1. YAZARLAR

  2. Hacı Hüseyin Kılınç

  3. Rus Düşüncesinin Özgünlüğü
Hacı Hüseyin Kılınç

Hacı Hüseyin Kılınç

Avukat

Rus Düşüncesinin Özgünlüğü

A+A-

Kapitalizm hâkim üretim biçimi haline gelmeden önce Rus formasyonuna özgüllüğünü veren şey kırsal komün geleneği, kısaca topraktaki ortak mülkiyetti. Buna Mir denildiğini biliyoruz. Kapitalizmin yıkıcı etkisi altında Mir çok kısa bir süre de dağıldı ve Lenin daha 1899’da titiz bir araştırma ile keşfettiği gibi kapitalizm artık kırsal yaşamı ve ilişkileri de etkisi altına almıştı. Lenin ‘Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi’ adını verdiği çalışmasını Sibirya sürgünü sırasında gerçekleştirdi. Tıpkı Marx’ın Kapital’de İngiliz parlamentosunun resmi belgelerini kullanmasında olduğu gibi Lenin’de tarımda kapitalizmin giderek hâkim üretim biçimi haline gelmeye başlamasını Çarlığın istatistikleri ile ispatladı.

Peki, Rus düşüncesinin özgünlüğü neye dayanıyordu? Petro dönemi ile birlikte Batı ile yoğun bir etkileşime geçmeye başlayan Rus düşüncesinin ana karakteristiği neydi? Batıya eğitime giden soylu çocukları ülkelerine en yıkıcı düşünceleri ithal ederek dönüyorlardı. Çarlar ve ebeveynleri bundan huzursuz olsalar da bu gelişmenin önüne geçemiyorlardı. Saraylarda, malikânelerde çocukluklarını geçiren bu kişiler darağaçlarını, Sibirya sürgününe tınmadan, yıkıcı düşüncelerden taviz vermiyorlardı. Çarlık otokrasisinin yarattığı bu uzlaşmaz çelişki okur-yazar olan herkesin gözüne batıyordu. Bir yanda saraylarda batının en son modası, yaşam biçimleri sergilenirken diğer yanda dayanılmaz ölçüde bir açlık yaşanıyordu. Okur-yazar sınıf edindiği bilgi ile bu çelişkinin kaynaklarına iniyor ve bunun doğal olmadığı sonucuna ulaşıyordu. Saraylarda ve daçalarda yaşanılan debdebeli hayat köylülüğün aç kalması sayesinde sürdürülüyordu. Toplumsal çelişkinin ulaştığı düzey vicdanı olan herkesi harekete geçirmeye yeterliydi.

Düşünce varoluşunu salt kendi iç dinamizmiyle sürdüremez. Derinleşebilmesi için elbette asude bir yaşama ihtiyacı vardır. Toplumsal işbölümü zorunlu emek kategorisinde yer alanlara bu fırsatı vermez. Demek düşüncenin gelişmesi için göreli bir özerkliğe ihtiyacı vardır. Soylu sınıfın çocukları toplumsal işbölümünün dayatmalarından kurtulabilecek ve düşüncenin gerektirdiği asudeliğe katlanabilecek imkânlara sahiptiler. Bir yanda batının en ileri fikirleri ile tanışıyorlar, ama ülkelerine döndüklerinde karşılarına çıkan otokrasinin hükümranlığıydı. Otokrasi bırakın ilerici fikirleri en ılımlı düşüncelere dahi tahammül edemiyordu. Liberallerin Çardan en aşırı beklentisi bir parlamento kurması ve ara sıra buraya danışmasıydı. Siyasi iktidarı hedeflemeyenleri eğitimin çağdaşlaştırılması yönündeki talepleri bile aşırı görülüyordu. Rus toprağında boy veren otokrasinin aydın sınıfından beklediği kölece bir itaatti.

Bizdeki aydın sözcüğünün batı dillerindeki karşılığı olan ‘inteligentsiya’nın Rusça kökenli olması bir tesadüf değildir. Sözcük Rusçada ‘aydınlar topluluğu’ anlamına geliyordu. Aydın bilgiyi sadece işleyen kişi değildi. Aydın aynı zaman da siyasi ve ahlaki bir kategoriydi. Aydın bilgisi ile eleştirel bir düşünüşe sahipti ve içinde yaşadığı siyasal düzeni bu nedenle ‘olumsuzluyordu’. Aydını entelektüelden ayıran yan ise ahlaki sorumluluklarıydı. Bu nedenle aydın insanlığın vicdanını temsil ettiğine inanıyordu. 19.yüzyıl başlarında kökenleri aristokrasiye dayanan böyle bir sınıf Rus düşünce yaşamında yer almaya başladı. Toplumsal çelişkinin katılığı bu sınıfı hızla içinden geldiği sınıftan uzaklaştırmaya başladı. Çarın etrafında dizilen ve düzeni kontrollü bir biçimde yenilemek isteyen seçkinler ile güçlerini bilgiden ve son mercileri vicdandan alan aydın sınıf karşı karşıya geldi. Aydınlar otokrasiden koparak bağımsızlıklarını ilan ettiler. Bu gelişme olsa olsa bilgi sosyolojisini ilgilendirir. Şimdi düşüncenin orijinalliğine gelelim.

Otokrasinin, geri kalmışlığın ve köylüler denizinin ortasında yıkıcı düşünceleri ile baş başa kalan aydınlar toplumsal sonuçlar doğurmayacak hiçbir düşünceye ilgi göstermediler. Felsefenin epistemoloji ve ontoloji gibi zorlu meseleleri ile ilgilenmektense etiğe özel bir ilgi gösterdiler. Çünkü etik toplumsal soruna nasıl yaklaşmaları gerektiği konusunda onlara yol gösteriyordu. Kayıtsızlık etik varoluş ile bağdaşamazdı. Etiğe uygun bir hayat sürdürebilmeleri için ‘toplumsal soruna’ boylu boyunca dalmalıydılar. Ayrıca siyasal ve dinsel meselelere olan ilgide de bir artış oldu. Otokrasi altında inleyen köylülük varoluşunu dinle anlamlandırıyordu. Ayrıca ortodoksluk ele alınmadan ve dinsel yaşamın şifreleri çözülmeden toplumla bağlar kurulamazdı. Siyaset ise toplumsal çelişkinin yüksekliği karşısında dolaysızca gündeme gelen bir şeydi. Siyasalın dolayımı olmaksızın toplumsal sorunu nasıl çözecektiniz? Buna kayıtsız kalanlarda olmadı değil. Siyaseti seçkinlerin bir uğraşı olup doğrudan toplumsal meseleye yoğunlaşan çevrelerde vardı. Onlar toplumsal meseleyi siyasalın dolayımı olmaksızın çözebilecekleri ham hayaline kendilerini kaptırmışlardı.

Felsefenin, düşüncenin teknik yanları ile uğraşmak bu aciliyet duygusu karşısında yadırganan bir davranıştı. Rus aydını ne Alman idealist filozofları gibi her şeyi kafalarında yaşama lüksüne sahiptiler ne de İngiliz ekonomi-politikçileri için Marx’ın söylediği gibi bir yanlarıyla bankerdiler. Acil çözüm bekleyen sorunlara neşter atmaları gerekli bir sınıftı onlar. Bir yanda otokrasinin keyfi dünyası diğer yanda kapalı dünyaları içinde mujikler vardı. Bu çelişkinin ila nihaye sürdürülebilme şansı yoktu. Rus toprağının özgüllüğü aydını eylemin içine çekiyordu. Pugaçev ayaklanması kendiliğinden ortaya çıkmış bir köylü isyanıydı. Ama Rus toprağını bir yangının tutuşturduğu gibi tutuşturmaya yetmişti. Ardından bir aydın isyanı olan Dekambristlerin kalkışması geldi. Bu kalkışmaya katılanlar başta ordu içinde yer alan asker ve seçkinlerden meydana gelmişti. Çarlık ilk defa işin ciddiyetini anlamaya başlamıştı.

Rus düşüncesi Batı karşısında hiçbir zaman bizde olduğu düzeyde bir komplekse kaptırmadı kendini. Gecikmişliklerini bir avantaj olarak gördüler. Kapitalizm batıda gözlerinin önünde hâkim üretim biçimi haline geliyordu ve geleneksel olan her şeyi alt üst ediyordu. Rus toprağı bu belayı yaşamadan ya aslına dönebilir ya da üzerinden atlayarak doğrudan sosyalizme ulaşabilirdi. Eşitsiz gelişme onlar için bir maraz değil öne geçmek için bir avantajdı. Ne Almanlar gibi büyük filozoflar doğurdular ne de İngilizler’de olduğu gibi ekonomi-politikçiler çıkardılar. Ama büyük eylem adamları ve edebiyatçılar yaratmada da üstlerine çıkan olmadı. Dostoyevski bir batı tutkunu iken Sibirya’dan sonra bir slavsever oldu. Rus toprağının çelişkiler olmasaydı insanın derinliklerine bu kadar inebilmesi mümkün olmayacaktı. Tolstoy ise bir konttu ve toprak sahibiydi. Binlerce toprak kölesine sahipti. Birgün her şeyi elinin tersiyle itmeye karar verdi. Çara karşı bildiriler kaleme aldı. Rus köylüsünde derin düşünüşün izlerini görmüştü ve onlar gibi olmak istiyordu. Bakunin’in ise üzerine yoktur her halde. Soylu çocuğu olan Bakunin bir topçu subayıydı. En az beş ülkenin zindanlarında toplam da yirmi küsur yıl kaldı. Katılmadığı ayaklanma ve devrim yoktu. Eylem adamı olarak L.A.Blanquı ile adlarını 19.yüzyıl tarihine kazıdılar.

Rus düşüncesi eşitsiz gelişmenin bir ürünüydü. Aciliyet duygusu ayakları yere sağlam basan özgün bir düşünce ortaya çıkardı. Toplumsal çelişkinin yoğunluğu aydınları harekete geçirmişti. Ama batı düşüncesi karşısında da bir komplekse sürüklenmediler. Batıdan öğrenecekleri olduğu konusunda kuşku duymuyor, fakat öğretecekleri şeyler olduğuna da inanıyorlardı. Adanmışlık ile merak yanyana gelmişti. Biri olduğunda misal adanmışlık diyelim yavan bir eylemcilik ortaya çıkardı. Merak ise eylemden yoksun kaldığında Marx’ın Almanlar için dediği gibi ‘bu heves her nesneyi bir düşünce biçimine sokardı’. Kendi milleti Almanların eylemsiz düşüncesini Marx böyle alaya alıyordu. Rus toprağında her ikisi de vardı ve ilk proleter devrimi yapma hakkına işte bu yüzden sahip oldular.

Önceki ve Sonraki Yazılar