Seçimler Üzerine: AKP Neden Kaybetti?
Daha on ay önce cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerini kazanan AKP yerel seçimleri neden kaybetti? Hangi etkenler görece kısa sayılabilecek bir sürede bu partinin oylarını yedi puan aşağı indirdi? Yirmi iki yıllık iktidarı boyunca hep kazanmaya alışmış bu partinin oyları ilk defa CHP’nin altına indi. Seçimin gerçek sürprizi AKP’nin oyları dramatik biçimde aşağı doğru inerken asıl rakibi CHP’nin ilk defa onu altına almasıydı. AKP 2009 yerel seçimlerinde ilk defa %40’ın altına inmiş, 2015 Haziran seçiminde de bir önceki seçime göre dokuz puan aşağı inerek %40’a demir atmıştı. 31 Mart seçimlerinin asıl büyük olayı AKP’nin oylarının düşmesiyle sınırlı değil. CHP’nin 1977 seçimlerinden sonra ilk defa birinci parti olması ve oylarını %40 eşiğine yükseltmesidir. AKP düşerken CHP yerinde saymamış, tıpkı bir tahterevalli de olduğu gibi AKP’nin alçalması otomatik olarak CHP’yi yükseltmiştir. Bunun ilk sonucu ise CHP’nin yarım asır sonra, belki de ilk defa Türkiye toplumu tarafından kendini yönetebilecek bir siyasi organizasyon olarak işaretlenmesidir. Bu fasla CHP ile ilgili değerlendirmede değineceğiz.
İlk önce AKP gerçeği ile Erdoğan’ı birbirinden ayrıştıralım. Girdiği Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de Erdoğan’ın oyları hep partisinin üzerindeydi. Demek ki AKP’den bağımsız bir Erdoğancı seçmen kitlesi var. Bu kütle Erdoğan için gösterdiği hassasiyeti partisi için göstermiyor. Erdoğan’ın partisi gerçek bir parti olma vasfını kaybederken seçmen plebisiter anlamlar yüklediği seçimlerde Erdoğan’ı feda etmeye yanaşmıyor. Erdoğan’a örtük uyarısını da partisinden desteğini çekerek gösteriyor. Erdoğan’la seçmeni arasındaki ilişkiyi ancak Weberci karizma kavramı ile açıklayabiliriz. Karizma ise ancak rasyonalitenin toplumun tüm gözeneklerine sinmediği yerlerde söz konusu olabilir. Akıl dışından payını alan toplumlarda büyü, okültizm, efsun veya ışıltı karizmanın varlık sebebidir. Karizma sahibi lider ile toplum arasındaki ilişki aracısızdır. Kütle karizma yüklediği liderin mutlaka bir bildiği olduğuna inanır ve kendi çıkarlarını korumayı ona emanet eder. Bu bir yerde Kemal Tahir’in ‘kerim devleti’dir. Ama bu ilişki de değişmez değildir çünkü kütlenin yani çokluğun ne yapacağı kestirilemez.
AKP’nin seçim yenilgisini bizim gibi bir dizi insan uyguladığı ekonomi politikalara bağladı. Dikkat edilirse sadece iktisadiyattan bahsetmiyoruz. Bilinçli bir tercih yaparak ekonomi politikalar diyoruz. Çünkü her iktisadi tercihin gerisinde bir politik seçimin olduğuna inanıyoruz. İktisadı sadece iktisadın kuralları ile anlamaya çalıştığımız vakit olup biteni anlayamayacağımızı düşünüyoruz. O kadar ki Erdoğan ‘nas’ dediğinde bunun ekonomi biliminin yasalarına aykırı olduğunu söylemekten başka bir şey söyleyemeyiz. Ama Erdoğan ‘nas’ demeye devam ederek seçim kazanır. Bugün bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de iktidar mücadelesi veren partiler arasındaki ekonomi politik farklılıklar yok olma noktasındadır. Küresel sermayenin ve onun yerli uzantılarının siyaset alanına dayattığı tek bir ekonomik program vardır. Bu son elli yılımıza damga vuran neo-liberal ekonomik programdan başka bir şey değildir. Tüm partiler istisnasız bu programa sadık kalmıştır. Aralarındaki farklılık bu temel programı ambalajlamak düzeyinde kalmıştır. Bu programa daha sadık partiler hızla yok olurken orasından burasından tadil eden partiler daha uzun ömürlü olmuştur.
AKP bu seçime önceki seçimlerden farklı bir biçimde bu programa harfiyen sadık kalarak girmiştir. Önceki seçimleri mutlak kazanması gerektiğine inanarak giren Erdoğan, kurmaylarının aksi telkinlerine rağmen geniş seçmen çevrelerinin desteğini almak adına önüne konulan programları hep aşındırmıştı. Nebati gibi Ortodoks iktisatçıların alay ettiği birini Maliye’nin başına getirme nedeni de bu amaca matuftu. Partiler alanında bu programın dışından konuşan, seçmen desteğine sahip bir başka parti olmadığından, olanlar da seçmen tarafından dikkate alınmadığından, Erdoğan eleştirilere kulaklarını tıkamayı tercih etti. Çünkü asıl amacı seçim kazanmak, devlet sınıflarının desteğini ardına almak ve arzuladığı rejimi kurumsallaştırmaktı. Erdoğan bu konuda önemli kazanımlar elde etti ve nihai zaferine de ramak kalmıştı.
Ancak büyük buhran veya kriz Erdoğan’ın hevesini kursağında bıraktı. Karizmatik Erdoğan seçmeninden gelen taleplere kulaklarını tıkadı. İlk defa bu seçimde geniş seçmen bloklarının rızasını satın alabileceği ulufeleri dağıtamadı. Bilinir Osmanlı’da da saltanata çıkan her sultan ulufe dağıtırdı. Savaşçı bir sınıf olmaktan çıkmış, birer esnafa dönüşmüş Yeniçerilerin rızası ancak bu sayede satın alınabilirdi. Ancak IMF’siz IMF programının uygulayıcısı olarak uluslararası finans kapital tarafından Türkiye’ye yollanan Şimşek bir seçim ekonomisi uygulanmayacağı garantisini kendisini gönderen çevrelere çok erkenden vermişti. Erdoğan kendisine birer efsunla bağlı olan, olmadık kerametleri kendine yükleyen seçmenlerinin taleplerine kulaklarını tıkamıştı. Çünkü orta vadeli program geniş halk kitlelerine vermeyi değil, onlardan almayı, ve buhranın tüm yükünü onların sırtına bindirmeyi amaçlıyordu. Bu da ekonomi politik bir tercihti. Bugüne kadar zenginler sınıfı ile yoksulların çıkarını bağdaştırabildiği için iktidar da kalmayı başarabilmiş olan AKP ilk defa yoksulları doğrudan karşısına aldı. Onların feryadına, bağırtısına kulaklarını kapadı. Ne de olsa asıl seçime daha dört uzun yıl vardı. Bazı kayıplar göze alınabilirdi, bazı belediyeler kaybedilebilirdi, ama denizin sonunu getiren buhran daha fazlasını zorlamaya izin vermiyordu.
Bu yazı izah ettiğimiz ana eğilime temas edip sona erebilirdi. Ama en az bunun kadar etkili olduğunu düşündüğümüz bir başka faktöre değinmez isek analiz eksik kalır. Onu da CHP’nin taze lideri Özgür Özel söyledi. Özel’e göre bu seçimde devlet milletine karşı kaybetmişti. En sonunda milletin dediği olmuştu. Böyle baktığımız zaman Özel bu seçimleri 1950 seçimlerine benzetmiş oluyor. O seçimlerde Demokrat Parti tek parti CHP’sine karşı ‘yeter! Söz milletin’ diyerek seçim kazanmıştı. Özel’in derdi ironi yapmak değil, biliyoruz. Ama şeytanın avukatlığını üstlenerek soralım CHP’nin yerini AKP aldı ise CHP nereye gitti? Masalda olduğu gibi suya düşmediğine göre bugünün CHP’si de o zamanın Demokrat Parti’sinin yerini mi almış oluyor? Şimdi zafer sarhoşluğu içinde bunları düşünmeye vakti olmayan CHP kurmayları bu değerlendirmenin bu türden mantıksal sonuçları karşısında neler söyleyecekler merak ediyoruz? Politikacı sözüdür, şehvetten söylenmiştir deyip geçerler mi yoksa esaslı bir tartışmanın fitilini mi ateşlerler bilemiyoruz. Bildiğimiz burjuva düşüncesinin olduğu gibi düzen politikacılığının da gördüğü doğrunun hep çarpık ve yarım olduğudur. Çünkü burjuva düşüncesi bütünün bilgisine hiçbir zaman vakıf olamaz. Nedeni de temsil ettiği sınıfın çıkarlarının daima tikelin çıkarları olmasındandır. Burjuvazi evrensel bir sınıf olamadığı için onun düşüncesi de demek evrensellikten uzak ve tikele gömülüdür. Düzen politikacılığı da bir doğruyu dile getirirken ifşaatı daima yarım ve eksiktir. Ana özgülenmiştir ve konjonktür bağımlıdır. Gerçekten uzaktır çünkü bütünden uzaktır. Ama yarım da olsa doğrudan payını almıştır, ancak onu tam bir doğru haline getirmek ise maddecinin görevidir. Devam ederiz…