1 Mayıs: Emek Hakkını Ne Zaman Alacak?

Hacı Hüseyin Kılınç

Yarın 1 Mayıs emeğin birlik, mücadele, dayanışma günü. Emeğin bugün içinde bulunduğu çarpıcı hali düşününce insanın aklına Marx’ın gençliğinde emekle ilgili yaptığı çarpıcı felsefi salvolar geliyor. Dünyayı yaratırken kendini inkarı, zenginliğin kaynağı olmasına rağmen içinde yüzdüğü sefalet vs... Marx çığlığını sadece emeğin siyasal yok sayılışı için atmıyordu, teoride emeği umursamıyordu ve isyanı daha çok bunaydı. Marx’ın isyanının üzerinden tam 178 yıl geçti. Emek tüm görkemiyle siyasal, toplumsal sahneye çıktı. Kendi rejimlerini kurdu, kurduğu rejimler çöktü. Neoliberal kapitalizm krizini defetmek için tarihin en büyük taarruzlarından birini ona karşı gerçekleştirdi. Neoliberalizmin yenildiğini en son Kılıçdaroğlu dahi kabul etti. Ama emek de karşıtının yenilgisine rağmen 1 Mayıs arefesinde ayağa kalkabilmiş değil. 

Emeğin ayağa kalkması, silkinmesi için şartlar hazır, fakat onun temsiline soyunmuş tüm yapılardaki dağınıklık, savrulma, konformizm alabildiğine devam ediyor. Emeğin temsili yapılarındaki tıkanmaya rağmen emek inadından vazgeçmiyor. Direnerek, yeni mücadele formları inşa ederek, alışılmış yapıların dışında yeni kalıplar deneyerek sırt üstü çakıldığı yerden ayağa kalkmaya çalışıyor. Türkiye’nin son üç-dört ayının en çarpıcı olgularından birisi hiç kuşkusuz emek dünyasındaki bu gelişmelerdir. 

Emeğin yok hükmünde olduğu dünya güllük gülistanlık değil. Bu dünya savaşların, çatışmaların, meydan okumaların arttığı bir dünya. Devletlerin, uluslararası kurumların savaşları önleme kapasitesi çoktan kayboldu. Uluslararası kurumlar güçlülerin meşruiyet üretme zemini haline gelirken, devletlerde reel politik gereği savaştan nasıl kazançlı çıkarızın hesabını yapıyor. Gerçek bir barışı ancak emeğin güçleri tesis edebilir. Ukrayna Savaşı karşısında barış hareketinin cılızlığı tüm başka faktörlerin yanında emeğin uluslararası düzeydeki sessizliğiyle de ilgili. 1 Mayıs’ın önündeki tarihi görevlerden biri cılız barış taleplerine güçlü bir itilim vermek olmalıdır. Bu görev başarılamaz ise şimdiyi mumla aratacak kaotik bir dönemin içine sürükleneceğiz. Ukrayna Savaşı bu dönemin prelüdüydü. Dünya çapında bu gidişi tersine çevirecek başka bir güç somut olarak yoktur. Emek ve onun bağlaşıkları güçlü bir barış hareketi yarattığı taktirde karanlık gidişat tersine çevrilebilir. Barış hareketi aynı zamanda emeğin ayağa kalkması için de güçlü bir vesile olacaktır.

Emeğin siyasete hükmünü dayatamadığı yerde siyaset bir kör döğüşüne benzemektedir. Türkiye’nin kutuplaşmış siyaset ikliminde mevcut taraflardan hiç birinin emeğin siyasal sahnede yerini almasına rızası yoktur. Siyasi iktidar emeği görünmezleştirmeden medet umarken, çöreklendiği sendikal yapılar ile de emeği sıkıca kontrolü altına almaktadır. Siyasi iktidar şükreden, itiraz etmeyen, verilenle yetinen bir emek istemektedir. Tarihsel rolü bir tarafa kendi güncel çıkarlarını bile devleti için, siyasi iktidar için yok sayacak uysallaşmış bir emek kitlesidir murat edilen. Dini, milli kimliğin sınıf kimliğini paranteze aldığı bir haldir iktidar katlarında arzu edilen. 

Muhalefetin emek dünyasına bakışı emek öncelikli değildir. Emek sermayeyle birlikte düşünülmesi gerekli bir paydaştır sadece. Emeğin sefaleti günlük politikanın malzemesi yapılabilir, ama emek bağımsız bir varoluşa sahip olamaz. Sermayeyle emek arasındaki eşitsiz ilişki sorunsallaştırılmaz. Kalkınmanın sermayenin memnun edilmesiyle gerçekleşeceği vazedilir. Bu nedenle emeğin zayıf olduğu ekonomik ve sosyal konsey müzakere zemini olarak ileri sürülür. Taraflar sanki konseyde denkmiş gibi çarpık bir algı yaratılır. Emeğin yoksulluğunun ortadan kaldırılacağı değil nasıl daha sürdürülür kılınacağına dair çözümler geliştirilir. Geleneksel sosyal demokrasinin çok gerisine doğru bir savrulma halidir bu. Sosyal Demokrasi sınıfsal eşitsizliği kabul eder ve emeğe öncelik tanıyacağını açıkça ilan eder. Emekle sermaye arasındaki ilişki eşitsizdir. Emeğin örgütlülüğünü geliştirmek ve sosyal devleti emek lehine çalıştırmak eşitsiz ilişkinin zorunlu bir sonucudur. 

Şu yukarıda anlattıklarımızdan emeğin Türkiye’sinin siyasi temsilin dışında kaldığı anlaşılmaktadır. Emek kendini inkar edenleri ancak yoksayarak bağımsızlığını edinebilir. Krizin en çok vurduğu emek iken emeğin suskunluğu artık tahammül edilmez bir eşiğe gelmiştir. Emek ayakta kalmaya çalışırken, yoksulluğun kökünün kazınması değil, yoksulluğu telafi stratejileri siyaset konusu edilmektedir. 2022’deki direnişler, kazanımlar lokal olmakla beraber toprağın altındaki kaymanın işaretleridir. 1 Mayıs emeğin görünmezliğine, uyutulmasına, başka politikaların enstrümanı yapılmasına son vermelidir. Emek kendisinin yılın bir gününe sıkıştırılmasına hayır demelidir. Yoksulluğun, krizin faturasını kendine soyanlardan çıkarmaya cüret etmelidir. 

Büyük krizler, sınamalar, hesaplaşmalar, savaşlar bizleri beklerken içinde yaşadığımız karmaşaya ancak emek bir çeki düzen verebilir. Kısmi çıkışları, lokal başarıları, toplumsal muhalefetin diğer sektörlerinin kazanımlarına, ancak emek yeni bir fizyonomi kazandırabilir. Sadece emek karşısında birbirini yiyen güçlerin asıl derdinin kendisiyle olduğuna kendisi dahil herkesi inandırabilir. Sadece emek tüm insanlığı bir yokoluşu doğru sürükleyen küresel krizler karşısında imdat frenine asılarak uçuruma doğru gitmekte olan treni raylarından çıkarabilir. 

Hegel diyalektiğinde her şeyin zıddıyla birlikte varolduğunu ve aşmanın ancak bu çelişkiden başka bir uğrağa sıçramakla mümkün olacağını söylemişti. Emek çoğunluktur ama şimdi küçük azınlıklar kadar olsun kıymeti yoktur. Toplum ücretli çalışanlar sayesinde ayakta durmaktadır, ancak küçük bir sermaye sınıfı her şeye el koymaktadır. Siyaset hiç durmadan konuşmaktadır, fakat emek kendi adına konuşamamaktadır. Emek lütufla açlık eşiğinin üstünde kalmaya zorlanırken küçük bir azınlık inanılmaz servetlerin içinde yüzmektedir. Her şey bu halin sürgit devamı için yapılmaktadır. 1 Mayıs işte buna dur diyecek bir momentin önünü açmalıdır.

Not: Marx Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin Gotha ve Erfurt proğramlarının eleştirisinde ‘emek’ kavramının kullanılmasına şiddetle itiraz ediyor ve doğrusunun ‘emek-gücü’ olduğunu söylüyordu. Çünkü insan sermayeye emeğini değil emeğinin gücünü satıyordu. Bir proğram tartışmasında mutlaka dikkat edilmesi gereken bu hususun popüler bir yazıda bu şekilde olmasının bir sorun çıkarmayacağını düşündük ve daha kolay anlaşılacağını düşünerek böyle yazmayı tercih ettik.