerekliydi.
Lenin’in emperyalizm analizinde siyasal kaygıların ağır bastığını ve amacının popüler bir çerçeve kurmak olduğunu söyledik. Lenin analizinde ağırlıklı olarak iki çalışmayı temel aldı. İlki İngiliz iktisatçı J.A.Hobson’un ‘Finans Kapital’ isimli çalışmasıydı. Hobson analizinde bir İngiliz olarak İngiltere örneğine odaklandı. Hobson’a göre emperyalizmin özünde jeopolitik rekabet vardı. Jeopolitik rekabet ise büyük güçlerin teritoryal genişleme hevesinden kaynaklanıyordu. Ülke içinde ise emperyalist hevesleri kamçılayan şey sermaye ihracıydı. Ülke içinde beklediği karı bulamayan sermaye fraksiyonları gözlerini dışarıya çeviriyorlardı. Bu fraksiyonun sözcüsü finans kapitaldi. Bu çevreler yüzyılların alışkanlığı ile finansal vurgunlar konusunda uzmanlaşmışlar ve uluslararası politikayı manipüle edebilecek bir güce ulaşmışlardı. Avrupa devletlerinin büyük bir bölümü bu güçlerin bir kuklasına dönüşmüşlerdi. Hobson’un önünde somut bir örnek duruyordu: İngiltere 1899-1902 yılları arasında Güney Afrika’da Boerlerle savaşa girmişti. Bir reformist olan Hobson’un kastettiği aslında Yahudi bankerleriydi. Kapitalizmdeki eksik tüketim eğilimini Keynes’ten bile önce fark eden Hobson önceliğin sermaye ihracına değil reformist politikalar izlenerek talebin arttırılmasına verilmesini öneriyordu. Hobson’un analizinde finans kapital ülke içi bağları son derece zayıf bir avuç asalak ve parazitten ibaret bir zümre olarak anlatılıyordu.
Lenin kapitalizmin ‘çürüme’ eğilimlerinin artık kristalize olduğu bir aşama olarak emperyalizm sonucuna buradan varacaktı. Ama Lenin’in kitabının orijinalinde bu ifade yoktu ve sağlığında da hiç öne çıkartılmadı. Lenin’in ölümünden sonra kitaba alt başlık olarak girecekti ve çalışmaya hiç hak etmediği halde apokaliptik bir vurgu kazandırılacaktı. Lenin söylediği çalışmadan, sırf kupon keserek, paradan para kazanan bir sınıfın ortaya çıkmasıydı. Şöyle diyecekti:’ bir sınıfın ya da daha doğrusu bir rantiye tabakasının, yani, ‘’kupon kırparak’’ yaşayan, hiçbir şekilde herhangi bir işletmede yer almayan, meslekleri aylaklık olan insanların olağanüstü bir biçimde çoğalması bundandır. Emperyalizmin en önemli ekonomik temellerinden biri olan sermaye ihracı, rantiye tabakasını üretimden büsbütün yalıtır ve çeşitli denizaşırı ülkelerin ve kolonilerin emeğini sömürerek yaşayan tüm ülkelere asalaklık damgasını vurur.’
Lenin’in emperyalizm analizinde dikkate aldığı diğer kişi Avusturya Marksistlerinden Rudolf Hilferding’di. Hilferding Weimar’da sosyal demokratlar adına maliye bakanlığı da yapacaktı. Hilferding Alman örneğine bakarak kapitalizmin emperyalizm aşamasında giderek örgütlü bir hale geldiği tespitini yapıyordu. Marx’ın analizlerinde kapitalizm plansız ve anarşik bir doğaya sahipti. Plan sadece işletme ölçeğinde vardı. Hem üretime hem de piyasalara kör rekabet nedeniyle tam bir anarşi hâkimdi. Krizleri tetikleyen şey de buydu. Hilferding örgütlü kapitalizmde devlete büyük işlevler yüklendiğini söylüyordu. Devlet sadece sömürünün genel koşullarını düzenlemekle yetinmiyor, üretimi örgütlediği gibi birleşik bir kapitalist güç gibi davranıyordu. Örgütlü kapitalizm de, tekeller ile devletin birleşik güçleri beraber hareket ediyor, işçi sınıfı da bu güçlere bağımlı kılınıyordu. Örgütlü kapitalizm demokratik değil hiyerarşik olarak yapılanmıştı. Örgütlenmiş kapitalizm mantıksal sonuçlarına devlet kapitalizmine dönüşerek ulaşacaktı. Bu anlamda Doğu’nun sosyalizm görünümlü devletleri ile batıdakiler arasında her hangi bir fark yoktu.
Buharin Hilferding’in ‘örgütlü kapitalizm’ analizine katılmakla birlikte kapitalizmin bu tipinin krizleri ortadan kaldıracağı görüşünü paylaşmıyordu. Buharin dünya kapitalist sisteminin emperyalistler arası savaş eğilimini taşımaya devam edeceğini söylüyordu. Ülkeler kendi içlerinde örgütlü kapitalizm evresine ulaşmış olsa bile hiçbir ülkenin otarşik biçimde ayakta durabilmesi mümkün değildi. Kaynaklara ve piyasalara erişme zorunluluğu anarşiyi dünya piyasalarına aktarıyordu. Lenin’in ölmeden önceki notlarında partinin en yetenekli kuramcısı olmakla taltif ettiği Buharin’i savaş sırasında dünya ekonomisi üzerine çalışmaya Lenin ikna etmişti. Buharin sonradan Troçki’ye yakınlaştığı için tasfiye edilecek olan Evgeny Preobrazhensky ile birlikte partinin bu konulardaki en yeteneklisiydi.
Lenin en sonunda emperyalizmi beş özelliğe indirgedi: ’1-üretimde ve sermayede görülen yoğunlaşma öyle yüksek bir gelişme derecesine ulaşmıştır ki, ekonomik yaşamda belirleyici rol oynayan tekelleri yaratmıştır; 2-banka sermayesi sanayi sermayesi ile birleşmiş ve ‘’finans kapital’’ temeline dayanan finansal bir oligarşi yaratmıştır; 3-sermaye ihracı, meta ihracının aksine olağanüstü önem kazanmıştır; 4-dünyayı kendi aralarında bölüşen uluslararası tekelci kapitalist birlikler kurulmuştur ve 5-dünya üzerindeki toprakların en büyük kapitalist güçler tarafından bölüşülmesi tamamlanmıştır.’ Lenin bu saptamalardan emperyalizmin savaşsız yapamayacağı sonucuna ulaşıyordu. Bugünden geriye bakınca Lenin’in ulaştığı sonuçlarda eklektik yanlar olduğu da göze çarpıyor. Hobson’un topraktan kopuk finansal kapitali ile örgütlü kapitalizmin toprağa daha bağımlı tröstlerini bağdaştırmakta güçlük yaşıyoruz. Hobson’un analizi Kautsky’in ‘ultra-emperyalizmi’ ile Negri’nin ‘imparatorluk’ analizlerini öncelemişti.
Kautsky erken gelen bir küreselleşmeciydi. Birinci savaştan çok kısa süre önce kapitalizmin ultra emperyalizm evresine ulaşarak sorunlarını savaşmadan çözebileceğini iddia etmişti: ’ büyük emperyalist güçler arasındaki dünya savaşı da aynı şekilde aralarındaki silahlanma yarışına son veren en güçlülerin oluşturduğu bir federasyonla sonuçlanabilir ’. Kautsky’in iddiası Avrupa Kömür ve Çelik Birliği’nin kuruluşu ile Almanya-Fransa ve İngiltere’nin bu birliğe üye olması ile gerçekleşiyor gibi görünse de birlik önceliği ekonomik rasyonaliteye verecekti. Sonradan AB’ye evrilse de hiçbir zaman bir jeopolitik bir oyuncu haline gelemedi. Sermaye toprağa bağımlı kaldığı müddetçe jeopolitik rekabetlerin önü de alınmayacaktı. Hart ile Negri’de soğuk savaş sonrasında ABD’nin bir imparatorluk refleksi ile hareket etmeye başladığını ve artık ulus-devletler çağının kapandığını söylemişlerdi. Jeopolitik rekabet ulus-devletlerin teritoryalite saplantısından kaynaklanıyordu. İmparatorluk çağında artık egemenlik toprağa bağımlı olmaktan kurtulmuş ve küresel bir ulus-aşırı sermaye ortaya çıkmıştı. İmparatorluk ile birlikte emperyalizm çağı kapanmıştı. Toprağa bağlı egemenlikten kurtulmuş sınıfa karşı verilecek mücadelenin sabit bir öznesi yoktu. Her hangi bir öznenin imtiyazı yoktu. Ancak ‘çokluk’ olarak nitelendirilebilecek bir özne ile imparatorluğa direnmek mümkündü. Bütün bu teoriler içinde eksiği gediği ile yine de Lenin’in analizi hayatın sınavından geçmiş görünüyor.