SAĞLIK OLSUN!
Yiğit yiğidin yoldaşı
At yiğidin öz kardaşı
Sağlıktır her işin başı
Gamlanma gönül gamlanma
Her işin başı sağlık, diye güzel bir atasözümüz var. Ne zaman bir sıkıntıya düşsek, ne zaman içinden çıkılmaz bir durumla karşılaşsak ya da ne zaman bir zarara uğrasak, o iki kelimeden oluşan sihirli söze sığınırız: Sağlık olsun!
Yüzyıllardan beri değerini çok iyi anladığımız sağlıkla ilgili bir gözlemimi aktaracağım için, bölgemizin yetiştirdiği ünlü halk ozanımız Karacaoğlan’ın bir dörtlüğüyle yazıya giriş yapmış oldum.
Son zamanlarda sağlık çalışanlarına yapılan saldırıları gördükçe toplumda sağlıkçılara karşı sevgi ve saygının arttığı söylenebilir. Özellikle salgın hastalık dolayısıyla sağlıkçıların olağanüstü çabaları her türlü takdirin üstündedir. Hasta ve hasta yakınları, yaşadıkları mağduriyeti önemsemeyip hak aramak için iş bırakan sağlıkçılara destek oluyor. Vatandaşların bu duyarlı davranışına karşılık kimi sağlıkçıların da iş bırakmadan önce randevusu olan hastalarını tek tek arayıp bilgilendirmesi, onların mağduriyetlerini önlemeye çalışması takdirle karşılanıyor.
Bütün bunların yanı sıra, zaman zaman can sıkıntısı olaylar da meydana geliyor. Her meslekte olabileceği gibi sağlıkçılar arasından da çürük elmalar çıkabiliyor. Geçen gün (01.07.2022) Çukurova Devlet Hastanesinde böyle bir çürük elmayla karşılaştım. Bizim silahımız kalemimizdir. Kime, nereden gelirse gelsin her türlü şiddete karşı olduğumuz için gördüğümüz, yaşadığımız aksaklıkların, yanlışların düzeltilmesine bir katkımız olur mu düşüncesiyle yazıyla uyarabilir, eleştirebiliriz ancak.
Daha önceki randevusunda Doktor Y.K. “Tüm tetkiklerini yaptık, temmuzda gel ameliyat için gün belirleyelim.” demişti. Yaklaşık bir ay uğraştıktan sonra 1 Temmuz Cuma günü saat 13.00 için randevu alabilmeyi başarmıştık. Bir gün önceden, 120 kilometre uzaklıktaki Pozantı’nın Fındıklı yaylasından çıkıp geldik. Randevu günü, Belediye Evleri Mahallesindeki evimizden saat 13.00’teki randevuya geç kalmamak için yarım saat önceden yola çıktık. Hastanenin girişinde eşim araçtan inip ana kapıya yönelirken ben de ilk defa boş bir yer bulduğum park alanına aracımı park edip binaya girdim.
Tabelaları izleyerek bodrum kattaki labirent gibi koridorlardan geçip Göz Polikliniğini buldum. Saat 12.50’de Doktor Y.K.’nın kapısının karşısındaki sandalyelere oturup beklemeye başladık. Her iki duvarın kenarında yer alan oturma yerleri neredeyse doluydu. Bekleyenlerin yaş ortalaması elli yaşın üstünü gösteriyordu. Genç olanların ise yaşlı insanların refakatçileri olduğunu tahmin ediyordum. Refakatçıların çoğu ellerindeki telefona odaklanmıştı.
Saat 13.00 oldu, diğer doktorların ekranı açıldı, ekranda adını gören hastalar içeri girmeye başladılar. Bizim doktorun kapısı da ekranı da kapalıydı. Arada bir bazı kişiler gelip kapıyı açıyor ve içeride kimsenin olmadığını hep birlikte görüyorduk. Saat 13.15’te sakallı, zayıf, otuz yaşlarında biri gelince eşim,
“Doktor geldi.” dedi.
Gecikmeli de olsa doktorun gelişine sevinmiştik. İlk sırada olduğumuzdan, eşimin adını ekranda görmek için sık sık duvardaki ekrana bakıyordum ama ekran hâlâ kapalıydı.
Doktor bir ara dışarı çıktı, yan tarafta oturan iki kişiye doğru gidip onlara sarıldı, ayaküstü hâl hatır sorduktan sonra yan taraftaki odaya girdi. Odadan çıktıktan sonra kapıdaki iki kişiyle bahçeye çıktılar. Biraz sonra yan odadan bir kadın, üstünde üç bardak çay bulunan tepsiyle çıkıp bahçeye yöneldi. Saat 13.30 olmuştu ve gelen giden yoktu. Bizim gibi bekleyenlerin sabrı taşmış, söylenmeye başlamışlardı. Hiçbir açıklama yapılmadan insanların bekletilmesi, sabırlı olmama rağmen beni de huzursuz etmeye başlamıştı. Sağlıkçılara olan saygımdan dolayı daha fazla gerilmemek için bahçeye çıkıp biraz rahatlamak istedim.
Yerimden kalkıp bahçeye çıktım. O da ne!.. Bahçede bizim doktor ve arkadaşları oturmuş çay içip sohbet ediyorlar. Bu kadarı da olmaz, bu ne saygısızlık, dedim. Millet aşağıda doktor bekliyor, doktor ise hiçbir açıklama lütfunda bulunmadan bahçede keyif çatıyor. Bir şey söylemeden içeri girip yetkili birini aramaya başladım. Hasta Hakları Bölümüne gidip doktorun yerinde olmadığını söyledim. Görevli memur, doktoru korumaya çalışıyordu. Ameliyattan çıkıp hasta vizitesine çıkmıştır ya da cuma namazına gitmiştir, her an gelebilir gibi tahminlerde bulunuyordu. Doktorun bahçede oturup arkadaşlarıyla sohbet ettiğini söyledim. Kem küm etti, şikâyet dilekçesi oluşturabileceğimi söyledi. Amacım şikâyet etmek değildi, sadece görevini yapmasını istediğimi söyleyip eşimin yanına döndüm ama eşim yerinde yoktu.
Doktorun ekranı açılmıştı ve en üstte de eşimin adı yazılıydı. İçeride olduğunu düşünerek beklemeye başladım. O sırada telefonum çaldı. Arayan eşimdi. Doktorla görüşmesinin bittiğini ve bahçeye çıktığını söyledi. Hemen yanına gidip durumu öğrenmek istedim. Morali bozuktu. Doktorla aralarındaki diyaloğu aktardı.
Doktor, “Yerinde yok, diye benden şikâyetçi olmuşsunuz.” demiş.
Bir şeyden haberi olmayan eşim de
“Ben şikâyet etmedim.” demiş.
İpe un sermek isteyen Doktor,
“Eylüle kadar doluyum, gün veremem.” deyip surat asmış.
Eşim de,
“Eylül olsun.” demiş.
“Şimdiden gün veremem, siz Şehir Hastanesine gidin.” diyen Doktor, haddini aşarak bir daha buraya gelmeyin, demek istemiş.
Görevi, hasta haklarını korumak olan memur, ben odadan çıkar çıkmaz doktora haber vermiş olacak ki doktor da hastasına yardımcı olacağına, başından savmış.
Çukurova Devlet Hastanesinin Göz Doktoru Y.K., mesleğine başlarken ettiği Hipokrat Yeminine uygun davranmamış, görev ve yetkisini keyfi kullanmıştır.
Ne diyelim? Başta sözünü ettiğimiz gibi, her şeyi kabullenmek adına söylediğimiz o iki kelimelik “Sağlık olsun!” sözüne mi sığınalım, yoksa “Balık baştan kokar.” gibi ağır eleştiri içeren başka bir atasözünü mü kullanalım?
YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.