Kurban ve Şükür
Bu gün, kurban satın alıp ibadetimizin gereklerinden birini yerine getiriyoruz. Bakın, ne kadar olağanmış gibi söyledim. Gerçekte de olağan…
Oysa yaptığımız her eylem gibi kurban olayının da milyonlarca yıllık bir tarihi geri planı vardır. Kısaca ve sadece bir bölgedeki uygulamadan söz edeyim: Hindistan’da pagan inancın yoğun olduğu dönemde insan kurban edilirdi. “İnsan kurban etmek” deyip geçiyoruz. Bu ibadet biçiminin de kendine özgü kuralları vardı. Kim kurban edilecek? Kurban edilecek insanın nitelikleri ne olmalıdır? Kurban törenini kim yönetecek vs… vs…
Antropologlara göre sistem şöyle işliyor.
Kurban edilecek kişi - ki, bunlara Meriah denir - küçük yaşlarda ailesinden alınıp tapınağa götürülür. Çocuk, kendini tapınak ve hizmetine adar. Tapınak rahipleri nezaretinde, kendilerine inançlarına uygun dini eğitim verilir. Masumiyet ve saflıkları kendi inançlarına göre korunur. Öyle ya, kurban edilecek kişinin günahsız olması öncelikli ve vazgeçilmez bir konu. Kurban zamanı gelince, her tapınak yetiştirdiği Meriahları (Kurban edilecek gençleri) teşhir eder. Kurban etmeye gücü yetenler, Meriahlar arasından birini seçer ve parasını tapınak rahibine ödeyerek, ya o tapınakta veya götürüp, kendince uygun bir yerde kurban eder.
Kurbanlık satın aldığımız pazarlara ne kadar benziyor değil mi?
Çocuklarını Meriah olarak veren aileler, toplumda çok saygın bir yer edinir. Onlar, toplum içerisinde, çocukları kurban edilmeye layık görülen şerefli ailelerdir artık.
İnsan kurban etmekten, koçları kurban etme seviyesine gelmek, medeniyet adına atılmış devasa bir adımdır. Biz, bu medeniyetin içinde yaşıyoruz ama farkında değiliz. Bu değişim ve dönüşüm elbette bir günde yaşanmamıştır. İnsan kurban etme trajedisinin yok edilmesi için sayısız trajik olayın yaşandığı da şüphesizdir.
Düşünün ki, bir insan kalkıyor, dönemin bütün inanç ve sistemlerini alt üst edecek şekilde, insan kurban etmeye son veriyor.
Geçmişin, kutsal sayılan insan kurban etme eyleminin bu gün rahatlıkla, insanlığın en lanetli günahlarından biri olduğunu söylüyoruz.
Evet, bir nimetin içinde yaşıyoruz, ama maalesef yaşadığımız nimetlerin farkında değiliz.
Sabah uyandığımızda, gözlerimize günün ışığı giriyor; Şafağın sökmesini, karanlığın yırtılıp aydınlığa dönüşmesini izliyoruz.
Yatağımızdan kalkıp, kendi ihtiyaçlarımızı kendimiz görüyoruz.
Uyanmak… Güne başlamak…
Her sabah rutin olarak, onlarca ve gün boyu da binlerce davranışı huzur içinde yapmak…
Yürümek, nefes almak, tebessüm etmek, öfkelenmek, parmaklarımızı kullanmak….
Bunlardan sadece birini yapamadığımızı (Allah korusun) varsayalım…
Örneğin kendi suyumuzu kendimiz içememek? Sadece bu bile hayatımızı zindan etmeye yeter.
Yokluğu ile hayatımızı zindan edecek bir nimetin varlığını fark etmemek, insana özgü bir körlük olsa gerek.
Bu nedenle şükür vardır. Şükür, Allah’ın doğa vasıtasıyla insanlığa sunduğu nimetlerin farkında olmak ve kadrini bilmektir.
Şükür, insanlığa layık görülen nimetler karşılığında koşulsuz olarak, Allah’a karşı hissedilen vefa duygusudur.
Aç gözlülük ve hırs, şükretme erdemini sakat eden duygulardır.
Liberal sistem, insanlara dayattığı bozuk batı kültürü ile birçok duygumuzun körelmesine neden olmuştur. Aç gözlülüğümüzü ve hırsımızı besleyerek, bize şükretme duygusunu da unutturmuştur.
Şükretmeyi yeniden ruhumuzda hissederek, Kurban Bayramının, sizlere ve milletimize huzur ve saadet getirmesini dilerim.
Zorunlu Not: Şükür, koşulsuz olarak Allah’a ve koşullu olarak insan ve kurumlara yapılır. Çünkü ancak iyilik yapan insana gönül borcu olarak şükredilir. Bir devlet memuru, görevini yapıyor diye ona şükredilmez.
Ekmeğin tamamını alıp da bir dilimini verene yine şükredilmez…
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.